MEMUR ve emeklilerinin 2020-2021 maaşları ile sosyal haklarının belirlenmesine yönelik 5. Dönem Toplusözleşmesi, Kamu Hakem Kurulunun kararı ile sonuçlandı. Hakem heyetinin kararına göre 3.2 milyon memur ve 2 milyon memur emeklisi 2020’nin ocak ayında yüzde 4, temmuz ayında yüzde 4; 2021’nin ocak ayında yüzde 3, temmuz ayında da yüzde 3 zam alacak. Böylece memur ve emeklilerinin maaşlarına toplamda 2020 yılında yüzde 8, 2021 yılında da yüzde 6 zam olacak. Tabi her toplusözleşmede olduğu gibi altışar aylık enflasyonun beklenenden yüksek çıkması halinde enflasyon farkı da maaşlara yansıtılacak.
Bu zamla birlikte en düşük memur emeklisinin maaşı 2020’nin ocak ayında 2.623 liraya çıkacak, ek ödeme ile birlikte eline 2.727 lira geçecek; 2020’nin temmuz ayında ise zamlı maaşı 2.728 lira olacak, ek ödeme ile birlikte eline 2.837 lira geçecek. Enflasyon beklenenin üzerinde çıkarsa bu zamların üzerine bir de enflasyon farkı eklenecek.
Hakem heyetinin kararı sendikaları mutlu etmedi. Bu süreçte memur ve emeklilerini temsil eden sendikalardan Memur-Sen, taban aylığa seyyanen 200 lira, 2020’de yüzde 8+7, 2021’de yüzde 6+6 zam ve ilk yıl yüzde 3, ikinci yıl yüzde 2 refah payı talebinde bulundu. Kamu-Sen ise taban aylığa seyyanen 600 lira, 2020’de yüzde 10+10, 2021’de yüzde 8+ 8 zam ve her iki yıl için yüzde 3 refah payının yanında, memurlara da bayram ikramiyesi ödenmesini istedi. Bunlara karşılık hükümet görüşmeler sırasında önce 2020 için yüzde 3.5+3, 2021 için de yüzde 3+ 2.5 zam teklif etti; ardından teklifini revize edip ilk yıl için yüzde 4+4, ikinci yıl için de yüzde 3+3 zam ve enflasyon farkı önerdi. Sendikalar kabul etmedi, anlaşma sağlanamadı, hakem heyetine gidildi. Heyet ise hükümetin son verdiği teklifin aynısına karar verdi.
Peki, geçmiş toplusözleşmelerde neler oldu? Geçmiş yıllardaki toplusözleşmeleri inceledim. Sendikalar 2012’de yüzde 13, 2012’de yüzde 14 olmak üzere iki yıl için yüzde 27 zam ve enflasyon farkı talep etmişler; 2012’de 4+4, 2013’de 3+3 olmak üzere yüzde 14 zam ve enflasyon farkını kabul etmişler. 2014-2015 toplusözleşmesinde ise her iki yıl için de yüzde 6+6 olmak üzere toplamda yüzde 24 zam ve taban aylıklara 100 lira zam talep edilmiş; 2014’de taban aylığa 175 lira zam, 2015’de de yüzde 3+3 zam, üzerine enflasyon farkında anlaşma sağlanmış. 2016-2017 toplusözleşmeye gelince; sendikalar, 2016’da enflasyon farkı ile birlikte yüzde 8+8, 2017’de yüzde 7+7 zam, üzerine taban aylıklara 150 zam istemiş; enflasyon farkı ile 2016’da yüzde 6+5, 2017’de yüzde 3+4 zamda uzlaşı sağlanmış. 2018-2019 dönemini kapsayan toplusözleşmede ise sendikalar 2018 için yüzde 10+6, 2019 için de 10+8 zam istedi; kamunun teklif ettiği 2018 için 4+3.5, 2019 için yüzde 4+5 zam üzerinde anlaşma sağlandı.
