Nurten Erk Tosuner

Türkiye’de büyümek için banka almak gerekmiyor

24 Ekim 2005
CITIGROUP CEO’su Chuck Prince, Türk bankacılık sektörünün daha sağlıklı bir yapıya kavuşmaya başladığını ve Türkiye’de büyümek için bir banka satın almaya gerek olmadığını söyledi. ‘Çalışanlarla Dünya Turu’nun ikincisine bu yıl Türkiye’den başlayan Prince, Citigroup Türkiye çalışanlarıyla geçen hafta İstanbul’da biraraya geldi. Prince, ‘Türkiye’de hükümetin ekonomi ve politika alanındaki yapısal reformları sürdüreceğine inanıyoruz’ dedi.

DÜNYANIN en büyük finans grubu Amerikan Citigroup CEO’su Chuck Prince, Türk bankacılık sektörünün daha sağlıklı bir yapıya kavuşmaya başladığını ve Türkiye’de sürdürülebilir bir büyüme amaçladıklarını söyledi. ‘Çalışanlarla Dünya Turu’nun ikincisine bu yıl Türkiye’den başlayan Prince, Citigroup Türkiye çalışanlarıyla geçen hafta İstanbul’da biraraya geldi. Prince, Citigroup’un 2005 yılında nasıl ilerlemesi gerektiği konusundaki görüşlerini ve dünya çapındaki faaliyetlerini paylaştı. 2004 sonu itibari ile 17 milyar dolar net kárı, 300 bin çalışanı ve 200 milyon müşteri hesabı bulunan Citigroup’un CEO’su Chuck Prince, ‘Türkiye’de hükümetin ekonomi ve politika alanındaki yapısal reformları sürdüreceğine inanıyoruz’ dedi. Chuck Prince ile Türk bankacılık sektörünü ve Citigroup’un geleceğe dönük planlarını konuştuk.

Dünyanın birçok yerinde yatırımları olan bir finans grubusunuz. Türkiye’deki yatırımlarınızdan memnun musunuz?

- Citigroup Türk piyasasındaki 30. yılını kutluyor. Buradaki uzun süreli varlığımız Türkiye’ye olan bağlılığımızın bir işareti. Yakın zaman içinde, Türkiye’nin makro ekonomik koşullarının ve siyasi istikrarının güçlendiğine dair inancımızın bir kanıtı olarak kredi portföyümüzü genişlettik. Ülkenin sunduğu olumlu görünüm ve fırsatlar nedeniyle Türkiye, Citigroup için öncelikli bir pazar. Türkiye, bölgedeki en büyük pazarlardan biri.

Türkiye’de bankacılık sektöründe yapılması planlanan değişikliklere nasıl yaklaşıyorsunuz?

- Pazarın genişlemesindeki en umut verici işaret, kredi ve mevduat gibi ana bankacılık faaliyetlerindeki istikrarlı canlanma oldu. Sektörün konsolide bilançosunda yaşanan sağlıklı gelişmeler, kárlılık açısından elde edilen benzer iyileşmelerle desteklendi. Sektör ana bankacılık faaliyetleri ile uğraşmaya başladığı için, bankacılık sektörü daha sağlıklı bir yapıya kavuşmuş görünüyor. Devlet tahvillerinden gelen çekici gelir seviyesi ortadan kalktığı için, bankalar karlılığı devam ettirebilmek için daha çeşitlendirilmiş kazanç alternatifleri bulmak ya da işletme maliyetlerini azaltmak durumunda kalacaklar.

AB sektöre neler katacak?

- Düzenleme ve denetleme konuları bakımından, ana bankacılık faaliyetlerine odaklanan daha standardize ve şeffaf bir bankacılık sektörü ortaya çıkacak. Buna ilave olarak, Basel II yeni sermaye koşulları getirecek. Daha fazla ve kaliteli sermayeye ihtiyaç olacak. Bu durum, bankacılık sektörü konsolidasyonu konusunda olumlu katkılar sağlayacak. Risk ağırlıklı sermaye tahsisi yaklaşımı bankacılık sektörünün daha şeffaf olmasını sağlayacak.

Bankacılık sektörünün şu anda bulunduğu ortamı nasıl görüyorsunuz?

- 2001’deki krizden sonra, Türk bankacılık sektörüne daha sağlıklı bir yapı kazandırmak üzere çok önemli atılımlar gerçekleştirdi. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun sadece finansal hizmetler sektörünün sağlıklı işlemesi üzerine yoğunlaşmasını sağlayan, bankaların düzenlenmesine yönelik yeniden yapılandırma çalışmaları son derece cesaret verici olmuştur. Bunun dışında, makro-ekonomik seviyedeki gelişmelerle birlikte, bankacılık sektörü daha önce hiç rastlanmamış bir hızla büyüyor. Enflasyonun ve faiz oranlarının düşmesinin, bankacılık sektörünün müşterilerine daha çeşitli ürünler sunmasına imkan tanıdığına ve aktif büyüklüğünü de büyük bir büyüme potansiyeli olduğuna inaniyoruz. Dünyada Türkiye’deki gibi umut veren büyüme fırsatlarının sınırlı olması nedeniyle, uluslararası bankalar Türk piyasasına daha fazla önem vermeye başladı.

Citigroup’un Türkiye’ye ilişkin stratejisi ve yatırım planları nedir?

- Türkiye’de sürdürülebilir bir büyüme hedefliyoruz. Türkiye, Citigroup için öncelikli bir pazar konumunda ve biz çalışanlarımıza, şirketimize yatırım yapmaya devam edeceğiz. Hem bireysel hem de kurumsal bankacılık alanında müşteri kazanmayı amaçlıyoruz. Kurumsal bankacılık alanında rakiplerimizle karşılaştırıldığında daha büyük ölçekli şirketlerle çalışıyoruz. Bu kuruluşlarla ilişkilerimizi derinleştirmeye çaba gösteriyoruz. Kısa ve orta vadede, finans sektörü özellikle hazine, yatırım bankacılığı, ticaret ve kurumsal finans alanlarında daha sofistike ürünler sunacak. Bireysel bankacılık alanında pazar payımızı artırmayı planlıyoruz.

Türkiye ekonomisindeki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Hükümetin ekonomi ve politika alanındaki yapısal reformları sürdüreceğine inanıyoruz. Türk parasına güvenin artması ve ters para ikamesinin enflasyondaki düşüşle beraber sürmesi, mali disiplin ve reel faizlerdeki düşüşle düzelen borç dinamikleri, bizim olumlu görüşümüzün ardında yatan en önemli sebepler. Yapısal reformlardaki başarı ve hükümetin IMF ile yürütülen ekonomik programa verdiği önem piyasalar tarafından oldukça olumlu algılandı. İhracattaki iyileşme ve üretkenlikteki artış, 2006’da Türkiye’nin büyüme modelinin çok sert iniş çıkışlardan ziyade, daha sürdürebilir bir yapıya dönüşmesini sağlayacak.

Banka satın almalarında zaman zaman Citigroup’un da adı gündeme geldi. Türkiye’de banka satın almayı düşünüyor musunuz?

- Önemi gün geçtikçe artan Türk piyasasındaki güçlü konumumuzu devam ettirmek için 30 yıldan bu yana çalışmaktayız. Büyümek için çok farklı yöntemler vardır; şirket satın almak bunlardan sadece birisidir. Citigroup küresel olarak her zaman bütün seçenekleri değerlendirmektedir.

AB bankaları Türk müşteri peşine düşecek

Türkiye’de bankacılık sektöründe yabancı bankaların payının yüzde 25’i geçip geçmemesi tartışılıyor. Sizin bu konudaki düşünceniz nedir?

