Murat Bardakçı

Türkiye'yle Irak birleşecekti

8 Şubat 1998
1952'de genç bir maliye memuruyken Irak'la petrol görüşmelerini tek başına götüren, sonraki yılların politikacısı ve yazarı Cahit Kayra, federasyon görüşmeleri için Türkiye'ye gelecek olan Irak'ın güçlü adamı Bekir Sıdkı Paşa'yı İngilizler'in nasıl öldürttüğünü anlatıyor...Musul'un şık otellerinden birinin lobisinde bundan 61 yıl önce birkaç el silâh patladı. Kanlar içerisinde yere yuvarlanan üç kişi hemen orada can verdiler... Ölenlerden biri Irak'ın o zamanki güçlü adamı, Genelkurmay Başkanı Bekir Sıdkı Paşa'ydı. Hayata yanındaki iki korumasıyla beraber veda etmişti...Irak o yıllarda krallıktı ve tahtta Kral Gazi oturuyordu. Memleket 1932'de İngiliz himayesinden kurtulup bağımsız olmuştu ama British Petroleum şirketinin çıkarmaya başladığı petrolün üretimi her sene artıyor ve arttıkça İngilizler Irak'ta eskisinden de fazla söz sahibi oluyorlardı.Suikastte can veren Bekir Sıdkı Paşa, Arap dünyasının ilk darbecisiydi ve Arap aleminde senelerdir devam eden, bugünlere kadar uzanan askeri ihtilâl geleneğini başlatmıştı. Sadece Irak'ta, 1937 ile 1941 arasında tam yedi ayrı darbe yaşandı.Memleket sonraki günlerde bir keşmekeşin içine girdi. Ayaklanmalarla darbeler birbirini takip etti ama Paşa'nın katilleri bir türlü bulunamadı...Bağdat'ta, önce bir tutuklama furyası yaşandı. İktidarı Bekir Sıdkı'yla beraber paylaşan başbakan Hikmet Süleyman krala istifasını verdi ve bir müddet sonra tutuklandı. Neyle itham edildiği tam belli değildi ama idama mahkûm oldu. Her nedense idam edilmedi, ülkenin kuzeyindeki bir zindana kapatıldı, iki sene sonra affa uğradı ve Bağdat'a döndü...Bekir Sıdkı Paşa'nın arkasından, 1939'da Irak bir başka garip ölümle sarsıldı: Aşırı hız meraklısı Kral Gazi'nin kullandığı otomobilin frenleri boşalmış ve bir ağaca bindiren kral parça parça olmuştu. Hadisenin suikast olduğu ve arkasında İngiliz parmağı bulunduğu söyleniyordu...Gazi'nin yerini daha çocuk yaşta olan oğlu Faysal'ın almasıyla gruplar arasındaki iktidar kavgası daha da kızıştı. Darbeler ve hükümeti devirme teşebbüsleri artık birbirini takip ediyordu. Nihayet 1958'e gelindi ve Bağdat 14 Temmuz'da yüzyılın en kanlı ihtilallerinden birine sahne oldu. Darbeciler Genç kral Faysal'ı, ailesini ve Irak'ın bütün üst düzey yönetimini gece yataklarında parçaladılar. Genelkurmay Başkanı Bekir Sıdkı Paşa'nın öncülük ettiği darbe geleneği artık en kanlı noktasına ulaşmış, Baas Partisi'nin kana dayanan iktidarına ve bugünün Saddam'ına uzanan yol açılmıştı..Irak'taki 60 küsur yıl öncesinin suikastini bugün neden mi gündeme getiriyorum?Cahit Kayra'dan geçenlerde dinlediklerim yüzünden...Bürokratlığı, politikacılığı ve sanatkârlığı bir ömür boyu birarada götürmüş olan Cahit Bey 1952'de genç bir maliye memuruyken Türkiye'nin Irak petrollerindeki hissesi konusunda görevlendirilmiş ve bir müddet Bağdat'ta bulunmuştu. Orada, Bekir Sıdkı Paşa'nın öldürülmesiyle ilgili başka türlü şeyler öğrenmişti...O yıllarda yeniden göze girip kral naipliğine kadar yükselmiş olan eski başbakan Hikmet Süleyman, 1930'lu senelerde Irak'la Türkiye arasında büyük bir yakınlaşma olduğunu anlatmıştı Cahit Bey'e... Ankara'ya defalarca gittiğini, Mustafa Kemal ve İsmet Paşalarla görüştüğünü, Türkiye'yle Irak'ın federasyonu andıran bir biçimde bir araya gelmesinin hazırlıklarını yaptığını hikâye etmişti... Bekir Sıdkı Paşa bütün bu çalışmaları