Otomatik BES’ten ayrılan çalışanlar, 2019 başından itibaren işverenleri tarafından yeniden sisteme alınacak. 2017’nin ocak ayı itibarıyla 45 yaş altı tüm çalışanların bireysel emeklilik sistemine katılmasını sağlayan otomatik katılım uygulaması; ilk olarak 1000 ve üzeri çalışanı olan işletmelerden başladı ve 2.4 milyon kişi işverenleri tarafından sisteme sokuldu. Ardından geçen yılın nisan ayında, 250 ila 1000 çalışanı olan özel sektör şirketleri ile kamuda çalışan memurlar sisteme dahil edildi ve 2.5 milyonu özel sektör, 2.1 milyonu da kamu çalışanı olmak üzere toplam 4.6 milyon kişi BES’e giriş yaptı.
2017’nin temmuz ayında ise 100 ila 250 arası çalışanı olan özel sektörde çalışan 2.1 milyon kişi sisteme dahil edildi. Böylece geçen yıl toplam 9.2 milyon çalışanın işverenleri tarafından sisteme girişi sağlandı. Ancak bu 9.2 milyon çalışanın, 5.7 milyonu sistemden ayrıldı; 3.5 milyonu kalarak, tasarruf etmeye başladı. Yani, girenlerin yüzde 62’si otomatik BES’ten çıktı.
5.7 MİLYON KİŞİYİ İLGİLENDİRİYOR
Otomatik katılım, yaklaşık 14 milyon kişiyi ilgilendirdiğinden, tüm çalışanların da aynı anda sisteme alınması zor olacağından, üç yıla yayılan kademeli geçiş öngörüldü ve 2017 yılı ile birlikte uygulama başladı. 2018’de ise otomatik katılımın ikinci etabı dereye girdi ve çalışan sayısı 50 ile 100 arası olan özel sektör şirketleri ile kamuda çalışan toplam 1.3 milyon kişi sisteme giriş yaptı. Bunların da 809 bini ayrıldı, 510 bine yakını da kaldı. Bu yılın temmuz ayında ise 10 ila 49 arası çalışanı olan işyerlerindeki 1.6 milyon kişi işverenleri tarafından sisteme dahil edildi ve bu çalışanların 900 bine yakını da sistemden ayrılmayı tercih etti. İki yıl içinde toplam 12 milyondan fazla çalışan otomatik BES’e giriş yaptı. Bugüne gelindiğinde 5 milyon çalışan sistemde kalarak, tasarruf ediyor. Son olarak 2019’un ocak ayında 5 ila 9 çalışanı olan işletmeler sisteme alınarak; üç yıla yayılan otomatik katılım uygulaması ile 14 milyon çalışanın BES’e girişi sağlanmış olacak.
ÖNCE 2017’DE ÇIKANLAR GİRECEK
Peki, otomatik BES uygulaması artık bitiyor mu? Hayır, bitmiyor. Sisteme yönelik yasal mevzuat hazırlanırken kanuna şu madde eklendi: “Sistemden ayrılma işlemi gerçekleştiren çalışanlar, Hazine Müsteşarlığı’nın belirleyeceği esaslar dâhilinde 2 yılda bir tekrar otomatik olarak sisteme dâhil edilebilirler. Müsteşarlık bu süreyi 1 yıla kadar azaltmaya ve 3 yıla kadar artırmaya yetkilidir.”
Bu ne anlama geliyor? Eğer, Hazine ve Maliye Bakanlığı, aksi bir karar vermez ve yasadaki maddeyi uygularsa; geçmiş dönemde otomatik BES’ten çıkan çalışanlar iki yıl içinde işverenleri tarafından yeniden sisteme otomatik olarak dahil edilecek. Mevzuat iki yılda bir dediği için de ister iki aylık cayma süresi içinde, isterse de cayma süresini geçirdikten sonra ayrılmış olsun; 2017’de sistemden tüm çıkanlar, 2019’un başından itibaren yeniden BES’e girecek. 2017 yılında gerek özel sektörde gerekse de kamuda çalışan 5.7 milyon kişi otomatik BES’ten ayrılmıştı. İşte bu 5.7 milyon çalışan, 2019’da işverenleri tarafından yeniden sisteme dahil edilecek. 2018 yılında çıkanlar ise 2020’nin başından itibaren sisteme giriş yapacak.