10 YILDA İKİNCİ HAKEM
Şunu da belirteyim, bu senenin dışında, son toplusözleşmelerde sadece 2012 yılında hakem heyetine gidildi. O tarihte gidiş nedeni ise, sendikalar, 2012 için yüzde 15, 2013 için de yüzde 13.25 zam talebinde bulundu; hükümet ise ilk yıl için yüzde 3.5+4, ikinci yıl için yüzde 3+3 teklif etti. Anlaşılamadı, hakem heyetine gidildi; sonuç, hakem heyeti 2012’de yüzde 4+4, 2013’te yüzde 3+3 zam kararı verdi. Diyeceğim o ki, son 12 yılda hakem heyetinin verdiği karar sendikaları hiç de memnun etmedi.
Y
eni öğretim yılı 9 Eylül’de başlayacak ve 19 milyona yakın öğrenci ders başı yapacak. Eğitimin maliyetinin boyutuna detaylı değinmeyeceğim ama araştırmalara baktım; okul öncesinden başlayıp lise bitene kadar bir öğrencinin maliyeti yıllık 7 bin lirayı, toplamda da 90 bin lirayı geçiyor. Bu rakam devlet okulları için geçerli. Bir de özel okullar var ki, bedelin ucu bucağı yok. En ucuzu yıllık 35 bin liradan başlıyor, 85 bine kadar çıkıyor. Üstelik bu paraları ödüyorsunuz, bir de bakıyorsunuz ki, okul kapısına kilit vurmuş, para da yanıyor, uğraşıp duruyorsunuz. Uzatmayayım, eğitimin bedeli ağır, hele ki özel okulları tercih edenler için.
Bu açıdan bakıldığında eğitim sigortası artık lüks olmaktan çıktı, neredeyse zaruri hale geldi. Nitekim baktım, 200 bine yakın ebeveyn eğitim sigortası yaptırmış. Bunların neredeyse tamamı da çocuklarını özel okullarda okutanlar. Görünen o ki, eğitim sigortasına bir talep var. Peki, nedir eğitim sigortası, neyi kapsar, ne işe yarar? Düne kadar eğitim sigortası bir çeşit hayat sigortasıydı. Ebeveynin ölümü halinde çocuğun eğitim masraflarını karışılıyordu. İşin içinde ölüm falan olunca, fazla ilgi görmedi. Haksız da sayılmazlar; sen, ebeveyne, ‘erken ölürsen çocuğunun eğitim masraflarını biz karşılayacağız’ demek, kulağa çok da hoş gelmiyor. Nihayet sigortacılar, bunun doğru bir yöntem olmadığını anladı ve sigortayı revize etti, geliştirdi.
YURTDIŞI EĞİTİM DE VAR
Evet, özünde, eğitim sigortası, beklenmedik bir durumda çocuğun eğitimine kesintisiz devam etmesine sağlayıp, bir anlamda finansal güvence sunuyor ama bu alanda ürün yelpazesi geniş. Kimi sigorta poliçesi, ebeveynin vefatı, sakat kalması ya da sağlık nedeniyle çalışamayacak duruma düşmesi halinde çocuğun sigortada belirtilen süre boyunca eğitim masraflarını karşılıyor. Kimi sigorta çeşidi ise vefat, sakatlık riski gerçekleşmezse ödenen primleri toplu iade ediyor. Kiminde ise ebeveyn, çocuğu doğunca sigorta yaptırıyor, eğitim çağı gelince de sigortadaki birikimini alıp, nasıl isterse öyle kullanıyor. Diyeceğim o ki, sigortacılar, bu ürünü esnek hale getirdiler. TL üzerinden teminat alınabileceği gibi döviz seçeneği de bulunuyor. Yıllık yaptırılabileceği gibi, sigortanın süresi 10-20 yıl, uzun da olabiliyor. Hatta kimi şirketler, ödediği parayı illa okul masraf olarak kullanma zorunluluğu gibi bir kısıtlama da getirmiyor.
KİMLER FAYDALANACAK?
Öyle ki, sigortacılar, eğitim sigortası ile birlikte çocuk sağlığı danışmanlığı, pedagog-psikolog danışmanlığı, eğitim koçluğu, kariyer koçluğu, yurtdışı eğitim, indirimli etüt merkezleri, dil kursları, yaz-kış kamplarında indirim, ihtiyaç halinde eve doktorlu ambulans gönderimi gibi avantajları da sunuyor.