anlaşmayla noktalamak için Ankara yolculuğuna çıkmış ama Musul'da aktarma yapacağı treni beklerken federasyonu engellemeye çalışan İngiltere'nin görevlendirdiği ajanların kurşunlarına hedef olmuştu. İngiltere sonra Kral Gazi'yi de ortadan kaldırıp Irak'ın bütün petrolünü kontrolü altına almıştı...Cahit Bey böyle anlatıyor; zamanın Irak Başbakanı Hikmet Süleyman'ın şimdi İstanbul'da yaşayan oğlu, dostum Muhsin Süleyman Bey ise zarif Türkçesiyle ‘‘Merhum pederimin böyle bir işe kalkışması imkânsız efendim’’ diyor...İşte yakın, hem de çok yakın tarihin derinlemesine incelenmesi gereken bir muamması... Ben, Irak konusunun dünya gündeminin yeniden ilk sırasına tırmandığı şu günlerde 60 küsur yıl öncesinin muammasından bahsedeyim dedim.Cahit Bey'in anlattıklarının gerçekleştiğini, Türkiye'yle petrol devi Irak'ın güçlerini taaa 1937'de birleştirmiş olduklarını hayal edelim...Ortadoğu ne hoş bir manzaraya sahip olurdu!Irak petrolleri dosyası Ankara'da nasıl kaybolduCahit Kayra senelerce bürokrasinin içerisinde bulunmuş, zamanla tepeye çıkmış, milletvekilliği ve bakanlık etmiş, sonra köşesine çekilmiş ama çalışmaktan hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Hep çalışır ve ardada kitapar çıkartır...Cahit Bey'in geçen yıl çıkarttığı hatıralarının adı ‘‘1938 Kuşağı’’. Kitapta Türkiye'nin İngiltere'yle 1932'de yaptığı bir anlaşmayla Irak petrollerinin gelirinden 25 yıl boyunca yüzde 10 hisse almasının kararlaştırıldığını anlatırken bu hissenin o zamanki parayla 100 milyon liralık son kısmını niçin tahsil edemediğimizi yazıyor:‘‘1952 gelir tahminlerini hazırlarken bir şey keşfettim. Bizim Irak petrollerinden aldığımız pay birden iki katına çıkmıştı, İnceledik ve böylece ilk kez Irak petrollerinden aldığımız payı öğrendik....Irak petrolleriyle ilgili dosyayı incelemek istedim. O zamanki genel müdür Namık Yolga, öyle bir dosya olmadığını söyledi. ...Elimizde sadece Resmi Gazete'de yayınlanmış bir protokol metni vardı. Resmi Gazete'nin o nüshasını çantama koyup Bağdat'a gittim.O zamanki Bağdat Büyükelçimiz İsmet İnönü'nün sınıf arkadaşı, Kurtuluş Savaşı'nın kahramanlarından ve daha sonra MAH örgütünü kuran Rahmi Apak'tı. Bağdat'a vardığımızın haftasında Apak'la o zamanın kudretli başbakanı Nuri Said Paşa'yı ziyarete gittik. Rahmi Apak, Paşa'yla Harbiye'den arkadaştı. Senli benli konuşuyorlardı.Iraklılar'ın bizden hem protokolü göstermelerini isteyeceklerini bekliyor, hem korkuyordum. Sonradan anlaşıldı ki, bizde Resmi Gazete'de yayınlanmış bir metin vardı ama onlarda o da yoktu.Biz 100 milyon lira istiyorduk. Nuri Said Paşa ‘‘50 milyon ödeyelim. Sanayi Bakanına bu kadarını zorla kabul ettirebildim. Daha fazlasına gücüm yetmez’’ dedi.Sonuçta 50 milyonu alıp dosyayı kapatmayı hükümetimize önerme kararı aldık. Ama Ankara 100 milyonu almakta kararlıydı. ...1958'de Irak'ta kanlı bir devrim patladı, biz de alacağımızdan tümüyle vazgeçtik, herkes rahat etti. İş böylece kapandıktan sonra Dışişleri'nde 1932 protokolünün dosyaları bulundu ve arşive kaldırıldı...’’Cahit Kayra senelerce bürokrasinin içerisinde bulunmuş, zamanla tepeye çıkmış, milletvekilliği ve bakanlık etmiş, sonra köşesine çekilmiş ama çalışmaktan hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Hep çalışır ve art arda kitaplar çıkartır...Cahit Bey'in geçen yıl çıkarttığı hatıralarının adı ‘‘1938 Kuşağı’’. Kitapta Türkiye'nin İngiltere'yle 1932'de yaptığı bir anlaşmayla