Son olarak şunu da belirteyim; kanun, hangi nedenden olursa olsun otomatik BES’ten ayrılanların sisteme yeniden girmesine imkan tanımıyordu. Bu uygulama ile fikrini değiştirip, otomatik katılım aracılığı ile tasarruf etmek isteyenler, sisteme giriş yapabilecek. Yok, çalışan, aynı fikirdeyse, yani bireysel emeklilik aracılığı ile tasarruf etmek istemiyorsa, yine istediği zaman çıkabilecek.
KAMU İktisadi Teşebbüslerinde (KİT) taşeron olarak çalışan işçiler de artık kadroya alınacak. Geçtiğimiz yılın sonunda çıkarılan yasa ile genel merkezi bütçe kapsamındaki tüm kamu kurumları, özel bütçeli idareler, denetleme ve düzenleme kuruluşları ile mahalli idareler, yerel yönetimler, il özel idareleri, mahalli idarelerin birliklerinde çalışan 900 binden fazla taşeron işçinin kadroya geçişine imkan tanınmıştı. Bu yılın Nisan ayı itibariyle de işçilerin kadroya geçişi tamamlandı. Ancak KİT’ler ve bağlı ortaklıklarında taşeron olarak çalışan işçiler bu düzenlemeden yararlanamadı.
ŞARTLAR NELER?
Geçtiğimiz hafta Resmi Gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile KİT’ler ve bağlı ortaklıklarında sözleşmeli olarak çalışan işçilere de kadro yolu açıldı. Peki, bu imkandan kimler, nasıl yararlanacak? Aralarında Makina Kimya Endüstrisi Kurumu, Türkiye Kömür İşletmeleri, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın da bulundu toplam 22 kurumda, 106 bin 539 kişi çalışıyor. Bunların 3 bin 735’i memur; 43 bin 344’ü sözleşmeli ve 3 bin 387’si de kapsam dışı işçi statüsünde çalışıyor. İşte yeni düzenlemeyle, 23 KİT ve bağlı ortaklıklarında çalışan 47 bine yakın sözleşmeli işçi artık kadroya geçecek. Kadroya geçiş şartına gelince, yayımlanan kararnameye göre; KİT ve bağlı ortaklıklarında personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alım sözleşmesi kapsamında taşeronlar tarafından çalıştırılanlardan 4 Aralık 2017 tarihi itibariyle en az 2 yıl kesintisiz çalışan ve halen de çalışmaya devam edenler bu haktan yararlanacak. Yani, kadroya geçebilmek için, 4 Aralık 2015 tarihinden itibaren kesintisiz 2 yıl çalışılıyor olması gerekiyor; tabi, yıllık izin, doğum izni, askerlik ve toplam 30 günü geçmeyen kesintiler hariç.
ÖNCE SINAV SONRA KADRO
Bu şartları yerine getirenler yapılacak sınavda başarılı olmaları halinde mevcut durumda görev yaptıkları kuruluşlarda işçi statüsünde istihdam edilebilecek. Daha açık anlatımla, kadroya geçebilmek için aynı kurumda iki yıl kesintisiz çalışıyor olmak, açılacak olan sınavda da başarılı olmak şart. Başarılı olanlar kamuda işçi statüsünde kadroya alınacak, toplu sözleşme, ikramiye gibi diğer tüm kamu çalışanlarına tanınan haklardan yararlanabilecek. Sınav ise bu yılın sonuna kadar yapılacak.
Bunlar, Kararname ile kadro için yerine getirilmesi gereken özel şartlar. Ayrıca erkek adaylar için askerliğini yapmış ya da ertelemiş olmak, sosyal güvenlik sisteminden emeklilik aylığı alıyor olmamak, daha önce kadroya alım için dava açmamış olmak ya da açtığı davadan feragat etmiş olmak aranan diğer şartlar. Çalışanlar bu şartlara uyuyorsa, kadroya geçişte eğitim ve kıdem gibi başka koşullar aranmayacak.