SOSYAL güvenlikte en çok soru aldığım konuların başında Genel Sağlık Sigortası (GSS) geliyor. Kimileri, borcu olduğunu söyleyip sağlık hizmeti alıp alamayacağını soruyor, kimileri gelir testinin kalkıp kalkmadığını, kimileri de ödeyeceği primi merak ediyor. Üniversiteyi bitiren gençler ise GSS haklarından endişe ediyor. Kısacası, genel sağlık sigortası hakkında kafalarda çok fazla soru işareti var. Haksız da sayılmazlar çünkü son yıllarda bu konuda çok fazla değişiklik oldu. Değişiklik derken; borcu olanlara üst üste af çıkartıldı, gençlerin sağlık hizmetinden yararlanma yaşı ve süreleri uzatıldı. Merak edilenlere tek tek değineyim.
YILLIK PRİM 921 LİRA
Ama önce GSS’nin ana yapısını özetleyeyim. Sosyal güvenlik çatısı altında bir işyerine bağlı çalışanlar ile emekliler ve bakmakla yükümlü olduğu kişiler için genel sağlık sigortası kapsamında devletin sunduğu sağlık hizmetlerinden yararlanma açısından bir sorun yok. Sorun kimde? Herhangi bir sosyal güvenlik kapsamında olmayanlar, çalışmayanlar, primini ödemeyen Bağ-Kurlular da. GSS de geçtiğimiz yıllarda yapılan değişikliklerin tamamından bahsetmeyeceğim, son değişikliklere değineceğim. Geçmiş senelerden GSS prim borcu olanlar için hem gelir testine başvurmaları hem de borçlarını yeniden yapılandırmaları için 2018’in sonuna kadar süre tanındı. Aralık ayında bu kişiler için bir fırsat daha tanındı ve süre, bu yılın şubat sonuna ertelendi. Şubat sonunda gelir testine girip de primleri ödeme gücü olmayanların borçları silindi. Yeniden yapılandırma kapsamında da borçların büyük kısmı silindi, enflasyon farkı alınmadı, faiz cezası ödemedi.
ÖZEL HASTANE YOK
Bugün gelinen noktada GSS açısından yeni bir af ya da yeni bir düzenleme yok. Herhangi bir işte çalışmayan ya da sosyal güvenlik kurumuna kayıtlı olmayanlar devletin sunduğu sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek için primlerini kendileri ödeyip, GSS sistemine girmek zorunda. Ödenecek prim ise aylık 76.75 lira, yıllık da 921 lira. ‘Benim bu parayı ödeyecek gücüm yok’ diyorsanız; o zaman gelir testine gireceksiniz ve kişi başına gelirinizin brüt asgari ücretin 3’te 1’inden az olduğunu ispat edeceksiniz ki, bu da 852 lira anlamına geliyor. Daha açık bir anlatımla aylık geliriniz 852 liranın altındaysa genel sağlık sigortası priminizi devlet karşılayacak; yok bunun üzerinde ise aylık 76.75 lira primi siz ödeyeceksiniz.
Peki, GSS borcu olanlar, devletin sunduğu sağlık hizmetinden yararlanabilir mi? Borcunuz varsa yararlanamıyorsunuz. Hatta 60 günden fazla prim borcu olan Bağ-Kur’lular, devletin sunduğu sağlık hizmetinden yararlanamıyor. Ancak bir istisna var; o da şu: Alınan bir kararla GSS primini kendi ödeyenler ile Bağ-Kurlular, geçmiş dönem prim borcu olup olmadığını bakılmaksınız (borç aynen duruyor) 31 Aralık 2019’a kadar devletin sunduğu sağlık hizmetinden yararlanabilecek. Nasıl yararlanacaklar? Sadece devlet hastaneleri ile üniversite hastanelerinden bu hizmeti alabilecek; SGK ile anlaşmalı özel hastanelerde tedavi olamayacaklar.
GEÇEN hafta İstanbul’da yaşanan, Fatih semtinde etkili olan, özellikle Eminönü’ndeki işyerlerinde ağır zarara yol açan sel baskının sigortaya maliyeti belli oldu; 60 milyon lira. Düşünebiliyor musunuz; sel, Eminönü, Fatih, Unkapanı gibi İstanbul’da ticaretin merkezini vuruyor, dükkanlardaki mallar suların üzerinde yüzüyor, onlarca işyerini sel basmış, esnaf perişan ama sigortalı zarar, topu topu 60 milyon lira. Üstelik bu rakama hem işyeri hem de araç hasarları dahil.