- Bu payın ne olması gerektiği tartışmaya açık bir konu. Türkiye’nin AB aday ülkesi olması malların ve hizmetlerin, işgücünün ve uluslararası fonların hareketinde ulusal sınırların artık kritik bir rol oynamaması anlamına gelebilir. AB ülkelerindeki bankalar, hizmetlerini Türk müşterilere de pazarlamak ve yerel bankalarla rekabet etmek isteyeceklerdir. Bu yüzden kritik başarı faktörü, uluslararası ve ulusal sermayenin kombinasyonundan oluşan güçlü ve yetkin bir bankacılık sistemine sahip olmaktan geçecek.

Bireysel bankacılığa Türkiye’de geç başladık

Türkiye’deki faaliyetleriniz kurumsal ağırlıklı. Bireysel bankacılığa nasıl bakıyorsunuz?

- Küresel olarak bireysel bankacılık hizmetlerimiz sürekli olarak büyüyor. Türkiye’de bireysel bankacılık hizmeti sunmaya oldukça geç başladık. Gelecek yıllarda bireysel bankacılık hizmetlerine ve ayrıca kurumsal bankacılık hizmetlerine yoğun şekilde yatırım yapacağız.

2006’da milli geliriniz

5 bin doları geçer

2006’ya ilişkin beklentileriniz neler?

- Gayrisafi yurt içi hasılanın reel olarak 2005’de yüzde 5, 2006’da yüzde 6.5 büyümesini bekliyoruz. 2005 ve 2006, Türkiye’nin ardarda güçlü bir büyüme sergilediği 4 ve 5. yıllar olacak. Türkiye’de kişi başına düşen gelirin 2006’da 5 bin doları geçmesini, verimlilik artışına paralel enflasyon ve faizlerin düşük seyrini korumasını bekliyoruz.

risk yönetimi ve risk izleme sistemine sahibiz. İnsiyatif alarak ve yerel koşulları göz önünde bulunduran küresel bir plan uyguluyoruz.

CHUCK PRINCE

Citigroup’un CEO’su ve Citigroup Yönetim Komitesi üyesi Chuck Prince, 1950 doğumlu. Los Angeles, Güney California Üniversitesi mezunu. Uluslarası İlişkiler üstüne master yaptı. Güney California Üniversitesi’nden hukuk diploması da alan Prince, Georgetown Üniversitesi’nde Hukuk master’ı yaptı. Kariyerine 1975’de U.S.Steel Corporation’da avukat olarak başladı. 1979’da daha sonra Citigroup’u oluşturacak firmalardan biri olan Commercial Credit Company’e katıldı. 1983’de Commercial Credit Company’de Kıdemli Başkan Yardımcısı ve Genel Danışman oldu. 1996’da Yetkili Başkan Yardımcısı, 2000’de İdari Yönetici, 2001’de Organizasyon’dan sorumlu yönetici (COO) oldu. 2002-2003 arasında Citigroup Global Kurumsal Bankacılık ve Yatırım Bankacılığı Bölümü’nde Başkan ve CEO olarak görev aldı. 2003’de Citigroup CEO’luğuna atandı.
Yazının Devamını Oku

‘Ey mimar bunu kaldır’ dediler İstanbul Modern’i yok saydık

17 Ekim 2005
GALATAPORT Projesi’nin mimarları Murat Tabanlıoğlu ve eşi Melkan Gürsel Tabanlıoğlu, ‘Hem Anıtlar Kurulu, hem de Kültür ve Turizm Bakanlığı bize dedi ki ‘Denizden bakıldığında Tophane’nin, Nispetiye Camii ve Kılıç Ali Paşa Camii’nin siluette ortaya çıkabilmesi için 4 numaralı antreponun yani şu anda İstanbul Modern’in kaldırılması gerekiyor. O yüzden biz ihaleye çıkan projemize o müzeyi koyamadık’ dediler İHALESİ büyük tartışmalara yol açan Galataport Projesi’nin mimarları Murat Tabanlıoğlu ve eşi Melkan Gürsel Tabanlıoğlu, ‘İhaleyi dört yıl önce aldık, yıllardır inci gibi işledik. Galataport adını da biz verdik, projeye daha doğmadan değer kattık’ diyorlar. Murat Tabanlıoğlu’nun babası Hayati Tabanlıoğlu bugünlerde yıkılması tartışmalarıyla gündeme gelen Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) mimarı. AKM’nin yıkılması yerine restore edilmesi gerektiğini savunan Murat Tabanlıoğlu’nun eşi Melkan Gürsel ise Türkiye’nin dördüncü cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in torunu. Galataport’un mimarları Murat ve Melkan Tabanlıoğlu ile projeyi ve İstanbul Modern Müzesi’i konuştuk.

Galataport Projesi İhalesi’ni nasıl aldınız?

- 2001’de Türkiye Denizcilik İşletmeleri tarafından Salıpazarı Limanı’nın turizm merkezi haline getirilmesi için açılan ihalede yeterlilik aldık ve ihale bize verildi. Bütün mimarlık kuruluşlarına açıktı ve yeterlilik önemliydi, daha önce bu tip binalar yapmış olma şartı aranıyordu. On firma başvurdu ve üç firma ihaleye katılabildi, biz seçildik. İhaleyi kazandık, 4 yıl inci gibi işledik projeyi. Ecevit, Yılmaz herkes bu projeyi gördü. Tayyip Erdoğan’ın başlattığı bir proje değil.

Projeye nasıl hazırlandınız?

- Biz ihaleyi aldıktan sonra net bir program yaptık. Projenin doğru başlaması için Türkiye’nin belli başlı üniversitelerinde İTÜ, Yıldız Teknik, Mimar Sinan Üniversitesi’nde hatta Dubai ve St. Peterspurg’daki bir konferansta anlattık, tartışılması için tüm mimarların görüşlerini almak istedik. Proje ihaleye çıkmadan önce bunu herkesin anlamasını istedik.

Peki bu proje niye bu kadar çok tartışılıyor?

- Genelde ihale yapıldıktan sonra izinler vs. gündeme gelir, biz hepsini önceden hazırladık. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığı ve Anıtlar Yüksek Kurulu’na bunu kabul ettirdik. Ön izinleri hepsi alındı. Sonra da bu iş ihaleye çıkarıldı. İhale rakamı ortaya çıkınca proje daha çok gündeme geldi. Proje daha önce zaten vardı, o zaman tartışılmadı. Kimse fikrini söylemedi. Problem orada. Bütün mimari dergilerde bu projeyi 2001’de hazırlamaya başladığımızdan beri son dört yıldır her ortamda anlatıyoruz. Ama herhalde herkes son dakikada baktı projeye.

Zamanın Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu ile neler yaşandı?

- Biz bu ihaleyi aldıktan sonra Denizcilik İşletmeleri bizi çağırdı. O toplantıda Erkan Mumcu da vardı. Kendisini Hannover’da bir fuarda tanımıştık. İhaleyi aldığımızı duyunca sevinmiş, bizi çağırdı, projeyi konuştuk. Programı birlikte oluşturduk. 1995 yılında Salıpazarı Limanı Turizm Bölgesi ilan edildi. İhaleyi aldıktan sonra programımızı hazırladık. Onların kafalarında müze hiç yoktu. Biz ekledik. Projemize göre, Galataport Projesi’ndeki ana çekim noktası bir müze ve onun etrafındaki alışveriş merkezi olacak.

4 numaralı antrepo nasıl Modern Sanat Müzesi haline dönüştürüldü?

- Bu antrepo İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) tarafından geçmiş yıllarda bienal için kiralanmıştı. Bienalle başlayan bu iş birden bire yaşatılır mı diye ortaya çıktı. Eczacıbaşı ile yazışmalar yapıldı. Arkasından bienalin olduğu 4 nolu antrepoyu geçici süre için kiraladık. Müzenin maliyeti ihaleyi alan yatırımcı için hiçbir şey değil. Kim alırsa alsın mutlaka bir müze yapacak. 4 nolu antrepo da müze için ideal bir yer.