HANGİ KİT’LERDE ÇALIŞANLAR KADROYA ALINACAK
-
Buna örnek bir olay anlatacağım. Olay, geçtiğimiz hafta İstanbul’da yaşanıyor ve baş aktörü, bir çekici. Çekici, yanlış yere park etmiş bir aracı çekmeye çalışıyor. Ancak araç çekilmeye müsait konumda değil. Çekici, uğraşıyor da uğraşıyor; yandan kaldırıyor olmuyor, indiriyor, bir daha kaldırıyor. Baktı olacak gibi değil, bu sefer sürüklüyor, o da olmuyor. Bu arada da vatandaşın biri, olup biteni cep telefonu ile kameraya alıyor. Aracın hırpalanmasına dayanamayan vatandaş sonunda çekicinin şoförünün yanına gidip, “Memur bey, yazık değil mi araca. Bir dişli atsa 5-6 milyar, buradan kaç para alacaksınız ki, 200 lira para alacaksınız. Benim de aracım var, yazık olmuyor mu?” diyor.
VATANDAŞIN BAŞINA GELENLER
Bu lafın üzerine de çekicinin şoförü cevabı yapıştırıyor: “Niye sorun ediyorsun ki, kasko zararı karşılar, senin derdin ne?” Vatandaşın öfkesi artıyor ve “Zihniyete bak, iyi o zaman kasko karşılar diye saplayın aracın ortasına, götürün” diyor. Vatandaş ile şoför arasındaki tartışma biraz daha devam ediyor ve şoför üst üste kaskonun karşılayacağını söylemeye devam ediyor. Olayın tamamının seyretmek isteyenler varsa bu video, sosyal medyada ‘çekici terörü’ başlığı altında dolaşıyor.
Yok, ben, buna çekici terörü falan demeyeceğim; en hafif tabiriyle bilgisizlik diyeceğim. “Kasko öder, sen niye dert ediyorsun” diyen memura söylenecek tek laf var; o da, ‘hayır arkadaş, kasko değil, sen cebinden ödeyeceksin’. Neden mi? Çünkü çekici, kaskolu aracı çekerken zarar verirse sigorta şirketi, vatandaşın zararını öder; sonra da çekinin şoförüne ya da çekicinin bağlı olduğu vakfa rücu eder, yani ödediği zararı hukuk yoluyla talep eder. Şunu da söyleyeyim, bu işi yapan birinin, araca zarar verdiğinde dönüp dolaşıp bu zararı kendi cebinden ödeyeceğini ya da bağlı olduğu şirketin kasasından çıkacağını bilmemesi de vahim.
NE YAPACAKSINIZ?
Bu olayı sigortacılara da sordum. Çekicinin neden olduğu hasarlarla sık karşılaştıklarını; genellikle çekicinin halatının kopup aracın yere düşmesi ya da çekicinin aracı kaldırmak için kullandığı ahtapot kolunun aracın üzerine düşmesi gibi daha ağır vakalar da yaşandığını ve hepsinde de ödedikleri hasarları çekici vakıflarına rücu ettiklerini söylediler.
Peki, böyle bir durumla karşılaştığınızda ne yapacaksınız? Öncelikle, ‘aracım çekilirken hasar gördü’ diye polis zaptı tutturacaksınız. Eğer zabıt tutulursa sigorta şirketi, çekicinin bağlı olduğu vakfa ödediği hasarı hemen rücu ediyor. Zabıt tutulamadığı durumlarda da olay yerini resimlerle belgeleyeceksiniz. Mesela yukarıda bahsettiğim olaydaki gibi video kaydı bu iş için yeterli.
Zararım 345 TL. Firmayı aradım devlet katkısı fonunu değiştiremiyoruz dediler. Buna bir çözüm lütfen.” Hadi, bir tane daha paylaşayım: “Son bir yılda şirketlerin devlet katkısı fonları yüzde 2 ila yüzde 6 arasında zarar etti. Bu konuyu ele almak ister misiniz?” Okuyuculardan gelen böyle onlarca şikayet var. Özetle, BES katılımcıları, ‘devlet katkısındaki birikimlerimiz eriyor’ diye feryat ediyor.
DEVLET KARAR VERİYOR
Öncelikle şunu belirteyim, devlet katkısının nerelerde ve nasıl değerlendirileceğinin sınırları Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yasayla belirlenmiştir. BES katılımcıları, kendi birikimlerini kendi seçtikleri fonlarda değerlendirebilir, hatta senede 6 kere bu fonlarını değiştirebilir de ama devletin yatırdığı yüzde 25’lik katkının hangi yatırım araçlarında değerlendirileceğine sadece devlet karar verir. Buna göre de devlet katkısı fonlarının asgari yüzde 75’i Hazine tarafından ihraç edilen TL cinsinden borçlanma araçlarında, gelir ortaklığı senetlerinde ve kira sertifikalarında değerlendirilebiliyor... Azami yüzde 25’i de TL cinsinden mevduatta, katılma hesabında, borsada işlem görmesi kaydıyla bankalar tarafından çıkarılan borçlanma araçlarında ve BİST 100 endeksindeki veya BİST katılım endeksindeki hisse senetlerinde değerlendirilebiliyor. Okuyucumun belirttiği gibi, emeklilik şirketine telefon açıp, ‘kardeşim benim devlet katkısındaki birikimim eriyor şu fonu değiştirin’ deseniz de şirketin yapabileceği bir şey yok, sizin de yapacağınız bir şey yok.