TWITTER ÜZERİNDEN POLEMİK
Peki, neden böyle? Çünkü sigortalı işyeri sayısı çok az. Hal böyle olunca da zarar, işyeri sahiplerinin üzerinde kaldı. Daha açık bir anlatımla, selin faturası esnaf ve KOBİ için ağır oldu. Selin ertesi gün, ‘devlet yardım etsin’ çağrıları başladı. Devlet desteği de açıklandı. Zarar gören işyerlerine KOSGEB, 100 bin liraya kadar sıfır faizli, bir yıl geri ödemesiz toplam 36 ay vadeli kredi verecek. İstanbul Valiliği de zarar gören esnafa 6 ay boyunca kira yardımı yapacak. Eminim, önümüzdeki günlerde sosyal güvenlik primi ve vergide öteleme, erteleme gibi destekler de verilecektir. Ama bunlar destek; karşılıksız para dağıtılmıyor.
Selin yaşandığı gün devlet desteği, Twitter da ilginç bir polemik konusu oldu ki, bunun bir tarafında ben de katıldım. İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç, Twitter hesabından, “Sağanakta işyerleri olumsuz etkilenen tüccar ve esnafımıza devletimizin yardım elini en kısa zamanda uzatacağına eminiz” diye yazdı. Bunun üzerine Türkiye Odalar Borsalar Birliği (TOBB) Sigorta Acenteleri İcra Kurulu Başkanı Levent Korkut da, yine Twitter hesabından, “Tabii ki, devletimiz gerekeni yapmalı. Gelişmişliğin göstergelerinden biri de sigortadır. Ülkemizde nedense bu ve benzeri durumda devlet yaraları sarar diyoruz. Bunun yanında sigorta yaptırılması teşvik edilmeli demiyoruz” diye cevap verdi. İTO Başkanı ise, Levent Korkut’un yorumuna, “Yoğun yağıştan dolayı zarar gören işyeri sahipleri bir evvelki sel sonrası sigorta şirketleri ile yaşadıkları sıkıntıları gündeme getirdiler” diyerek karşılık verdi. Bu nokta konuya ben de dahil oldum ve Avdagiç’e, “Sigorta ile yaşanan sıkıntıları paylaşabilir misiniz?” diye sordum. Şuana kadar İTO Başkanı’ndan bir cevap gelmedi.
Ben de sigorta şirketlerinin yöneticilerine, hem son seldeki zararın boyutunu, bunun ne kadarının sigortalı olduğunu ve önceki felaketlerde esnafla yaşadıkları sorunları sordum.
EMİNÖNÜ’NDEKİ ZARAR
Yaşanan son sellerde sigorta şirketleri kendilerine gelen hasar ihbarları sonucunda 5 bine yakın dosya açmışlar. Yeni gelecek ihbarlarla birlikte oluşan sigortalı hasar 60 milyon liraya yakın. Bunun için de oto hasarı da var –ki, yüzde 10’u kasko hasarıdır- ama ağırlık, işletmelerin yani esnafın, tüccarın zararı. Demek ki, sigorta yaptıranlar yaptırmış, selde zarar görmüş, hemen sigorta şirketine başvurmuş; bir kısmına eksperler gelip inceleme yapmış, bir kısmı ise eksper bekliyor. Konuştuğum sigortacıların ortak görüşü şu: Maalesef Unkapanı, Eminönü, Mısır Çarşısı, Kapalı Çarşı; bu bölgede sigortalanma oranı çok düşük. Neden? Belli değil. Esnaf, tüccar sigorta yaptırmak istemiyor. Belki, ‘nasıl olsa bir şey olmaz’ diye düşünüyor, belki de ‘bir şey olursa da devlet yardım eder’ diyor.
200 bin kamu işçisinin hem bu yılı hem de gelecek yılı kapsayan maaş zamları geçtiğimiz hafta yapılan anlaşma ile netleşti. 2019-2020 yıllarındaki mali ve sosyal haklarını belirleyen 2019 Dönemi Kamu Kesimi Toplu İş Sözleşmesi çerçevesinde kamu işçileri maaşlarını; 2019’un Ocak-Haziran döneminde yüzde 8, Haziran-Temmuz döneminde ise yüzde 4 zamlı alacak. Bu yılın ikinci yarısının sonunda açıklanan altı aylık enflasyonun yüzde 4’ü aşması halinde aşan kısım enflasyon farkı olarak maaşlara yansıtılacak.