Projeye göre İstanbul Modern’in yıkılması mı gerekiyor?

-
Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan gelen paftalar doğrultusunda projeleri yaptık. Paftalar 2004 aralık ayı başında bize geldi. Hem Anıtlar Kurulu, hem de Kültür ve Turizm Bakanlığı bize dedi ki ‘Denizden bakıldığında Tophane’nin, Nispetiye Camii ve Kılıç Ali Paşa Camii’nin siluette ortaya çıkabilmesi için 4 numaralı antreponun yani şu anda İstanbul Modern’in kaldırılması gerekiyor. 1960’da yapılan ilk projede o antrepo yokmuş, sonradan yapılmış. O yüzden biz ihaleye çıkan projemize o müzeyi koyamadık. Bize devlet ‘Ey mimar bunu kaldır’ dedi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan gelen talep buydu. Bakanlık bize bunu derken, Başbakan müzeyi bizzat ziyaret ediyor ve bunu 11 Aralık’ta bitirin ben açacağım’ diyor.

Sizce yıkılması doğru mu?

- Başbakan’ın açtığı İstanbul’un ilk modern müzesinin yıkılması bizce doğru değil. Anıtlar Kurulu’nda tekrar konuşulması gerekiyor. İstanbul’un silueti için müzenin yıkılması gerekebilir, ama bizce böyle bir müze bir daha kolay kolay yapılamaz. Projeye adapte olmasında fayda var.

4 No’lu antrepo yıkılmazsa projedeki Tophane Meydanı’nı etkilenir mi?

- Tophane Meydanı’nın yeniden hayata geçirilmesi ve aktivitelerle eski canlığına kavuşmasını planlıyoruz. Buradaki meydan daha görkemli ve büyük olacaktı. Ancak 4 nolu antrepo kalsa da, şu andaki saat kulesi ve çevresinde yine çok büyük bir meydan olacak.

Liman yarıya inecek sahil yürüyüşe açılacak

Hazırladığınız projeye göre Salıpazarı Limanı’nda neler değişecek?

- Proje de minimuma inmiş bir liman var. 1.2 kilometrelik deniz kenarına dev gemiler yanaşıyor. Bu alanı yarıya indirdik. Sahilin yarısını kullanıma açalım dedik. Madem büyük gemiler İstanbul’a gelmeye niyetli, ileride onları başka yere yanaştırabiliriz. Projede yer alan binaların ortalarını açıp avlular ekledik, yürüme alanları koyduk. Tophane Meydanı ve saat kulesi ortaya çıkacak. Mevcut Kıyı Kanunu’na göre kıyıda hiçbirşey yapamıyoruz. Sadece park yapabiliyoruz. Mevcut binaları yıkarsak yerine birşey yapamıyoruz. O yüzden binaları dönüştürelim diyoruz.

İhaleye daha fazla firma girseydi değeri artardı

3.5 milyar Euro kirayı düşük buldunuz neden?

- Bölgeyi yaparken maliyetlerini de araştırdık. Hesabımıza göre buranın maliyeti 200 milyon doları bulur. Limanın altı su, dalgıçlarla girilip depreme dayanıklı hale getirilmesi lazım. Yeraltındaki otoparkların maliyetleri ayrı. Galataport bizim verdiğimiz isim. Burası daha yapılmadan değeri ortaya çıktı. Bence değeri daha fazla olabilirdi. Daha fazla uluslararası firma girseydi keşke, rekabet fiyatı artırırdı.

Bölgede yaşayanlar olursa projeye sahip çıkarlar

Projede oturulacak evler de var. Başta böyle bir düşünce var mıydı?

- Başta hiç aklımızda yoktu, ama incelemelerden sonra karar verdik ki bölgeye sahip çıkılması, insanların yaşaması gerekiyor. Bunun için bir miktar oturma alanı olması gerektiğini önerdik. Burası 49 yıllığına kiralanacağı için mülkiyet devletin olacak, oturanlar da kira ödeyecek. Apart otel, küçük stüdyo evler, normal evlerle burada yeni bir yaşam tarzı ortaya çıkacak. Ana kural mevcut binaların dönüştürülmesi.

Galataport ve Galatasaray Meydanı bir şekilde bağlanacak

Projede trafik sorunu için çözümler yer alıyor mu?

- Yollar İstanbul Belediyesi’nin sorumluluğunda. İhaleden önce beni çağırdılar. Trafik projelerinin içine projeyi de dahil ettiler. Trafik yoğunluğunu düşünerek biz bölgedeki yolun bir bölümünün tünelle yolun altına aktarılmasını önerdik. Böylece ana trafik alttan akarak Beyloğu ile bütünleşebilir. Bir ikinci önerimiz de Galatasaray Meydanı ile Galataport’un Tophane Meydanı’nın doğrudan birbirine bağlanması. Beyoğlu’nun arkasından yürüyerek Galataport’a inilebilmesini planlıyoruz. Ya da elektrikli minik otobüslerle iki meydan arasında doğrudan bağlantı kurulabilir.

Galataport gibi projelerde mimarlığın maliyetteki payı nedir?

- Mimarlar Odası minimum birim fiyatları 6 ayda bir yayınlar. Dünyada projenin yüzde 8-10’udur. Türkiye’de bunu yarısı.

MELKAN GÜRSEL TABANLIOĞLU:

1969 doğumlu. Tabanlıoğlu Mimarlık şirketine 1995’te ortak olarak katıldı. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü mezunu. Mimarlık mastırını Metropolitan Catalunya Politeknik Üniversitesi’nde yaptı. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca biliyor. Galatasaraylılar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi.

MURAT TABANLIOĞLU:

1960 doğumlu. Viyana Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü mezunu. İngilizce ve Almanca biliyor. Yıldız Teknik Üniversitesi, Uludağ Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde davetli öğretim görevlisi olarak çalıştı. İstanbul Serbest Mimarlar Derneği Kurucu Üyesi, Uluslararası Alışveriş Merkezleri Birliği ve Yapısal Çelik Derneği Üyesi.
Yazının Devamını Oku

6 milyar Euro’luk pazarda ‘ev geliştirmek’ için yayılacağız

10 Ekim 2005
2001’de İngiliz Kingfisher’le evlenen Koçtaş, önce 6 milyar Euro’luk Türkiye ‘ev geliştirme’ pazarında büyüyecek, sonra yönünü bölgeye çevirecek. Koçtaş Genel Müdürü Levent Çakıroğlu, ‘2006’da 250 milyon dolar ciro, 5 yılda 35 mağazaya ulaşma hedefimiz var’ dedi. ÇİÇEKTEN çimentoya bahçe mobilyasından perdeye bir evin bütün ihtiyaçlarının satıldığı mağaza zincirlerinin gelişen Türkiye pazarındaki rekabeti kızışıyor. Yaklaşık 6 milyar Euro olarak tahmin edilen ‘Ev geliştirme sektörü’nde 5 mağaza ile rekabet eden Koç Topluluğu bünyesindeki Koçtaş, önümüzdeki 12 ayda 5 yeni mağaza daha açacak. Koçtaş, bu mağazalar için 40 milyon dolarlık yatırım yaptı. Koçtaş Genel Müdürü Levent Çakıroğlu, 2001’de İngiliz Kingfisher Grubu ile ortak olan şirketin önümüzdeki 5 yılda ise 35 mağazaya ulaşmayı planladıklarını söylüyor. Çakıroğlu, Türkiye’de yaygınlaşmanın ardından ortağı ile birlikte çevredeki komşu ülkelere açılabilecekleri mesajını veriyor. Koçtaş Genel Müdürü Levent Çakıroğlu ile hem sektörü, hem de yeni yatırım planlarını konuştuk.