YÜZDE 13’LÜK KAYIP VAR
Gelelim, devlet katkısı fonlarının getirilerinin düşüklüğüne. Doğrudur, bu yılın başından itibaren devlet katkısı fonlarında getiriden söz edilemez; hatta bırakın getiriyi, yüzde 13’e yakın değer kaybı var. Daha açık bir anlatımla, devlet katkısındaki birikimler bu yılın başından itibaren yüzde 13 eridi. Peki, neden böyle? En basit haliyle anlatayım. Aslında en basit hali özetle şu: Faizlerin yüksek olduğu dönemde, devlet katkısının getirisi düşer. Eminim, bu satırları okuyunca, ‘daha iyi ya faizler yüksek, getirinin de yüksek olması lazım’ diyeceksiniz. Öyle değil işte. Katkı fonları yapısı itibariyle tahvil içerikli fonlar ve bunların getirisinde ana rolü de devlet iç borçlanma senetleri oynuyor. Bunların da faizle aralarında ters bir ilişki var. Faizlerin yüksek seyrettiği dönemlerde borçlanma senetlerinin getirileri düşüyor, faizlerin düştüğü dönemde getiri artıyor. Bu sene başından itibaren de faizler yüksek seyrettiğinden devlet katkısının getirisi de düşük oldu.
KATILIMCILARA ÖNERİM
İşin teknik ve finansal anlatımı böyle ama ben size şunu söyleyeyim. Dikkat edin, baştan beri sürekli olarak, ‘sene başından itibaren’ diyorum. Evet, bu sene devlet katkısının getirisi yüzde 13 düşük oldu, okuyucunun tabiri ile yüzde 13 zarar ettirdi; ama 2017 senesinde devlet katkısının getirisi yüzde 10,5 oldu, yine okuyucunun söylemi ile yüzde 10,5 kazandırdı. Bir bilgi daha vereyim, yüzde 25’lik devlet katkısının başladığı 2013 yılından 2017’nin sonuna kadarki beş yılda devlet katkısı fonlarının getirisi yüzde 35’in üzerinde oldu. Beş yıldır BES’te olan bir kişinin sadece devlet katkısındaki getirisi yüzde 35’in üzerinde.
Diyeceğim o ki, altı aylık, bir yıllık getiriye bakıp da hemen tepki göstermeyin; uzun vadeli düşünün. Kaldı ki, devlet bu katkıları sizin adınıza yapıyor ama bu birikim sizin değil. İstediğiniz zaman ayrıldığınızda kendi birikiminizi alabilirsiniz ama iş devlet katkısına gelince şartları var. Üç yıl sonra çıkarsanız devlet katkısındaki birikiminizin yüzde 15’ini, 6 yıl sonra yüzde 35’ini, 10 yıl sonra yüzde 60’ını alabiliyorsunuz. Tamamını haketmeniz için de şartları yerine getirip, emekli olmanız gerekiyor.
Günlerdir, hatta aylardır, emeklilikte yaşa takılanlar, ‘sesimizi duyurun’ diye destek istiyor. Kimi okuyucular, ‘milyonlarca kişiyi ilgilendiren bu kadar önemli konuyu neden gündeme almıyorsun, neden yazmıyorsun’ diye de eleştiriyor. Değinmiyorum, çünkü ortada kesinleşmiş, somut bir durum yoktu; sadece partilerin vermiş oldukları yasa teklifleri vardı. Özellikle, 1 Ekim’de Meclis’in açılması ile birlikte partiler de harekete geçti ve birer birer kanun teklifi vermeye başladı. Hatta Meclis açılmadan önce de teklifler verildi. Bu konuda MHP, CHP, İyi Parti ve HDP’nin teklifleri bulunuyor. Ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dünkü AK Parti Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmayla bu konuya son noktayı koydu ve gündemde erken emeklilik olmadığını açıkladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, açıklamasında, dünyanın hiçbir yerinde 38 yaşında emeklilik diye bir uygulama olmadığını, 20 yıl çalışıp 38 yaşında emekli olacak bir kişinin 40 yıl çalışmadan devletten maaş ve sağlık sigortası hizmeti alacağına dikkat çekerek, “Böyle şey olur mu? Ortalama insan ömrünün 60 yaşı dahi bulmadığı dönemlerde 40’lı yaşlarda emekli olmanın belki bir izahı vardı. Bugün ülkemizde ortalama insan ömrü 78’i geride bıraktı. Bırakınız 38’i, 48 yaşında emekli olan bir kişi dahi yaklaşık 30 yıl sistemde kalacak demektir” dedi.