2020 yılında ise kamu işçileri; senenin ilk yarısında yüzde 3, senenin ikinci yarısında da yüzde 3 maaş zammı alacak ayrıca altışar aylık enflasyonun yüzde 3’ü geçmesi halinde enflasyon farkı maaşlara zam olarak yansıyacak. Bununla birlikte brüt ücreti 3.500 liranın altında olan işçilere 150 lira iyileştirme anlamında ek ödeme yapılacak, ancak iyileştirme zammı ile birlikte işçinin alacağı brüt ücret 3.500 lirayı geçmeyecek. 200 bin kamu işçisinin yaklaşık 40 bini 3.500 liranın altında maaş alıyor. Ayrıca, toplu sözleşmeye göre işçilere ödenen doğum, ölüm, evlilik, yol, giyim, yemek yardımları ile tazminat, prim gibi ek ödemeler de ücretleri oranında artacak.
150 LİRA SEYYANEN ZAM
Peki, bu zamlar kamu işçilerinin maaşlarına nasıl yansıyacak? 2019’un başında kamu işçileri, yüzde 6.69 oranında maaşlarına enflasyon farkı zammı almışlardı. Bu yıl ise hem sene başındaki yüzde 6.69 enflasyon farkı zammı, hem yeni imzalanan toplu sözleşmeye göre yılın ilk yarısında yüzde 8, ikinci yarısındaki yüzde 4’lük zamla birlikte işçiler; 2019 yılı için maaşlarını yüzde 18.7’lik zamlı almış olacak. Buna bir de maaşı düşük olanlara ek olarak ödenecek 150 liralık iyileştirme zammı da eklenecek.
Bir örnekle anlatayım: Geçen yılın sonunda 2.000 lira maaş alan bir kamu işçisinin, sene başında yüzde 6.69 enflasyon farkı ile maaşı 2.133 lira çıktı. Yeni imzalanan toplu sözleşmeyle yılın ilk yarısı için yüzde 8 zam ile birlikte maaş 170 lira artarak 2.303 liraya yükseldi. Aynı işçinin maaşı 3.500 liranın altında olduğundan 150 lira iyileştirme zammı da alacak; böylece maaşı 2.453 liraya çıkacak. Üzerine bir de yine toplu sözleşme çerçevesinde yılın ikinci yarısı için yüzde 4 zam ile 98.12 lira eklenince, kamu işçisinin maaşı 2.551.12 liraya çıkacak. Böylece 2018’in sonunda maaşı 2.000 lira olan bir kamu işçisinin, iyileştirmelerle birlikte bu yıl yüzde 27’nin üzerinde bir zam alarak maaşı 2.551 lira olacak.
KIDEM DE ARTTI
İki sene önce yapılan, 2017-2018 Kamu Toplu İş Sözleşmesinde ise 2017’de ilk altı ay için yüzde 7.5, ikinci altı ay için yüzde 5; 2018’in ilk yarısında yüzde 3.5, ikinci yarısında yüzde 3.5 zam üzerinde anlaşılmıştı. Ayrıca, bir defaya mahsus ek ödenek alacak olan işçilerden maaşı 3.000 liranın altında olanlara 90 lira ilave artış yapılmasına karar verilmiş, ek ödenek de 750 liraya çıkarılmıştı.
Son 119 yılda meydana gelen depremlerde 603 binin üzerinde yapı ya yakıldı ya da ağır hasar gördü. Aynı dönemde her yıl ağır hasara neden olan iki deprem meydana geldi. İstatistiklere göre de büyüklükleri 4.0 ile 4.9 arasında her dört günde bir, 5.0 ile 5.9 arasında ayda iki, 7.0 ile 7.9 arasında her altı yılda bir ve 6.0 ile 6.9 arasında her yıl iki deprem meydana gelme olasılığı da yüksek. Bunlar AFAD’ın açıkladığı rakamlar. Sadece 17 Ağustos’ta meydana gelen depremde Kocaeli, Sakarya, Yalova, İstanbul, Bolu, Düzce olmak üzere Marmara’da 97 bine yakın konut ve 16 bine yakın iş yeri yıkıldı, 231 bin konut da hasar gördü.
