CHP’li belediye yönetimi ve onlara yakın gazete ve televizyoncular, “Adli sicil kayıtlarının temiz” olduğunu belirtip, örgüt faaliyetlerinden dolayı süren soruşturma, gözaltı ve tutuklama gibi işlemleri ya da terörle mücadele birimlerinde haklarında düzenlenen bilgileri yok sayıyorlar.
Ben de birkaç yıl önce yine içinde CHP’lilerin olduğu başka bir olay üzerinden, nasıl “ateşle oynadıklarını” örnekle göstereceğim.
O gün nasıl hata yaptılarsa bugün de, sırf HDP’lilerin oylarını almak için, büyük bir tehlikeye nasıl gözlerini kapattıklarını anlatmaya çalışacağım.
TBMM’DE TERÖRİSTLE TOPLANTI
Tarih, 3 Aralık 2012... CHP Milletvekili Veli Ağbaba ve CHP Muğla eski Milletvekili Nurettin Demir, altı aydır tutuklu bulunan tıp fakültesi öğrencilerinin aileleriyle birlikte TBMM’de basın toplantısı düzenledi.
Tutuklu 13 kişi için, “
Ya da, doğalgaz ya da su sayacını okumak için gelen kişinin PKK’lı ve DHKP-C ile ilişkili bulunmasının nelere sebep olabileceğini tahmin edebiliyor musunuz?
İstanbul’da yaşayanların belediyede bulunan tüm bilgilerinin terör örgütlerinin eline geçmesinin nasıl bir tehlike doğuracağını düşündünüz mü?
Ekrem İmamoğlu ve ekibi ateşle oynadığının farkında mı acaba?
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, “İstanbul’a yaklaşık 33 bin kişi alındı ve bu 33 bin kişiden ancak 14 bin kişinin bilgisi bize intikal ettirildi ve 33 bin kişiden 12 bin kişiye ancak bakıldı; 455’inin PKK ve KCK kaydı var, 80’inin DHKP-C kaydı var, 20’sinin MLKP kaydı var, 2’sinin MKP kaydı var ve diğerlerinin de kayıtlarını her birinize gönderebilirim” açıklaması herkesin uykusunu kaçırmalı. En başta da Ekrem İmamoğlu’nun sorumlu bir kişi olarak, “Değil 557 kişi, bir kişi bile terör örgütleriyle ilişkili olsun hemen gereğini yaparım, eğer bu personel alımında ihmal ve kusur varsa ilgili personel hakkında da işlem başlatırım” demesini beklerdim.
13 BİN KİŞİ ÇIKARIP 33 BİN KİŞİ ALMIŞ
Ama o siyasi polemiği, basın sözcüsü de savunuculuğu seçti. İmamoğlu’nun boyunu çok aşan “liyakat” gibi kelimeleri geçtim, “tasarruf” deyip eski yönetimden kalan 13 bin kişiyi çıkarıp 33 bin kişiyi almasındaki hesapsızlığı da önemsemiyorum ama terör örgütlerinin belediyeyi mekân tutmasına göz yumması herkes için çok tehlikeli.
Hele hele, basın sözcüsü Ongun’un “‘İBB’de 557 terör örgütleriyle ilişkili çalışan var’ dendi. Havuz medyası bugün sayıyı 7’ye indirdi. İncelemede 3’ü mevsimlik olmak üzere çalışanların hiçbirinin işe girişte adli sicil kaydına rastlanmadı. Bu konuda Emniyet birimlerince de herhangi bir bilgi paylaşımı yapılmadı” açıklaması, ciddiyetten iyice uzaklaştıklarını gösteriyor.
İŞTE O İSİMLER
Geçmişte benzerlerini bol bol yaşadığımız için bugün TBMM’deki yumruklaşmalar, edilen küfürler, el kol hareketleri beni hiç şaşırtmıyor. Hele hele, TBMM’de yumruklaşma sonucu bir milletvekilinin öldüğünü bilen bizim kuşak için yaşananlar hafif bile sayılır!
‘BİR ADIM YOL GİDEMEDİK’
Evet, tarih tekerrürden ibarettir. Ama gerekli ders çıkarılırsa tekrar tekrar yaşanan olayların olumsuz etkilerinden kurtulduğumuz gibi, gelişmek için adım atmış oluruz.