Ev geliştirme dediğimizde ne kadarlık bir büyüklükten söz etmek gerekiyor?

- Perdeden klozete her türlü ev ihtiyacının karşılandığı ev geliştirme sektörü dünyada hızla büyüyor. Türkiye’de geçen yıl bu pazarın 6 milyar Euro büyüklüğünde olduğu tahmin ediliyor. Bu pazarda büyük mağazalardan oluşan büyük zincirlerin payı hálá son derece küçük.

Konut satışındaki hareketlilik sektörünüze yansıyor mu?

- Uzun dönemde konut sayısının artması sektörümüzü çok olumlu etkileyecek ve pazarı büyütecek. İnşaattaki büyüme, diğer sektörleri de canlandıracak ve milli gelirin artmasına katkıda bulunacak. Biz de bu artıştan payımızı alacağız. Ancak kısa vadeli baktığımızda uzun vadeli kredilerin harcanabilir geliri azalttığını görüyoruz. Kredi alanların /images/100/0x0/55eb30ebf018fbb8f8b13ef9artık ödeyecekleri taksitleri olduğu için harcamalarını kısıtlamaları gündeme geliyor.

İngiliz Kingfisher ile ortaklık Koçtaş’a neler getirdi?

- Koçtaş, Koç Topluluğu’nun ilk şirketlerinden biri. Toptan yapı malzemeleri ticareti yapıyordu. 1995’de perakendecilik çalışmaları başladı. 2000’de İngiliz Kingfisher Grubu ile yüzde 50-50 ortaklık kuruldu. Bu ortaklık sonrasında ilk mağaza 2001’de Kartal’da açıldı. Bu yıla kadar 5 mağaza ile geldik. Önümüzdeki 12 ayda 5 yeni mağazayı birbiri ardına açarak satış alanımızı iki kat artıracağız.

Yeni açacağınız 5 mağaza için ne kadar yatırım yaptınız?

- Yaklaşık 40 milyon dolar.

Mağazaları ne zaman açmaya başlıyorsunuz?

- İlk mağazamızı 15 Ekim’de İstanbul’daki Cevahir Alışveriş Merkezi’nde açacağız. İstanbul’un Avrupa Yakası’ndaki ilk mağazamız olacak. Aralıkta Edremit, şubatta Kuşadası, nisanda Ankara, temmuzda İstanbul Yenibosna mağazaları açılacak. Böylece 10 mağazaya ulaşacağız.

Önümüzdeki yıllarda mağaza yatırımları sürecek mi?

- Çiçekten çimentoya kadar her türlü ev ihtiyacının karşılanacağı mağazalarımızı açmaya aynı hızla devam edeceğiz. Türkiye’ye yayılmayı planlıyoruz. 5 yılda 35 mağazaya ulaşmak istiyoruz.

İngiliz ortağınızla birlikte Türkiye dışında da mağaza açacak mısınız?

- Öncelikle Türkiye içindeki büyüme planımızı biraz daha sürdürmeyi arzu ediyoruz. Komşu ülkelerdeki gelişmeleri takip ediyoruz. Vizyonumuzda sadece Türkiye’de değil bulunduğumuz bölgede dünya standartlarında ev geliştirme perakendeciliği yapmak var. Koç Grubu’nun çevre ülkelerdeki konumu çok kritik.

2006’ya ilişkin ciro hedefiniz nedir?

- 10 mağazayla gelecek yılın sonunda 250 milyon dolar ciroya ulaşmayı hedefliyoruz.

Ortağımız dünyanın üçüncü büyük perakende grubu

Kingfisher’in dünyadaki konumu nedir?

- Kingfisher, ev geliştirme sektöründe faaliyet gösteren Avrupa’nın bir, dünyanın üçüncü büyük perakende grubu. Ev geliştirme sektöründe 600’ü aşkın mağazaya sahip. Kingfisher Grubu İngiltere, Fransa, İtalya, Taiwan, Çin, Polonya’da pazarında lider. 117 mağaza ile Almanya, Avusturya, Hollanda, Lüksemburg, İsveç, İsviçre ve Çek Cumhuriyetlerinde faaliyet gösteren ve ev geliştirme sektöründe Almanya’nın lider şirketi Hornbach ile de ortak.

Dünyanın her yerinden bizi görmeye geliyorlar

Telefonla satış uygulamanıza yabancı ortağınız nasıl yaklaştı?

- Bu satış stratejimiz Çin başta olmak üzere Uzakdoğu’daki ülkelere örnek gösterildi. Ortaklığımızın ilk yıllarında biz onları incelemeye gidiyorduk. Şimdi Koçtaş’ın kendi kimliği ortaya çıktı. Artık Koçtaş mağazalarını örnek gösteriyorlar. Dünyanın her yerinden bizim mağazalarımızı görmeye geliyorlar.

Hazro’ya fildişi jaluzi gönderdik

İnternetten ve telefonla satışınız da var. Buradaki satışlarınız nasıl?

- Türkiye’de her noktaya satış yapan perakendecilerden biriyiz. Ürünlerimizi hazırladığımız insertlerle bütün Türkiye’ye dağıtıyoruz.

İnternetten ya da telefon hattımıza gelen bütün siparişleri ulaştırıyoruz. Öyle yerlerden sipariş alıyoruz ki biz bile şaşırıyoruz. Erzurum’a jakuzi, Diyarbakır Hazro’ya fildişi jaluzi bile gönderdik. En çok sipariş ise bahçe mobilyası.

İnternet ve telefonla satıştaki cironuz ne kadar?

- Henüz çok fazla değil, ciromuzun bu yıl yüzde 2’sine yakın bir kısmını internet ve telefonla satış oluşturdu.

Krizde mağaza açmadan büyüdük

Ekonomik kriz dönemlerini nasıl geçirdiniz?

- Kartal’daki ilk mağazamızı açtıktan sonra ekonomik krize yakalandık. Bundan biz de etkilendik. Kriz dönemi de dahil bugüne kadar tüketiciye daha fazla nasıl yakınlaştırabiliriz üzerinde çalıştık.

En önemli unsur tüketiciyi tanımak ve ihtiyaçlarını anlayabilmekti.

Mağazalarımızın formatını, ürün gamımızı, hizmetlerimizi ve fiyat konumlandırmamızı gözden geçirdik. Bugünkü noktaya geldik. Mevcut mağazalarımızda 4-5 kat büyüme kaydettik.

İngiliz Kingfisher Grubu’nun dünyadaki mağazaları

Marka Mağaza sayısı

B&Q

İngiltere’de 335

İrlanda’da 3

Çin’de 22

Tayvan’da 19

Türkiye’de 5 Koçtaş

CASTORAMA

Fransa’da 101

İtalya’da 22

Polonya’da 27

BRICO DEPOT

Fransa’da 67

İspanya’da 4

LEVENT ÇAKIROĞLU

Koçtaş Yapı Marketleri Genel Müdürü Levent Çakıroğlu, 1967 Ankara doğumlu. 1988 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Ardından Amerika’da Illinois Üniversitesi’nde MSA yaptı. 1988-1991 yılları arasında Maliye Bakanlığı’nda hesap uzman yardımcısı, 1991-1998 arasında hesap uzmanı olarak çalıştı. 1997-1998’de Bilkent Üniversitesi’nde part-time öğretim görevlisi, 1998-2002 arasında Koç Holding’de Denetim ve Mali Grup Koordinatörü olarak görev yaptı. 2000’de Koçtaş Yapı Marketleri Yönetim Kurulu Üyeliği’ne getirildi. 2002 yılından bu yana Koçtaş Yapı Marketleri’nin Genel Müdürlüğü’nü yürütüyor.
Yazının Devamını Oku

Kavaklıdere: Şaraptaki rekabet kolaya benzemez

3 Ekim 2005
<B>KAVAKLIDERE Şarapları’nın Murahhas Azası Ali Başman, şarap sektöründeki rekabetin ‘tatlı’ olduğu sürece ‘zevk’ vereceğini belirterek, ‘Şarapta kola rekabeti olmaz’ dedi. Başman, ‘Şarapçılıktaki rekabeti restoran gibi düşünebilirsiniz. Hepsinin sunacağı ayrı bir tad vardır. Rekabet tatlı olduğu sürece şarap sektörü için iyidir’ şeklinde konuştu.