ACİL DÖNÜŞÜM
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ise Marmara Depremi sonrasında 730 bin binanın denetlendiğini, kentsel dönüşüm çalışmaları kapsamında 53 ilde 240 riskli alan belirlendiğini, riskli alanlarda 81 ilde 609 bin konut ve iş yerinin yenilenme çalışmalarının sürdüğünü, 560 bin bağımsız birimin tahliye ve yıkım işlemlerinin gerçekleştirildiğini açıkladı. Yine Bakanlığa göre, yapılan denetimler sonucunda bugün için 22 milyon vatandaş depreme dayanıklı konutlarda oturuyor ve devam eden inşaatlar tamamlandığında da bu rakam 35 milyona çıkacak.
Bir başka araştırma ise Türkiye’de nüfusun yüzde 70’ten fazlasının deprem tehlikesi yüksek bölgelerde yaşadığını ve depreme dayanıksız olan 6.7 milyondan fazla konutun acil olarak yenilenmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Bu arada Kentsel Dönüşüm Eylem Planı ise kapsamlı bir şekilde eylül ayında açıklanacak.
DASK GERÇEĞİ
Bunlar deprem gerçeğimiz. Bir gerçeğimiz daha var; o da, zorunlu deprem sigortası. Deprem sigortası uygulamasına Marmara Depremi sonrası geçildi ve Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) kuruldu. Amaç da depremin yarattığı ekonomik kaybın, devletin üzerinde yük yaratmaması, sigorta yoluyla telafi edilmesiydi. Ancak 2012 yılına kadar deprem sigortasının zorunluluğu yoktu. 2012’de çıkartılan bir kanunla, o tarihe kadar sadece tapu işlemlerinde DASK zorunluluğu aranırken, o tarihten itibaren yeni su ve elektrik abonelik işlemlerinde de sigorta zorunluluğu getirildi. Bugüne geldiğimizde, sigortalanabilir 17.6 milyon konuttan, 9 milyonu depreme karşı sigortalandı ve sigortalı konut sayısı yüzde 52 oldu. Bu da şu anlama geliyor her iki konuttan birinin depreme karşı sigorta güvencesi var. Başarı mı? Evet, başarı; hem de büyük başarı.
Ama işin bir de öbür tarafı var. Birincisi, bu kadar depremle yatıp kalkmamıza rağmen halen iki konuttan biri sigortalı değil. Bundan da önemlisi, sigorta yaptıranların ne kadarının deprem bilinci ile konutlarını sigortalattığı konusu. Şöyle anlatayım. Bugün sigortalı olanların büyük bölümü ya tapu işleminden ya elektrik ve su aboneliği yenilemesinden ya da bankadan kredi ile konut alımından dolayı sigorta yaptıranlar. Gerçek şu ki, çoğu konut sahibi tapu işlemi için sigorta yaptırıyor, bir sene sonra poliçesini yenilemiyor. Yeni elektrik ve su aboneliği bağlatacak olanlar, elektrik ve su idaresi DASK’ı isteği için koşturup sigortayı yaptırıyor, bir sene sonra yenilemiyor. Hatta kimileri, sigortaya ödediği parayı geri almak için elektrik veya suyu bağlattıktan sonra poliçesini iptal ettiriyor. Yani hem süreklilik hem de bilinç yok. Bir araştırmaya göre düzenli ve sürekli sigorta yaptıranların oranı sadece yüzde 4’ler civarında.
İŞKUR’un teklif ettiği işi beğenmeyenler, devletin sunduğu sosyal yardımlardan yararlanamayacak. Aslında konuyu gündeme, bir okuyucum, Meclis’ten geçen ve Resmi Gazetede yayımlanan, 11. Kalkınma Planında ki bir maddeye dikkatimi çekerek getirdi. Plana göre, bugüne kadar ihtiyaç sahiplerine sağlanan yardım ve desteklerde yeniden düzenlemeye gidilecek. Bu kapsamda, yardımlar gözden geçirilerek, etkin olmayanlar kaldırılacak. Özellikle de sosyal yardımların, işgücü piyasasına etkileri gözetilerek, yürütülecek.