Bu nedenle, yaşanan hakaret, küfür hatta el hareketleri hakkındaki son yazımda, TBMM Başkanı iken, 2013 yılında Cemil Çiçek tarafından hazırlanan ve tüm parti yönetimlerine ulaştırılan, “24. Dönem TBMM Genel Kurul Görüşmelerinde, ‘Kaba ve Yaralayıcı’ Sözler” başlıklı 111 sayfalık raporu hatırlatmıştım.
Bugün TBMM çatısı altında edilen küfürleri ilk kez duyanlar için 8 yıl önce milletvekillerinin birbirlerine hitap şekillerinden bazı örnekler vermiştim: Terbiyesiz-Şerefsiz-Yağcı-Fitneci-Utanmaz-Yalancı-Eşkıya-Dangalak-Çüş-Ahlaksız-Haydut-Sahtekâr-Hayvan-Kalpazan-Onursuz-Densiz-Adi-Terörist-Namert-Çapsız-Dansöz...”
Gördüğünüz gibi, bugün edilen hitaplardan farkı var mı?
İSİMLER AYRI, KÜFÜRLER AYNI
Ne yazık ki bu sadece sözlerine değil, hareketlerine de yansımaya başladı.
İP Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, bir şehit yakınına, “Senin bacını s...m” diye küfür etmesinden sonra, İP Genel Başkanı Meral Akşener’in bir kadın olarak partisinin meclis grup toplantısındaki kürsüden “yavşak yavşak...” diye kelimeler kullanması oldukça şaşırtıcıydı.
Asıl şaşırtıcı olan ise, “Asla yapmaz” diye düşünülen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden yaptığı el hareketi oldu.
TBMM KÜFÜR TARİHİNDE İLKLER
Sadece yapılan el hareketi değil, yapan da şaşırtıcıydı. TBMM çatısı altında ağza alınmayacak küfürlerin edildiği, yumruklaşmaların olduğu olaylar yaşanmıştır. Ama bir genel başkanın, halkın yaşadığı ekonomik sıkıntıları anlatırken, el hareketi yaptığı görülmemişti.
Tıpkı, bir partinin genel başkanı sıfatını taşıyan üstüne üstlük bir kadın olarak “yavşak” kelimesini kullanması gibi, TBMM küfür tarihinde ilkler arasına girdi.
Şaşırdınız değil mi, evet TBMM’nin bir küfür tarihi vardır hatta bu yine TBMM Başkanlığı tarafından da raporlaştırılmıştır.
Yargıtay Başsavcılığı’nın iddianamesinin kabul edilmesinden sonra HDP ön savunma verdi. Geçen hafta da Yargıtay Başsavcılığı, iddianamede olduğu gibi esas hakkındaki mütalaasında da HDP’nin kapatılmasını talep etti.
Somut olaylara ve delillere dayandırılan iddianameye karşı HDP’lilerin ön savunmaları gerçekten traji-komik olmaya başladı.
Bunlara değineceğim ama önce iki gülünç açıklamayı aktarayım.
Selahattin Demirtaş, kendisinin dahi inanmadığı bir yalanı dünyanın gözüne baka baka söyledi: “Ne benim ne de partimizin PKK ile doğrudan ya da dolaylı bir bağlantısı veya ilişkisi var” dedi. Bu açıklamayı yabancı bir haber sitesine yapmasının nedeni, kapatma davasına karşı uluslararası destek arayışıydı.
Eski AKP Milletvekili Nureddin Nebati’nin, 2013 yılında bir grup AKP ve CHP milletvekili ile FETÖ’cülerin Amerika daveti sırasında, Pensilvanya’da ziyaret ettikleri FETÖ elebaşı Gülen ile grup halinde çekilmiş fotoğrafları sosyal medyada gündem oldu.
Nureddin Nebati üzerinden de olsa tartışma bir anda tekrar “FETÖ’nün siyasi ayağı” konusuna geri döndü.
SİYASİ AYAĞI FETÖ’CÜLER AÇIKLASIN!
FETÖ’nün siyasi ayağı konusunda yeri göğü inletenlerin, nedense yargıda 1000 dolayında hâkim ve savcının, 20 bin dolayında TSK’daki FETÖ mensubu var denildiğinde ağızlarını açmıyorlar.
Çünkü somut olguları konuşmak için bilgi gerekir ama sığ bir tartışmanın bilgiye ihtiyacı yoktur; saplantı ve inat yeter...
Gözlemim şu: “FETÖ’nün siyasi ayağı” tartışması; hayata siyaset gözüyle bakan, iktidar olmak isteyen, iktidarını korumak isteyen, makam, mevki maddi güç peşinde olanlar açısından birbirini yıpratmanın en kestirme yolu oldu. Oysa FETÖ ile mücadele, bunu aşan önemli bir konudur.
