Kampanyanın amacı, kadınların hamileliğini planlamadan değil, istedikleri zaman yaşamalarını sağlamak...
Sabah programlarına şöyle bir göz atıyorsanız, Dilber’i tanıyorsunuzdur. Dilber, 6 yaşındaki oğlunun kaybolması nedeniyle 40 günü aşkın bir süredir ekranda... Henüz 17 yaşındayken anne olan Dilber, çocuğu kaybolan bir anneden beklenen tepkiyi vermediği için hem ailesi hem de izleyiciler tarafından gaddarlıkla, oğlunu kendi elleriyle başka bir aileye satmakla itham ediliyor.
Dilber enteresan bir kişilik. İstemediği gebelik nedeniyle dünyaya gelen oğlunu merak etmiyor, ağlamıyor, babası öldüresiye dövdüğü halde kocasından yana tavır alıyor. Doğal olarak anneleri, babaları öfkelendiriyor. Bana göre Dilber, çocuk anne olmasaydı, zor şartlar altında yaşamasıydı, evladının peşini bırakmazdı.
Türkiye Aile Planlaması Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Hakan şatıroğlu, start verdikleri kampanyayı anlatırken “Ben Dilber’i ve Dilber gibi korunmadan hamile kalan çocuk anneleri düşünüyordum” diyor.
HER YIL 500 BEBEK SOKAğA BIRAKILIYOR
Türkiye Aile Planlaması Derneği birçok kesimin dikkatini çeken “Korunan Kadın Bilinçli Kadın” sloganıyla yeni bir bilinçlendirme kampanyası başlattı. Bu kampanya çok önemli, çünkü Türkiye’de her yıl gerçekleşen 1,9 milyon gebelikten 550 binini yani neredeyse üçte birini istenmeyen gebelikler oluşturuyor.
Çocuklar sadece televizyonu değil anne-babalarını da taklit ediyor. Ekrandaki “Kurtlar Vadisi” kadar, evdeki “vadi”de şiddeti körüklüyor.
Birkaç hafta içinde meydana gelen olayları alt alta koyduğumda bir anne olarak hem irkiliyorum hem de gelecekle ilgili kaygılarım had safhaya ulaşıyor. Sevgilisini testere ile doğrayan, gözünü kırpmadan okulda katliam yapan, ellerine geçirdikleri silahlarla ağabeylerini, ablalarını öldüren henüz okula bile başlamamış çocuklar var. Bu çocukların bu hale nasıl geldiğini merak ediyorum. Bundan sonrası için neler yapılabileceğini sorguluyorum. Aslında ben bu işin içinden çıkamıyorum.
Bütün dünyada çocuk ve gençlerin şiddete olan eğilimlerinde artış var. Zaten son 15-20 yıldır şiddet filmleri ve şiddet içeren bilgisayar oyunlarının etkisi altında değil miyiz? Bu tür filmlerin çocuklar üzerindeki etkileri bilimsel olarak yeni yeni saptanmaya başlandı. Ama şu bir gerçek ki, şimdiye dek şiddetin hiç bu kadar onaylandığı, bu kadar doğal kabul edildiği bir dönem olmamıştı.
Çocuklar şiddet sınırına bu kadar yakınlar mı? şiddeti yalnızca televizyondan mı görüp, öğreniyorlar? Bizlerin yaşananlarda payımız ne kadar? Aslında bu soruların yanıtını bilim adamları basit bir deneyle saptıyorlar.
İlk iki yılda çocuk çevresini duyu organlarıyla keşfeder; dokunma, tatma ve görme yoluyla her şeyi denemeye heveslidir. Bu nedenle çevresindeki uyaranların zenginliği onun merak duygusunu kuvvetlendirmek anlamında çok önemlidir.
Çocuğun dili öğrenmeye başlaması, hayal dünyasına başka anlamlar kazandırır. Yaratıcılığın ilk işaretleri, 2-3 yaşları arasındaki “-mış gibi” oyunların içindeki hayalgücü ile kendini gösterir. Bu oyunlarla başlayan birçok deney, sonraları soyut düşünceyi oluşturacak ilk temellerdir.
Anne-babalara öneriler
Çocuğunuza yaratıcı örnekler verin, düşünme ve hayal kurma için fırsatlar hazırlayın.
Ne kadar bilgisayarla arasına girseniz de bir noktadan sonra bazı isteklerine “evet” demek zorunda kalıyorsunuz. Sonra verdiğiniz iznin normal olduğunu kendi kendinize kanıtlamak için “En azından şiddet içermiyor, vahşi değil, güvenli bir site” gibi cümlelerle durumu legalleştiriyorsunuz.
Düne kadar bilgisayar oyunları erkek çocukların egemenliği altındaydı. Kızlar ise bilgisayar oyunlarına biraz daha mesafeliydi. şimdilerde bir şeyler oldu, her biri arkadaşını üyesi olduğu oyun sitelerine davet ediyor. Ama bu oyun siteleri öyle bildiğiniz gibi değil. Tüketim toplumu olduğumuzdan yakınırken, ekonomik kriz sayesinde bu alışkanlığın kontrol altına alındığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Aksine bu alışkanlık daha da azmış durumda. Kızlar, sanal dünyada para harcamadan alışveriş yapıyor, ev alıp döşüyorlar.
Dahası kızlar, birbirinden güzel kızları bilgisayarda yaratıyor. Saç-göz rengini, boyunu, ölçülerini saptayıp kişilik özelliklerini belirliyorlar. Kızları giydirirken alışveriş merkezlerinde gördükleri markalardan seçim yapıyorlar. Ev eşyası alıyorlar. Daha doğrusu kendine yeni bir dünya kuruyorlar. O dünya idealindeki sanal dünyadan başkası değil...