Peki, devletin sunduğu sosyal yardımlar neler? En çok bilinenleri engelli ve yaşlı bakım yardımı, kronik hastalara verilen destek, sağlık ve doğum yardımları. Oysa aile, eğitim, sağlık, yaşlı-engelli alanlarında toplam 35 ayrı devlet yardımı bulunuyor. Kimler, nasıl bu yardımlardan yararlanıyor? Madde madde anlatayım.
KİMLERİ İLGİLENDİRİYOR?
Gıda yardımı ile ihtiyaç sahibi ailelerin gıda ve giyim gibi temel ihtiyaçları karşılanıyor. Ağırlıklı olarak da dini bayramlarda bu yardımlar yapılıyor. Yararlanmak için hane içindeki kişi başına düşen gelirin net asgari ücretin üçte birinden az olması gerekiyor ki, bu da aylık 609 lira anlamına geliyor. Aile yardımı içinde barınma yardımı da bulunuyor ve oturulamayacak derecede eski, bakımsız konutlarda yaşayan muhtaç kişilerin konutlarının onarımı için yapılıyor. İhtiyaca göre yardım miktarı 15 bin lira ile 25 bin lira arasında değişiyor. Yakacak yardımı da en çok faydalanılan yardımlar arasında. Bu kapsamda, asgari ücretin üçte birinden daha az geliri olan ihtiyaç sahiplerine, senede bir kere bedelsiz kömür yardımı yapılıyor.
Kadınlara, asker ailelerine de ayrı yardımlar bulunuyor. Sosyal güvencesi olmayan, fakir ve muhtaç durumda bulunan eşini kaybetmiş kadınlara iki ayda bir 275 lira ödeniyor. Yakını askerde olup da sosyal güvencesi ve geliri olmayan ailelere de iki ayda bir 275 lira destek veriliyor. Yine aile yardımı altında annesi ya da babası vefat etmiş 18 yaşından küçüklere iki ayda bir 100 lira ödeme yapılıyor. Doğum yardımı de devletin verdiği yardımlardan en çok yararlanılanı. Bu kapsamda birinci çocuk için 300 lira, ikinci çocuk için 400 lira, üçüncü ve sonraki çocuklar için 600 lira destek veriliyor.
BİR YIL DESTEK YOK
Eğitim yardımları da devletin sunduğu yardımlar arasında yer alıyor. Kırtasiye desteği, şartlı eğitim yardımı, öğle yemeği yardımı, ücretsiz ders kitabı desteği, öğrenci taşıma ve barınma desteği, engelli öğrencilerin ücretsiz taşınması bu desteklerden sadece bir kaçı. Bu yardımlardan ise belirli şartlara sahip olan istisnasız herkes yararlanıyor. Bu şartlardan biri kişi başına düşen geliri net asgari ücretin üçte birinden -2019 yılı için bu tutar 609 lira- az olması gerekiyor. Bir diğeri ise SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı gibi herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna bağlı olunmaması. Bugüne kadar da bu yardımlardan 12 milyonun üzerinde kişi yararlandı.
2019-2023 yılını kapsayan 11. Kalkınma Planı göre sosyal yardımlar yeniden ele alınıp, yeni düzenleme yapılacak. Yardımlar belirli şartlarda verilmeye devam edecek ancak yoksul kesimin istihdam edilebilirliği artırılacak ve üretken duruma geçirilecek programlar uygulanacak. Daha önemlisi, sosyal yardımlardan yararlananlardan çalışabilir durumda olanlar istihdama yönlendirilecek. Yani, yaşlı, engelli, 18 yaşından küçük olanlar dışında çalışabilir durumda olanların sürekli sosyal yardım alması yerine istihdam edilmesi sağlanacak. Bunun için de sosyal yardımlardan yararlanıp da çalışmak için İŞKUR’a (Türkiye İş Kurumu) kayıtlı olanlar; İŞKUR’un teklif ettiği işi, üçüncü kez kabul etmezse sosyal yardımları azaltılacak. Ne kadarlığına? Bir yıl süreyle. Daha açık bir anlatımla İŞKUR’un bulduğu işleri beğenmeyip de reddedenler, sosyal yardımlardan yararlanamayacak.