Belki de, yönetimi ve tetikçileri sosyal medyada bol olan FETÖ’cüler örgütün siyasi ayağı konusunda açıklama yapsalar, bu tartışma bitecek. Kimsenin birbirini yemesine gerek yok; FETÖ’cüler örgütün siyasi ayağını açıklasın, en başa da en nefret ettiklerini koysunlar.
Peki neden yapmıyorlar? Çünkü FETÖ’nün siyasi ayağı yoktur, dönemden döneme değişen kullandığı siyasetçi vardır.
YABANCILARDAN ZARFTA ALINAN PARALAR
Yabancı elçilik görevlileri ve istihbaratçılarıyla, otel lobilerinde, AVM’lerde, otoparklarda araç içinde gizli gizli buluşan, onlara sadece dış politika değil, Türkiye’nin yurtdışı askeri operasyonları, iç siyasi gelişmeleri hakkında da raporlar yazan, karşılığında da zarflar içinde paralar alan eski bir subay olan Metin Gürcan’a kol kanat germesi, insanın gözlerini yaşartıyor!
‘MASUMİYET KARİNESİ’ AKLINA GELDİ!
Hele hele yasal dinleme ve izleme kayıtlarıyla delillendirilen “siyasi casusluk” iddialarına, “siyasi operasyon” yorumu yapması enteresan, komik, gülünç, “masumiyet karinesinden” söz etmesi ise mide bulandırıcı...
Sözde demokrat Babacan, unutulduğunu, unutturduğunu zannediyor, hukuktan, masumiyet karinesinden söz ediyor. “Siyasi operasyon” görmek istiyorsa 2010 yılına gidelim, “tam göbeğinde” olduğu FETÖ’nün İzmir Askeri Casusluk kumpasında, “masumiyet karinesi” aklına gelmeden imzasıyla yapılan bürokrat tasfiyelerini hatırlayalım.
Şimdiki kuşaklar bilmez; tam 11 yıl önce FETÖ’cülerin asker ve bürokraside kendilerinden olmayanları tasfiyeye yönelik giriştiği bu operasyonun baş kahramanlarından birisi dönemin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’dı.
ABD’DEN GÖNDERİLEN MAİL İLE BAŞLADI
Kumpas, 10 Ağustos 2010’da, Amerika Maryland’deki
Yazıma bir soruyla başlayayım: FETÖ’nün en üst düzey 5 yöneticisiyle 766 görüşmeye dair HTS kaydınız olsa, FETÖ’nün kurduğu bir derneğin yöneticisi olsanız ve FETÖ elebaşının talimatı sonrası Bank Asya’daki hesabınıza para yatırsanız, üstüne FETÖ’cülerin yaptığı ev toplantılarına katılsanız, mahkeme huzurunda verilen tanık ifadelerinde, yer, zaman, konum bilgisi dahi verilerek FETÖ ile ilişkiniz anlatılsa başınıza ne gelirdi?
Yani, mahkeme ne karar verirdi?
Ben söyleyeyim, bunların yalnız biri veya birkaçı olsa, “FETÖ üyeliğinden” ceza alırdınız.
Ekrem Yeter için bunların hepsi var hatta fazlası mevcut ama o yargılandığı ilk derece mahkemesi tarafından beraat ettirildi, üst mahkeme olan istinaf mahkemesi de, bir üye hâkimin itirazına rağmen iki hâkimin oyuyla o kararı onadı.
O KARARI BEN VERMİŞİM GİBİ UTANDIM
Evet karar kesinleşmedi bir de Yargıtay aşaması var ama kararın basına yansımasından itibaren irtibatta olduğumuz 15 Temmuz şehitlerinin aile üyelerinden ve bazı 15 Temmuz gazilerinden aldığım telefonlar nedeniyle bu satırları yazmak, onlara olan borcumdu.
Bu karar hiçbirinin içine sinmiyor hele kararı dikkatlice okuyan avukat bir şehit yakınının, “Nedim Bey, beraat kararına ve yeni delillere rağmen beraat kararı hakkındaki onama kararının gerekçesine, ‘Bülent Arınç’ın damadı olduğu için beraatine’ diye yazmayı unutmuşlar” deyince, ne diyeceğimi bilemedim.
Sanki o kararı ben vermişim, ben onamışım gibi utandım.