BAĞCILIK ve şarap üretimi, son yıllarda Türkiye’de giderek ilgi gören bir sektöre dönüşmeye başladı. Özellikle şaraba meraklı bazı girişimciler küçük bağlar kurarak önce sadece kendi zevki için, sonra da yakın çevresi için ‘özel’ üretim yapar oldu. Her sektörde olduğu gibi bu sektörün de en büyük derdi haksız rekabet, yani ‘kayıt dışı’ üretim ve şaraptaki vergi yükü. 76 yıldır şarap üreten Kavaklıdere Şarapları’nın Murahhas Azası Ali Başman, şarap sektöründeki rekabetin ise ‘tatlı’ olduğu sürece ‘zevk’ vereceğini belirterek, ‘Şarapta kola rekabeti olmaz’ diyor. Başman, ‘Şarapçılıktaki rekabeti restoran gibi düşünebilirsiniz. Hepsinin sunacağı ayrı bir tad vardır. Rekabet tatlı olduğu sürece şarap sektörü için iyidir’ diye konuşuyor.

Kayıtlı rakamlara göre Türkiye’de yılda 35 milyon litre şarap üretildiğini, ancak bu rakamın aslında çok daha fazla olduğunu söyleyen Ali Başman, sektörün gelişebilmesi için şaraptaki verginin azaltılması gerektiğine dikkat çekiyor. Yaklaşık 20 yıldır şarap sektöründe olan Ali Başman ile şarap kültünü, Türk şarabının bugünü ve geleceğinin yanı sıra Kavaklıdere’nin yeni yatırım planlarını konuştuk.

Türk şaraplarının üzerindeki vergi yükünün bundan sonra dünya markası olması gerektiğini, bunun için daha kaliteli üretim yapması gerektiğine dikkat çekiyor.

Türkiye’deki ne kadar şarap üretiliyor? Sizin payınız nedir?

- Türkiye’de yaklaşık 35 milyon litre şarap üretiliyor. Tabii bunlar kayıtlı rakamlar. Burada bizim payımız yüzde 33-40 arasında. Ama bir de bildirilmeyen üretim var ve bu ciddi bir rakamı oluşturuyor. Küçük, orta boy, hatta bizim boyutlarımızda olup da bir kısmı kayıt dışı olan üreticiler var. Şarapta vergi yüksek. Litresinde minimum 3.2 YTL Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) var. KDV’yi koyarsanız vergi litrede 5-6 YTL’ye çıkıyor. Bunu kayıt dışı ödemediğinde aramızda en az 5-6 YTL, fark yaratılıyor. Bu da çok ciddi bir haksız rekabete neden oluyor ve bizi çok rahatsız ediyor.

Avrupa’da şaraptaki vergi nasıl?

- Avrupa’da üretici ülkelerde şarapta vergi yok. İngiltere ve Kuzey ülkelerinde var. İngiltere zaten üretici bir ülke değil.

Türk şarapları bugün hangi basamakta?

- Henüz birinci basamaktayız. Türkiye’de maalesef üretim konusunda belirlenmiş kurallar yok. Herkes kafasına göre bir şeyler yapıyor. Avrupa’da ise bütün bağlar kayıt altında. Fideleri dikeceğiniz yerleri, kaç tane dikeceğinizi bile onlar belirler. Avrupalı bize ‘Bu şarapları nasıl ürettiniz’ diye sorduğunda standardımız yok. Biz de kendi kurallarımızı koyuyoruz.

Kendi kurallarınızı oluşturmak için neler yapıyorsunuz?

- Ankara, Ege ve Kapadokya’daki bağlarımız tamamen kontrol altında. Üzümde verim ne kadar düşükse kalite o kadar yüksek olur. Geçtiğimiz aylarda üzümlerin üçte ikisini kesip attık. Bunu köylü anlamıyor, verimi yok ediyoruz diye düşünüyorlar. Ama aslında genç üzümleri keserek daha az salkım olmasını sağlıyoruz. Böylece salkımlar daha konsantre oluyor. Biz de bu üzümden çok daha güzel şarap yapabiliyoruz. Avrupa’nın kurallarını kopya ederek uygulamaya çalışıyoruz. Bir gün tamamen onların kurallarına göre üretim yapmak zorundayız.

Pazara yeni üreticilerin girmesi sizi nasıl etkiliyor?

- Şarap çok karlı bir sektör değil. Ama şu anda zevk için parası olan gruplar ya da kişiler zevk için küçük küçük şaraphaneler kuruyorlar. Bu çok zevkli olacak. Çok renkli olacak. Şarapçılıktaki rekabet kola rekabetine benzemez. Restoran rekabeti gibi düşünebilirsiniz. Hepsinin sunduğu tad başka. Her gün birini tadıyorsunuz. Hatta daha iyi olur. Rekabet tatlı oldu sürece, birbirine zarar vermediği sürece iyidir. Şarapta kola gibi rekabet olmaz.

Türkiye’nin şarap ihracatında şansı var mı?

- Özellikle Almanya, İngiltere ve Fransa’da çok Türk yaşıyor. Bunların büyük bölümü şarap içen Türkler değil, ama aralarında kendi işini yapan, bakkallar, restoran sahipleri var. Bunlar genellikle bizim şaraplarımızı satıyor. Böylece Avrupa’ya yayılmamız daha kolay oluyor. Ancak henüz Türk şarabı Avrupa’nın büyük marketlerine tam olarak giremedi.

Doğuda yeni üzüm bağları düşünüyoruz

Toplam ne kadar bağınız var?

- Ankara’daki bağlarımız 200 dekar. Ege’deki bağlarımız 1500 dekar. Kapadokya’daki bağlarımız ise 1650 dekar. Manisa’da kurulan bağlar ise 170 dekar üzerine yayıldı. Toplam şarap üretim kapasitemiz yıllık 17.5 milyon litre.

Yeni bağ ve şaraphane kurmayı düşündüğünüz yerler var mı?

- Doğu enteresan bir bölge. Üzümün olduğu bölgelerde yeni bağ tahsis edeceğimiz yeni yerler olacak. Her bölgenin kendine has tadı var. Önemli olan bu tadları doğru bir şekilde sunmak. Türkiye’de bugün şarap yatırımı yapılabilecek çok yer var.

Bağcılara teknik yardım yapıyoruz

Üretimde kullandığınız üzümlerin ne kadarı kendi bağlarınızdan?

-
Üzümlerin yüzde 8’ini kendi bağlarımızdan. üretiyoruz. Kalan ihtiyacımızı dışarıdaki bağlardan karşılıyoruz. Müstahsillerimizle ortak çalıştığımız bağlar var. Onlara bağ bakımı gibi konularda teknik yardım yapıyoruz. Hasatta bir yıl boyunca kontrol ettiğimiz ürünü alıyoruz. Tekirdağ’dan Tokat’a kadar her yerden bize üzüm gelir.