Bu açıklamayla emeklilikte yaşa takılanlar konusu da kapanmış oldu. Peki, bugüne nasıl gelindi? 1 Ekim’de Meclis’in açılması ile birlikte partiler de harekete geçti ve emeklilikte yaşa takılanlar için kanun teklifleri vermeye başladı. Tüm teklifleri inceledim. Hepsinin ortak noktası; 8 Eylül 1999 tarihi öncesi sigortalı olan ve emeklilik için gereken sigortalılık süresi, hizmet süresi, prim gün sayısı koşulunu sağlayıp da yaş koşulunu sağlayamayanlara emeklilik aylığı ödenmesini öngörmesi. Yani, kanun tasarılarının tamamı yaş koşulunu kaldırıyor. Buna göre de, 8 Eylül 1999 öncesi sigortalı olmuş kadınlar 18 yaşından sonra 20 yıl, 5000 gün; erkekler ise 25 yıl 5000 gün prim ödeme gününü tamamlamaları halinde yaş şartı olmaksızın emekli olabilecekler ve emekli aylığı alabileceklerdi.
Bu hesaba göre de 18 yaşında çalışmaya başlamış kadın sigortalı, 14 yıla yakın prim ödeyip, 38 yaşında emekli olabilecekti. Aynı şekilde, 18 yaşında çalışmaya başlamış erkek sigortalı da 14 yıla yakın prim ödeyip, 43 yaşında emekliliğe hak kazanabilecekti.
NASIL EMEKLİLİKTE YAŞA TAKILDILAR?
8 Eylül 1999 tarihinden önce sigortalı olan çalışanların emekli olabilmesi için yaş şartı aranmıyordu. Bu tarihten önce kadınlar için 20 yıllık sigortalılık süresi ve 5 bin gün prim ödenmiş olması; erkekler için de 25 yıllık sigortalılık süresi ve 5 bin gün prim ödenmiş olması emeklilik için yeterliydi. Böylece erken emekli olunabiliyordu. Ancak 1999 yılında yapılan yasal düzenleme ile emeklilik konusunda değişikliğe gidildi ve emeklilik yaşı kademeli olarak kadınlarda 58’e, erkeklerde de 60’a çıkarıldı. İşte bu durum emeklilikte yaşa takılanlar diye bir kitle ortaya çıkardı. Tabii, başlarda bu durumdan etkilenenlerin sayısı azdı; zamanla prim gün sayısını doldurup da emekli olamayanların sayısı artınca kamuoyunun gündemine geldi.
Enflasyonla Topyekün Mücadele Programı’nın açıklandığı gün, hem ekonomi yönetimi hem de sigortacılarla konuştum. Sigortacılara kampanyaya katılıp katılmayacaklarını sordum. Konuştuklarımın tamamı programı desteklerini söyledi. Nitekim sigorta şirketleri de birer birer kampanyaya katılmaya başladı. Merak edenler, enflasyonla mücadelenin takibi amacıyla açılan ‘enflasyonlamucadele.org.tr’ internet sitesinden takip edebilirler. Şirketler bu kapsamda kasko, konut, ferdi kaza sigortalarında -kimileri de sağlık sigortalarında- değişen oranlarda indirim uyguluyor.