Önce olayı anlatayım, sonra başınıza gelmemesi için neler yapmanız gerektiğine değineyim. Olay bir okuyucumun başından geçiyor. 2014 yılında aracını satıyor. Alan, satıştan iki gün sonra alkollü olarak kaza yapıyor. Sigorta şirketi dört yıl sonra okuyucuma icra takibi başlatıyor ve trafik sigortasından dolayı karşı tarafa ödenen hasarı, okuyucumdan talep ediyor.
Şimdi diyeceksiniz ki, nasıl böyle bir şey olabilir. Trafik sigortası şartlarına göre aracı sattığınız andan itibaren 15 gün süresince sigorta geçerli ve herhangi bir işleme gerek kalmaksızın aracı alan, yeni sigorta yaptırana kadar mevcut trafik sigortası devam ediyor. Bahsettiğim olayda da araç satıldıktan sonra alan alkollü halde kaza yapıyor. Trafik sigortası şartlarına göre de alkollü halde kazaya karışırsanız, sigorta şirketi kazada zarar görenlerin zararını karşılıyor, ancak poliçe sahibine ödediği hasarı rücu ediyor. Burada da trafik sigortası halen aracı satanın üzerinde olduğundan, aracın yeni sahipleri de, ‘nasıl olsa poliçe benim üzerime değil, ben bu parayı ödemem’ dediğinden sigorta şirketi okuyucuma icra takibi başlatıyor.
İCRA TAKİBİ BAŞLIYOR
Sanmayın ki, bu olay münferit. Biraz inceledim, yargı kararlarına baktım, benzeri onlarcası var ve mahkemelerde davalar sürüyor; kimisi maddi hasarlı kazalar, kimisi de bedeni zararlı kazalar. Bitmiş davaların kimisinde yargı, sigorta şartlarındaki 15 günlük süreye istinaden sigorta şirketini haklı bulmuş, kimisinde ise anlattığım olaydaki gibi aracı satıp da sonradan icra takibi başlatılan vatandaşları haklı bulmuş. Ama özünde iş mahkemeye gidiyor ve bir-iki sene dava sürüyor, hiç kusuru olmayan kişiler mahkemelerle uğraşıp duruyor.
Peki, sigorta şirketi haklı mı? Aslında değil. Çünkü aynı trafik sigortası genel şartlarında, ‘sigortalının değiştiği her durumda mevcut sözleşme değişim tarihi itibariyle kendiliğinden sona erer’ diyor. Yani, aracı sattığınız anda trafik sigortası ile olan ilişkinizin de kesiliyor olması gerekiyor. Çoğunluk sigorta şirketleri bu şarta uyup, kanuna aykırı sürüş nedeniyle rücu işlemini aracın yeni sahibine yapıp, gerekirse icra takibi başlatıyor. Ama kimi şirketler –ki sayıları azınlıktadır- aracın yeni sahibinden para alamadığı için 15 günlük süreyi öne sürüp, eski sahibinden talep ediyor.
MAĞDUR OLMAYIN
Anlaşılacağı üzere trafik sigortasındaki bu 15 günlük süre konusuna el atılması gerekiyor. Evet, bu süre, aracı alan sigorta yaptırmaz da bundan dolayı trafikte üçüncü kişiler zarar görür diye konmuş ama görüldüğü gibi bundan dolayı da birileri mağdur oluyor; hiç kusuru olmadığı halde yıllarca mahkemelerde cebinden para ödeyerek uğraşıp duruyor.
Peki, başınıza böyle bir olayın gelmemesi için ne yapmak lazım? Öncelikle aracınızı noter satışı ile satın. İki taraf arasında yapılan çalakalem anlaşmanın bu gibi olaylarda hiçbir anlamı yok. İkincisi, aracınızın satışını yaptığınız anda sigorta şirketini ya da acentenizi arayıp, poliçenizi hemen iptal ettirin ve iptal edildiğinin de onayını alın. Bir adım daha ileri gideyim, işinizi sağlama alın, belki üç-beş kuruşa mal olur ama aracınızı noter üzerinden sattığınızda yine noter üzerinden sigorta poliçenizi de iptal ettirin. Yarın öbür gün hakkınızda icra takibi başlatılırsa, noter belgesini ortaya koyup, ‘benimle alakası yok’ dersiniz. Eğer başınıza böyle bir olay gelmişse de icra takibine itiraz edin.