Kav Butikleri’nde rakip markaları da satıyoruz

Şarap butiklerini neden açtınız?

- Şarap butiklerimiz perakende satış amaçlı. Ankara, İzmir ve İstanbul’da açtığımız Kav Şarap Butikleri’nde hem kendi ürünlerimizi, hem rakiplerimizin ürünlerini, hem de 10 değişik markada ithal şarabı birlikte sunuyoruz. Müşteri şarapla ilgileniyorsa her markayı bir arada görmesi ve tatması lazım. Bu yüzden rakibimizin şarabını da satıyoruz. Ama süper market fiyatlarıyla rekabet edemiyoruz. Biraz yavaş gidiyoruz bu yüzden. Bu butiklerde tüketiciyi şarap konusunda eğitiyoruz.

Kavaklıdere 76 yıl önce kuruldu

Kavaklıdere şarap üretimine nasıl başladı?

- Halamın eşi Cenap And, Avusturya’da eğitim görmüş. Ankara’ya döndüğünde 1929’da Kavaklıdere’yi kurmuş. Cenap And, bu işi tam bilmediği için Alman ve Avusturya kökenli şarap uzmanlarıyla çalışmış. Kavaklıdere’deki bağlarda üretime başlamış. 1982’ye kadar eniştem işin başındaydı. Sonra eniştemi kaybettik, bu arada halam devreye girdi. Babam da halama yardımcı olmak için bu işe başladı. 1985’de ben de şirkette çalışmaya başladım.

Kavaklıdere’deki arazinin parasını şaraba yatırdık diye deli dediler

Üretimi neden Kavaklıdere’den Akyurt’a taşıdınız?

- 1985’te üretimimiz 2 milyon litreydi. Kavaklıdere’deki tesisimiz şehrin tam ortasında ve en değerli yerinde kalmıştı. Kavaklıdere’deki arazi satıldı ve Akyurt’a gelindi. Fransız firmaların desteğiyle yeni bir bağ ve hemen yanında 4 milyon litre kapasiteli yeni bir şaraphane kuruldu. O günlerde şarap sevenlerin sayısı azdı ve Türkiye Avrupa’ya açık değildi. Ankara’nın en değerli arazisini satıp şaraba yatırım yaptığımız için o günlerde bize deli diyenler çıktı. Sonra Kapadokya ve Ege’de yeni bağ ve tesisler kurduk.

ALİ BAŞMAN

Kavaklıdere Şarapları Murahhas Azası Ali Başman, 1960 doğumlu. 1979 yılında Saint Joseph Fransız Lisesi’nin ardından 1984’de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’nden mezun oldu. Hemen ardından ailesine ait Kavaklıdere Şarapları’nda iş hayatına başladı. Önce muhasebe ve stok, sonra satışta çalıştı. Bir süre sonra Genel Koordinatör oldu. Halen Kavaklıdere’de Murahhas Azası olarak görev yapıyor.
Yazının Devamını Oku

Kavaklıdere: Şaraptaki rekabet kolaya benzemez

3 Ekim 2005
KAVAKLIDERE Şarapları’nın Murahhas Azası Ali Başman, şarap sektöründeki rekabetin ‘tatlı’ olduğu sürece ‘zevk’ vereceğini belirterek, ‘Şarapta kola rekabeti olmaz’ dedi. Başman, ‘Şarapçılıktaki rekabeti restoran gibi düşünebilirsiniz. Hepsinin sunacağı ayrı bir tad vardır. Rekabet tatlı olduğu sürece şarap sektörü için iyidir’ şeklinde konuştu.

Yazının Devamını Oku

‘e-imza’ ile 3 yılda 25 milyon doları yakalarız

26 Eylül 2005
TÜRKİYE Bilişim Vakfı Başkanı Faruk Eczacıbaşı, Elektronik Bilgi Güvenliği şirketi ‘e-Güven’in önümüzdeki üç yılda 25 milyon dolarlık bir geliri yakalamasını hedeflediklerini söylüyor. Eczacıbaşı, halen tamamı vakfa ait şirketin yakında yüzde 49’unun bilişim sektörüne de açılacağı mesajını veriyor.

Yazının Devamını Oku

‘e-imza’ ile 3 yılda 25 milyon doları yakalarız

26 Eylül 2005
<B>TÜRKİYE</B> Bilişim Vakfı Başkanı Faruk Eczacıbaşı, Elektronik Bilgi Güvenliği şirketi ‘e-Güven’in önümüzdeki üç yılda 25 milyon dolarlık bir geliri yakalamasını hedeflediklerini söylüyor. Eczacıbaşı, halen tamamı vakfa ait şirketin yakında yüzde 49’unun bilişim sektörüne de açılacağı mesajını veriyor.

TELEKOMÜNİKASYON Kurulu tarafından Elektronik Servis Hizmet Sağlayıcısı olarak ilk yetkilendiren şirket olan Elektronik Bilgi Güvenliği ‘e-Güven’, e-imza’nın üretim ve satışını gerçekleştirecek. Elektronik sertifika ve zaman damgası konularında Nitelikli Elektronik Sertifika Hizmet sağlayıcısı olarak hizmet verecek. e-Güven, Türkiye Bilişim Vakfı’nın (TBV) bir şirketi.

Türkiye Bilişim Vakfı Başkanı Faruk Eczacıbaşı, e-imza şirketi e-Güven ile ilk yıl 8 milyon dolar, üç yıl içinde de 25 milyon dolarlık bir ciro yakalamayı bekliyor. Faruk Ezcacıbaşı, şu anda tamamı TBV’ye ait olan e-Güven’in ileride yüzde 49’unun sektöre açılacağını belirtiyor. Aynı zamanda TÜBİSAD Yönetim Kurulu ve Yüksek Bilişim Konseyi Üyesi de olan Faruk Eczacıbaşı ile e-imza’nın Türkiye’ye getireceklerini ve e-Güven şirketinin bundan sonraki hedeflerini konuştuk.

Ne kadar zamandır elektronik imza projesi üzerinde çalışıyordunuz?

- On yıl önce kurulan vakfımız, teknolojinin gerek ekonomiye gerek toplumsal gerek kişisel fayda sağlayacak şekilde kullanımını arttırıcı çalışmalar yapmak bu konuda üretilecek politikaları desteklemek amaçlıyor. Bugüne kadar sadece hedefe yönelik, ağırlıklı toplumsal projeler yaptık. Elektronik imza projesi üzerinde yaklaşık dört yıldır çalışıyoruz. Zaten bütün dünyada geçmişi 8-9 yıl. Çeşitli aşamalardan geçtikten sonra ilk kez bu yıl Elektronik İmza Yasası’nın kanunlaşmasıyla birlikte artık tamamen daha fiili bir kuruluş haline geldik.

e-Güven’in tamamı vakfa ait. Hisse yapısı ileride değişir mi?

- e-Güven’in tamamı şu anda Türkiye Bilişim Vakfı’na ait, ancak ilerleyen günlerde şirketin yüzde 51’inin vakıfta kalmasını, geri kalanını da sektöre veya ilgilenenlere açık bir yapıya dönüştürmek istiyoruz. Ağırlığın vakıfta kalmasını istiyoruz. Bunun bir takım nedenleri var.

Bu nedenleri biraz açar mısınız?

- Birincisi, tabii ki vakfın faaliyetlerine destek olmasını sağlamak. İkincisi, bu konunun her türlü kuruma eşit mesafede bulunan, objektif bir yapı olmasının ‘güvenilirlik’ açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Şirketin yüzde 49’unu ne zaman sektöre açmayı planlıyorsunuz?

- Bunun hazırlıklarına ve lansmanına başladık. En geç bu yıl sonuna kadar gerçekleştirmeyi düşünüyoruz.