KASKO DA VAR
Açıkça söyleyeyim, sigortada uygulanacak yüzde 10 indirim öyle bir indirim ki, gıdacının salam, sucukta; beyaz eşyacının da buzdolabı, çamaşır makinesinde yaptığı indirime benzemiyor. Sigortada indirim oranı yüzde 40, hatta yüzde 50’yi buluyor. Nasıl mı? Kasko sigortasından örnek vereyim ki, enflasyonla mücadele kapsamında uygulanacak indirim kampanyaları arasında tahmin ediyorum vatandaşı en çok ilgilendirecek olanı, kaskodur. Gerek kurlardaki gerekse de enflasyondaki artış nedeniyle sigortacıların, özellikle kasko sigortalarında maliyetleri de ciddi arttı. Diğer sigorta branşlarında da arttı ama kurdaki artış, kaskoyu daha çok vurdu.
YÜZDE 10+YÜZDE 30
Hesaplamalara göre de yedek parça maliyeti bu yılın ortasından itibaren minimum yüzde 20, işçilik maliyeti de minimum yüzde 10 arttı. Ortalamaya vurduğunuzda ise maliyetteki artış yüzde 30’u buldu ki, kimi araç gruplarında bu yüzde 40’a kadar çıkmış durumdu. En basit şöyle anlatayım. Sene başında 10 lira prim alıp, 100 liraya sigortaladıkları bir araç için sigortacılar bugün 130 lira ödemek durumundalar. Ve bu maliyet artışını da bugüne kadar vatandaşa yansıtmadılar ve yansıtmayacaklardı da. Şimdi de enflasyonla mücadeleyi desteklemek için sigortacılar bir yüzde 10 indirim daha yapmış oldular ve böylece kaskoda indirim tutarı; tüketiciye yansıtılmayan yüzde 30 maliyet artışının üzerine yüzde 10’u da eklediğinizde, yüzde 40’ı bulmuş olacak.
Şunu da belirteyim, sigortacılar yüzde 10 indirimi yapıyor ama otomobilcilerin de yedek parça ve işçilikte aynı indirimi, yani yüzde 10’u yapmaları gerekiyor. Gerekiyor ki, sigortada indirim kalıcı ve sürdürülebilir olsun.
TÜRK Lirası’nın değerinin korunması için döviz üzerinden yapılan sözleşmelerin 30 gün içinde TL’ye dönüşmesine yönelik, 13 Eylül’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi sonrası okuyuculardan, iş sözleşmelerinin de TL’ye dönüşüp dönüşmeyeceği konusunda çokça soru aldım. Kararnamenin uygulama esasları ve bazı istisnaların tanınıp tanınmayacağı netleşmediği için de bugüne kadar bu konuya değinmedim. Ama şimdi netleşti. Resmi Gazetede yayımlana Hazine ve Maliye Bakanlığı tebliğ ile TL ile yapılması zorunlu sözleşmeler ve istisnalar netleşti. Hangi iş sözleşmeler TL’ye çevrilecek, hangileri çevrilmeyecek anlatayım.
YÖNETİCİLERİ ETKİLEYECEK
Ama önce şunu belirteyim; İş Kanunu’na göre maaş, prim, ikramiye gibi her türlü ödemeler TL ile ya işyeri tarafından ya da işyerinin açacağı banka hesabına ödenir. İşveren ile çalışan arasındaki iş sözleşmesi ister dolar ister Euro olsun, döviz üzerinden yapılabilir ancak ödeme o günkü kur üzerinden TL ile yapılmak zorunda. Kanunda yazan bu, ancak uygulamada farklı olduğu herkesçe malum. Daha açık bir anlatımla iş sözleşmelerinin de döviz ile yapıldığı, maaşların da döviz üzerinden ödendiği durumlar var.
Gelelim, yeni düzenlemenin çalışma hayatında neleri değiştireceğine. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın yayımladığı tebliğe göre, Türkiye’de yerleşik kişiler, kendi aralarında yapacakları iş sözleşmelerinde, sözleşme bedelini ve bu sözleşmeden kaynaklanan ödemelerini döviz cinsinden ya da dövize endeksli yapamayacaklar. Yani, bundan sonra işveren ile çalışan arasında iş sözleşmeleri döviz üzerinden yapılamayacak, maaşlar da dövize endeksli olmayacak. Ancak bu iş sözleşmesi yurtdışını kapsıyorsa döviz ile yapılabilecek.
KİMLER İSTİSNA TUTULDU?