Köpek isteyen ama ailesinin almadığı çocuklar bu dünyada kendilerine birkaç köpek, kedi satın alıyor, onları istedikleri gibi besliyor. Evdeki eşyaların yerlerini değiştirip, sanal dünyasının dekorasyonuna küçük dokunuşlar yapıyor.
Anaokulları yöneticileri, bir dönem, velilerin tercihini etkilemek için miniklerin her an gözlem altında tutulabilmesine olanak veren kamera sistemi kullandıklarını, böylece hem kendilerinin hem de ebeveynlerin çocukları izleyebildiğini özellikle vurguluyordu.
Ama 5 yılın ardından Milli Eğitim Bakanlığı, velilerin internet üzerinden çocuklarını izlemelerine olanak veren sistemi kaldırma kararı aldı. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, talimatı anaokullarına duyururken “Kamera sisteminin, çocukların mahremiyetine saygısızlık yapılmasına neden olduğu, okul öncesi eğitim kuruluşlarında eğitim etkinliklerinin kameralı sistemle izlenmesinin uygun olmayacağı, ancak güvenlik amacıyla, öğretim etkinlikleri yapılan bölümlerin dışında kalan yerlerin kamera ile izlenebileceğine dair karar alınmıştır” açıklaması yaptı.
Hepimiz paranoyak olduk
Çocuğu kamera hizmetinin verildiği anaokulunda eğitim gören veliler, bu yasak karşısında şaşkınlar. Çünkü kulaktan kulağa yayılan “çocukların sapkın kişiler tarafından gözetlendiği” iddiası ailelerin midesini bulandırmaya yetti. Son dönemde çocuk tacizleri ve çocukların cinsel istismara uğramaları bu iddianın güçlü olduğunu gösteriyor.
Erken ergenlik konusunda aileler tedirgin... Bu konudaki sorulara yanıt bulmak amacıyla Prof. Dr. Atilla Büyükgebiz ile birlikte “99 Sayfada Erken Ergenlik” kitabını yazdık. ış Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan kitapta erken ergenlikle ilgili sorularınıza yanıt bulabileceksiniz.
Nehir iki yıldır seçmeli kulüp dersinde buz pateni yapıyor. Geçen yıl sınıflar arası yapılan yarışmada üçüncülük madalyası aldı. Bu yıl azmetti ve birinci oldu. Konuya ortadan girmemek için bu girizgahı yaptım. Geçen hafta buz pateni yaparken farklı sınıftan bir kız arkadaşı yanına yaklaşıp “Senin göğüs yaşın mı büyük?” diye sormuş. Bizimkisi bir yanıt verememenin sıkıntısıyla akşam aynı soruyu bana sordu. Kızıma gelişiminin normal olduğunu söyledim, ama pek ikna olmuşa benzemiyordu.
Çocuklar, özellikle kız çocukları birbirlerinin bedenleriyle çok ilgililer. Kimin boyu biraz daha uzunsa, kimin kilosu diğerlerine göre fazlaysa, kimin göğsü erken gelişmişse, dikkat çeker.
Son yüzyılda birçok ülkede, ilk adet görme ve ergenlik başlama yaşlarında erkene kayma saptandı. Hiç kuşkusuz bu eğilimin bir nedeni beslenme ve genel sağlık koşullarındaki iyileşme... Ancak bu faktörler, eğilimi tümüyle açıklayamıyor.
Erken ergenlik, uzun süredir hastalık olarak bilinmesi ve tedavisinin mevcut olması ile birlikte özellikle 1990 yılından sonra daha çok dikkat çeker hale geldi. 5 yaşındaki kız ya da erkek çocuklarıyla hastanelerin endokrinoloji bölümlerine başvuruda bulunan aile sayısı küçümsenmeyecek kadar çok.
Bu sorunlara dikkat!
Bu konuda ailelerin ortak sorularına yanıt bulmak amacıyla Avrupa Çocuk Endokrin Derneği Başkanlığı da yapan Prof. Dr. Atilla Büyükgebiz ile birlikte “99 Sayfada Erken Ergenlik” kitabını yazdık. ış Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan kitapta erken ergenlik ve ergenlik konusundaki soruların yanıtları yer alıyor. Hem gazeteci hem de bir anne olarak merak ettiğim tüm soruları Prof. Dr. Atilla Büyükgebiz’e yönelttim.
Oysa bu zor süreçte yaşanan aile krizinin aşılabilmesi açısından, babanın kendi duygu durumunu düzenlemesi büyük önem taşımaktadır.
Boşanma sürecinde ve sonrasında tıpkı anne ve çocuk gibi baba da zor bir dönemden geçer; yıpranır, öfke, kaygı ve üzüntü gibi olumsuz duygularla baş etmek durumunda kalır. Elbette, bu tür olumsuz duygular içindeki ebeveynin çocuğuna olumlu ve yapıcı bir tutum sergilemesi güçtür. Dolayısıyla, boşanmadan sonraki süreçte ailede oluşan ve her bireyi farklı şekilde etkileyen kriz ortamını idare edebilmek için öncelikle babanın kendi duygu durumunu düzenlemesi gerekmektedir.
Boşanmış olan baba, anneyle hayatını ayırmış olsa da “çocuğunun annesi” olan eski eşiyle ilişkisini gözden geçirmek ve gerekli düzenlemeler yapmak zorundadır. Boşanma sonucu, ayrılmış ebeveynler arasında çocuklar çoğunlukla anne ile yaşamaya devam ettiğinden, baba genellikle çocuğun hafta sonunu geçirdiği ebeveyn olur. Dolayısıyla, boşanma sonrasında, anne-çocuk ilişkisinden çok baba-çocuk ilişkisi değişime uğrar.
Eğlence babaları ve tükenmiş babalar