Ne kadarlık bir gelir hedefliyorsunuz?

- Önümüzdeki yıl şirketin sektöre açılması ve hizmet faaliyetlerimizden 8 milyon dolarlık bir gelir beklentimiz var. Yıllık gelirin aşama aşama 2009’da 25 milyon dolara çıkacağını hesaplıyoruz.

Peki ‘e-imza’ ne kadarlık bir pazar yaratacak?

- Bu konunun portföyü daha en baştan birkaç milyon doları bulmaya başlayacaktır. Zaten hem devlet, hem de özel kesimdeki yapılaşma bu işte devam ediyor. Burada bize çok görev düşüyor. Verdiğimiz servisleri gösterebilmek doğru dürüst servis verebilmek. Beklentimiz ilk yıl içinde 3-5 milyon YTL.’lik bir büyüklüğe ulaşması. Fakat ondan sonra daha da hızlı artacak.

Dünyada 40’tan fazla hizmet ortağı var

Elektronik Bilgi Güvenliği Şirketi e-Güven, Türkiye Bilişim Vakfı (TBV) önderliğinde, Kasım 2003’te kuruldu. Elektronik ortamda ticari işlemlerin ve bilgi alışverişinin güvenli biçimde yapılabilmesi için ‘Açık Anahtar Altyapısı’nda çalışan anahtarları, kişisel kimliklerle ilişkilendirerek ‘Elektronik Sertifika’ üreten ‘Elektronik Sertifika Hizmet Sağlayıcısı’ olarak faaliyet gösteriyor.

Kurumun sertifika dağıtımlarını gerçekleştiren dünya genelinde 40’ın üzerinde ve Avrupa’da 18 adet hizmet ortağı var.

Bireyler e-imza’yı nasıl kullanacak?

Kullanıcı sertifika/elektronik imza talebini banka veya kurum içinde bulunan kullanıcı kayıt sistemi aracılığıyla gerçekleştirir.

Banka/kurum, sahip olduğu veritabanından kullanıcının doğrulamasını yapar.

Kullanıcı kendisine ait anahtar çiftine PC, USB Token, smart kart üzerinde çalışacak otomatik bir uygulamayla sahip olur.

Gizli anahtar sadece ve sadece kullanıcıda kalacak şekilde, açık anahtar Elektronik Sertifika Hizmet Sağlayıcısına gönderilir.

Doğrulamanın ardından, kullanıcıya ait sertifika oluşturma bilgisi otomatik olarak Elektronik Sertifika Hizmet Sağlayıcısına aktarılır.

Elektronik sertifika hizmet sağlayıcısı sertifikayı oluşturup, kurum adına imzalar ve sertifikayı banka/kuruma ileterek sertifika dizininde genel erişim için saklar.

Birbirleri arasında elektronik haberleşme veya kurumların uygulamaları doğrulamalarında kullanılmak üzere sertifika dizinine erişim sağlanır.

Kullanıcının doğru olduğunu garantiliyor


e-Güven neler yapacak?

- Bu şirket kurulmadan önce dahi elektronik imza yapısının Türkiye’de oluşması için gerçekten çok büyük katkıda bulundu. Bunun dışında sertifikalar verecek. Bankalara veya diğer kurumlara, kullanıcının o kullanıcı olduğunu garanti eden ve o kullanıcıya da kendi bilgilerinin karşı tarafa ulaştığını, gerektiğinde garanti eden bir sistem yaratıyor. Burada kimliğinizi verdiğiniz sürece bu konuda siz kendi garantinizi de sağlamış oluyorsunuz.

Bundan önce bu garanti yok muydu?

- Evet vardı, ama internetin kendi güvenliği çerçevesinde normal olarak internet dışında da yapılan işlemlerde ne kadar cürüm işleniyorsa o kadar işlenebiliyordu. Burada artık sizin ıslak imzayı vermeniz kadar sizi hem sorumluluk altında tutuyor, hem de size o garantiyi veriyor.

En iyi müşterimiz finans sektörü olacak

e-imza’yı en çok kimler kullanacak?

- En iyi müşterilerimizin finans sektöründen olacağını varsayıyoruz. Arkasından iletişim sektörü gelecektir. Endüstrinin de önemli bir kullanıcı olmasını beklememiz lazım. Ama bu daha fazla zaman alacak. Biz daha yasa çıkmadan önce Koçbank, Garanti Bankası bankalarla ortak çalışmalara başladık. Koçbank, Garanti Bankası ile ortak çalışmalara başladık. Bundan sonra gerçekten büyük bir hızlanma olacağını ve bir artışın geleceğini bekliyoruz.

Güvenli elektronik imza nedir?

Güvenli elektronik imzanın tanımı şöyle yapılıyor: Münhasıran imza sahibine bağlı olan, sadece imza sahibinin tasarrufunda bulunan güvenli elektronik imza oluşturma aracı ile oluşturulan, nitelikli elektronik sertifikaya dayanarak imza sahibinin kimliğinin tespitini sağlayan, imzalanmış elektronik veride sonradan herhangi bir değişiklik yapılıp yapılmadığının tespitini sağlayan, elektronik imzadır.

FARUK ECZACIBAŞI

1954 yılında İstanbul’da doğan Faruk Eczacıbaşı, Berlin Teknik Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni bitirdi. Daha sonra aynı fakültede master yaptı. 1980’de Eczacıbaşı Holding Planlama Bölümü’nde görev aldıktan sonra ABD’ye giderek American Hospital Supply Co.’da çalıştı. Türkiye’ye döndüğünde Eczacıbaşı İlaç’ta çeşitli görevler aldı. 1984’de Padeko İlaç’ta Genel Müdür, Eczacıbaşı İlaç’ta Plan ve Projeler Genel Müdür Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Halen, Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Eczacıbaşı Bilgi İletim’in Yönetim Kurulu Başkanı. Aynı zamanda TÜBİSAD Yönetim Kurulu ve Yüksek Bilişim Konseyi Üyesi ve Türkiye Bilişim Vakfı (TBV) Yönetim Kurulu Başkanı.
Yazının Devamını Oku

Çin’den şimdi değil asıl 5 yıl sonra korkmalıyız

19 Eylül 2005
<B>SILK</B>&Cashmere markasının yaratıcısı Fabeks Dış Ticaret Genel Müdürü Ayşen Zamanpur, Çin rekabetinden korkan tekstil sektörüne, ‘Çin asıl 5 yıl sonra rakip olacak. Tasarıma ve markalaşmaya çok önem veriyor ve büyük yatırım yapıyor. Beş yıl sonra Çinliler kendi markalarıyla gelecek. Esas rekabet o zaman olacak’ uyarısında bulundu. YAKLAŞIK 13 yıldır İç Moğolistan’da kaşmir, ipek üretimi yapan Silk&Cashmere markasının yaratıcısı Fabeks Dış Ticaret Genel Müdürü Ayşen Zamanpur, Çin’de ilk yabancı sermaye yatırımını gerçekleştirenler bir yatırımcı. ‘En kaliteli kaşmir İç Moğolistan’daydı, ben de hammaddenin anavatanına gittim’ diyen Zamanpur, Çin rekabetinden korkan tekstil sektörünü uyarıyor:

‘Çin asıl 5 yıl sonra rakip olacak. Tasarıma ve markalaşmaya çok önem veriyor ve büyük yatırım yapıyor. Beş yıl sonra Çinliler kendi markalarıyla gelecek. Esas rekabet o zaman olacak.’

Ayşen Zamanpur, Avrupa’daki birçok ülkenin başkentinin yanı sıra üretim yaptığı Çin’de de bir Silk&Cashmere mağazası açmak istiyor. Zamanpur, bunun için Şanghay’da uygun bayi arayışını sürdürüyor.