Yeni uygulamaya göre, Türkiye’de yerleşik olup da Türk vatandaşı olmayan kişiler iş sözleşmelerini döviz üzerinden yapabilecek, ödemelerini de döviz cinsinden ya da dövize endeksli alabilecek. Bu da şu anlama geliyor, Türkiye’de çalışan ve oturan yabancı bir kişi çalıştığı şirketle iş sözleşmesini döviz cinsinden yapabilecek ve ödemesini de döviz üzerinden ya da dövize endeksli TL ile alabilecek. İstisna bu kadar da değil. Yine tebliği göre dışarıda yerleşik kişiler, Türkiye’de bulunan şube, temsilcilik, ofis, irtibat bürosu, doğrudan veya dolaylı olarak yüzde 50 ve üzerinde pay sahipliklerinin bulunduğu şirketler ile serbest bölgedeki faaliyetleri kapsamında serbest bölgelerdeki şirketlerin taraf olduğu iş sözleşmeleri de döviz üzerinden yapılabilecek ve ödemeler döviz veya dövize endeksli olabilecek.
Kimileri dövizli poliçelerin, TL’ye çevrilip çevrilmeyeceğini soruyor, kimileri dövizdeki artışın sigorta değerinde değişiklik yaratıp yaratmayacağını merak ediyor. Tek tek değineyim. Öncelikle belirteyim, aldığım bilgiye göre dövizle yapılan sözleşmelerin TL’ye çevrilmesine yönelik uygulama sigorta sözleşmelerini kapsamıyor. Yani dövizli sigorta poliçeleri TL’ye çevrilmeyecek.
Gelelim, dövizdeki artışın sigorta bedellerini etkileyip etkilemeyeceğine. Etkileyecek, hem de ciddi etkileyecek, hatta etkiledi bile. Hangi sigortaları? İşletmelerin yaptırdığı; makine, mal (emtia), yangın ve elektronik cihaz sigortalarını ki, bu sigortalar şirketler için hayati sigortalar. Nasıl mı etkiledi? Anlatayım. Bir kere dövizle yapılan sigorta poliçelerinde hiçbir sorun yok. Ama TL ile yapılan poliçelerde sorun büyük.
EKSİK SİGORTA OLUŞTU
Örnekle anlatayım: Bu yılın Ocak ayında işletmenize ister banka kredisiyle, ister leasingle, isterseniz de cebinizden ödeyerek, 200 bin dolar değerinde makine aldınız. Ocak ayında dolar 3,78 seviyelerindeydi ve makinenizin değeri 756 bin liraydı. 756 bin lira değer üzerinden de sigorta yaptırdınız, karşılığında da 3 bin lira prim ödediniz. Bugün ise dolar 6,14 lira ve artık makinenizin değeri 1,2 milyon lira. Eğer bugün o makineniz zarar görürse sigorta şirketi size en fazla 756 bin lira öder. Dikkatinizi çekerim, en fazla diyorum; müşterek sigorta, yıpranma payı falan dediniz mi, rakam daha da düşebilir. Oysa 756 bin lira ile makinenin yerine yenisini koyamazsınız. Aradaki fark ne? 472 bin lira. İşte buna dövizdeki artıştan dolayı eksik sigorta deniyor.
Bu makine değil, emtia yani mal da olabilir. Sene başında 100 bin dolarlık mal almışsınızdır ve deponuzda duruyordur. O tarihteki değeri 378 bin lira ve bu değer üzerinde sigortalattınız. Bugün o malın değeri 614 bin lira. Malınız zarar görürse sigorta şirketi size 378 bin lira öder. Aynı malı bugün almaya kalkarsanız cebinizden 236 bin lira koymanız lazım. Maalesef, bugün KOBİ’sinden büyük sanayi tesislerine birçok işletme eksik sigorta ile karşı karşıya ve daha da kötüsü bu durumun da farkında değil.
YENİLENMESİ LAZIM
Peki, ne yapmak lazım? Hemen sigorta şirketi ile masaya oturup, malın ya da makinenin, artık her ne ise; değerinin arttığının beyan edip, ekstra prim ödeyerek ayarlama yapılması, bir anlamda sigortanın revize edilmesi gerekiyor. Hem de acil tarafından.
Yeri gelmişken, şu bilgiyi de vereyim. Kimi okuyucular dövizdeki artışın kasko sigortasına etkisini de soruyor. Hiçbir etkisi olmaz, çünkü kasko için artık aracın sigorta değeri değil piyasa değeri önemli. Araç, zarar gördüğünde sigorta şirketi aracın piyasa değeri üzerinden hasarı ödüyor. Dövizdeki artış nedeniyle araç değerleri de arttığından burada bir sorun yaşanmaz.