2001 yılında Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu Mükemmel Kadın Girişimci Ödülü’ne layık görülen Ayşen Zamanpur ile Çin rekabetini ve Silk&Cashmere’in hedeflerini konuştuk.

İç Moğolistan’daki ortaklığınız nasıl gidiyor?

- 1992’de İç Moğolistan’daki Luda adlı fabrikanın kaşmir bölümüne yüzde 50 ortak olduk. Böylece ortak şirketimiz Lufa doğdu. Bu ortaklığımız halen başarıyla sürüyor. Çin’le iş yapmak çok kolay değil, hem fiziksel olarak, hem kültürel olarak Türkiye’ye çok uzak. Ama bizim artık bu ortaklıkta 13’üncü yılımız. Çok sık gidiyoruz bir ayağımız bir gözümüz hep orada. Türkiye’de olmayan bir ham maddeden dünyada kabul edilebilir bir marka yarattık.

Çin’de üretim yapıyorsunuz. Çin mallarıyla rekabet konusunda ne düşünüyorsunuz?

- Türk tekstil sektörü ucuz ve kalitesiz ürünleriyle haksız rekabet yaratıyor diye Çin’den korkuyor. Şu anda Çin’i bir şekilde engellemek mümkün. Ama çok yakın zamanda Çin kendi dünya markalarıyla gelecek. Tasarıma o kadar büyük önem veriyor ve markalaşmaya o kadar büyük yatırımlar yapıyorlar ki böyle olması kaçınılmaz. Çin bir şeye odaklandığı zaman başarıya mutlaka ulaşıyor. Dünya markaları yaratacaklar. Şu anda tekstilde bir Çin markası yok, ama gelecek. Önümüzdeki beş yıllık dönemde Çin, dünya markalarıyla pazara girecek. O zaman nasıl engelleyeceğiz onları? Biz onlarla şimdi savaşmak yerine, markalaşmaya odaklanalım. Enerjimizi kendi markalarımızı yaratmak için kullanalım.

Silk&Cashmere’in dünyada rekabet gücü nasıl?

- Dünyada çok eski ve köklü, İskoç, İtalyan ve İngiliz markaları var. Amerikalılar da çok az üretiyor. Biz bunların arasında sıyrılarak geldik bugüne. Ham maddesi, koleksiyonu ve makul fiyatıyla ortaya çıkabilen çok az üretici arasındayız. Üstelik bunların hiç biri ipek-kaşmir üretmiyor. Burada da çok güzel bir boşluk yakaladık.

Yurtdışında nerelerde mağazalarınız var?

- Şu anda Moskova, Berlin, Brüksel, Barselona, İsviçre’de Zürih ve Olten’de mağazalarımız var. Yakında Amsterdam’da Magda Plaza’da bir mağazamız açılıyor.

Yurtdışında yeni mağaza açacak mısınız?

- Paris’e corner’larla girdik. Kışın güzel bir satış yakalayacağımıza inanıyorum, böyle olursa güzel bir mağaza da açmak istiyoruz. Ayrıca Çek Cumhuriyeti’nde çok iyi bir alıcımız var, orada da neden olmasın diyoruz. Bosna Hersek ve Karabağ’dan da ciddi talep geliyor, bunları değerlendiriyoruz. Ama benim asıl hedefim Çin. Şanghay’da yerel bir bayi ile güzel bir noktada mağaza açmak istiyorum.

Rusya’da taklit edilmeye başlandık

Üç yıl önce girdiğiniz Rusya pazarında beklediğinizi bulabildiniz mi?

- Moskova’daki mağazamız 2002’de açıldı. Rusların müthiş bir kaşmir tutkuları var. Kaşmirden yapılmış kabanları, paltoları, şapkaları atkıları, eldivenleri çok seviyorlar. Rus müşterilerimiz bizden toptan alışveriş yapıyordu. İlk kez Moskova’da ‘Dr. Jivago’ koleksiyonu ile kürk yakalı, kadın-erkek, manto ve paltoya da girdik. Dr. Jivago bize çok uğurlu geldi. O kadar büyük ilgi gördük ki Rusya’da bizim taklitlerimiz bile çıktı.

İnsanları ürkütmeyen, lüks ama ulaşılabilir mağazalar

Markanızın hedef kitlesi nedir?

- Biz mağazalarımızda sıcak, dokunulabilir, çok lüks kokmayan ve insanları ürkütmeyen bir konsept yaratmaya çalışıyoruz. Herkes çok lüks mağaza yapabilir, ama biz ulaşılabilir bir lüks mağaza olmak istiyoruz. Gücü olan kaşmir battaniye alabilsin, gücü yetmeyen de kaşmir bir ürünü taksitle de olsa alabilsin diyoruz. Bizim A+ zaten müşterimiz, B kategorisindeki ve

C+‘ya da mal satabilmek istiyoruz.

Cironun yarısı yurtdışından

Cironuz nedir, bunun ne kadarı yurtdışından sağlanıyor?

- Yıllık ciromuz 16 milyon dolar. Bu yıl sonunda yüzde 35’lik bir büyümeyi gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Ciromuzun yüzde 50’si yurtiçi, yüzde 50’si yurtdışı mağazalarımızdan geliyor.

Kaşmir battaniyemiz ve yorganımız çok tuttu

Kaşmirde yeni ürünleriniz olacak mı?

- Genç giyinenlere yöneldik. Dünyadaki bütün fuarları takip ettik. Kıştan itibaren tüm ürünlerimiz şaşkınlık yaratacak. Çok güzel renkler kullandık. Kaşmirde genelde renklere pek fazla girilmez. Biz trendy renklere girdik. Kaşmir battaniyemiz ve yorganımız çok tuttu. Özellikle yurtdışında lüks ve prestijli bir hediye olarak iyi satıyoruz. Ayrıca son birkaç yıldır saf ipekten gece kıyafetleri de yapıyoruz.

Kaşmir ürünler neden çok pahalı?

- İnsan teniyle uyumlu kaşmir, vücut yapısını da kontrol ediyor. Vücudu çok ısıtmıyor, ama üşütmüyor da. Dünyada Çin, Moğolistan başta olmak üzere pek az sayıda ülkede elde ediliyor. Kaşmir keçilerinin boyun altından karınlarına kadar olan bölgede oluşan bu ipeksi tabaka özel taraklarla toplanıyor, yöresel sularda yıkanıyor ve 50 ayrı işlemden geçirilerek kaşmir kazağa yada kumaşa dönüşüyor. Kaşmir hammaddesi bir keçiden bir yılda en fazla 30-70 gram elde edilebiliyor. Ama bir kazak için ortalama 300 gram kaşmir gerekiyor.

AYŞEN ZAMANPUR

FABEKS Dış Ticaret Genel Müdürü Ayşen Zamanpur, 1976 Robert Kolej mezunu. 1980’de Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun oldu.1981-1985 yılları arasında T.Şişe Cam Fabrikaları’nda planlama uzmanlığı ve planlama müdürlüğü yaptı. 1988-1992 yılları arasında Benetton’un 7 mağazasının bayiliğini yürüttü. 1992’de Silk & Cashmere’i kurdu. Zamanpur, 1998’de Boğaziçi Üniversitesi, NTV ve Arthur Andersen Uluslararası Genç Girişimci Yarışması ‘En Yaratıcı Girişimci’ ödülünü, 1999’da Milli Prodüktivite Merkezi’nin ‘Yılın En Başarılı İş Adamı’ ödülünü aldı. 2000’de Dünya Gazetesi tarafından ‘Yılın En Başarılı Girişimcisi’ seçilen Zamanpur, 2001’de 8 kişiyle birlikte, Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu Mükemmel Kadın Girişimci Ödülü’ne layık görüldü.
Yazının Devamını Oku