Irak petrollerinin gelirinden 25 yıl boyunca yüzde 10 hisse almasının kârarlaştırıldığını anlatırken bu hissenin o zamanki parayla 100 milyon liralık son kısmını niçin tahsil edemediğimizi yazıyor:‘‘1952 gelir tahminlerini hazırlarken bir şey keşfettim. Bizim Irak petrollerinden aldığımız pay birden iki katına çıkmıştı, İnceledik ve böylece ilk kez Irak petrollerinden aldığımız payı öğrendik....Irak petrolleriyle ilgili dosyayı incelemek istedim. O zamanki genel müdür Namık Yolga, öyle bir dosya olmadığını söyledi. ...Elimizde sadece Resmi Gazete'de yayınlanmış bir protokol metni vardı. Resmi Gazete'nin o nüshasını çantama koyup Bağdat'a gittim.O zamanki Bağdat Büyükelçimiz İsmet İnönü'nün sınıf arkadaşı, Kurtuluş Savaşı'nın kahramanlarından ve daha sonra MAH örgütünü kuran Rahmi Apak'tı. Bağdat'a vardığımızın haftasında Apak'la o zamanın kudretli başbakanı Nuri Said Paşa'yı ziyarete gittik. Rahmi Apak, Paşa'yla Harbiye'den arkadaştı. Senli benli konuşuyorlardı.Iraklılar'ın bizden hem protokolü göstermelerini isteyeceklerini bekliyor, hem korkuyordum. Sonradan anlaşıldı ki, bizde Resmi Gazete'de yayınlanmış bir metin vardı ama onlarda o da yoktu.Biz
Yazının Devamını Oku

İslamı birleştiren demiryolu

24 Ocak 1998
Bugün en ekonomik ulaşım yollarından biri olarak kabul edilen demiryolu taşımacılığının geçmişi bizde 1850'lere kadar gider.Kendileri için gerekli hammaddelere daha rahat ulaşıp sömürgelerine yaklaşmak gayretindeki Avrupa devletleri, geçen asrın ilk çeyreğinden itibaren Osmanlı topraklarının iç kesimiyle limanlarını demiryoluyla birleştirmeyi teklif ettiler ve projelerin bir kısmı gerçekleşti. Rumeli, Batı Anadolu ve Almanlar'ın meşhur İstanbul-Bağdat demiryolları Osmanlı Devleti'nin de işine yaradı; başkentin siyasi ve askeri nüfuzu bu yollarla taşranın uç noktalarına kadar ulaştı.Müslümanlar için farz olan haccın güzergâhını bir demiryoluyla katetmek, önceleri Avrupalılar'ın Kızıldeniz'le Basra Körfezi'ni birleştirmeye yönelik çeşitli demiryolu projeleriyle gündeme geldi. Ancak II.Abdülhamid yabancı patentli bu tekliflerin imparatorluk için sakıncalı olacağını düşündü ve böyle bir projenin bir Osmanlı yatırımı olmasını tercih etti.Şam'dan Medine'ye, Mekke'ye ve Cidde'ye uzanması düşünülen demiryolu projesi hac yolculuğunu da çok daha rahat ve sağlıklı bir şekle sokacak, İslam Halifesi olan Osmanlı Sultanı'nı dünya Müslümanlarının gözünde yükseklere çıkartacaktı. Ayrıca Hicaz bölgesine daha hızlı ulaşılabilecek, İstanbul'un Arap yarımadasıyla bağlantısı Avrupalılar'ın kontrolündeki Süveyş kanalının tekelinden kurtulacaktı. Projenin hayali, hemen herkesi harekete geçirdi. Artık çocuklar bile proje uğruna cep harçlıklarını vermekteydiler.1 Eylül 1900'de Şam'da başlayıp tam sekiz sene sonra Medine'de sona eren Hicaz demiryolu inşaatının yüzde 34'ü bağışlarla karşılandı. Maaşlarda kesintiler yapıldı, amblemli pul, kartpostal, kibrit kutusu, cüzdanlar piyango biletleri ve bayram tebrikleri satıldı. O günlerde henüz emekleme dönemini yaşamakta olan Ziraat Bankası'nın bir kredisiyle can bulan proje, sekiz yıl sonra Hayfa kolu ile beraber 1464 kilometrelik bir demiryolu olarak ortaya çıkacak ama işi önceleri ‘‘ütopik’’ bularak alay eden Avrupa güçleri bir hayli telaşlanacaktı.Hicaz demiryolunun açıldığı yıl Osmanlı topraklarında meşrutiyet ilan edilmiş ve bir sene sonra da projenin gerçekleştiricisi olan Abdülhamid tahttan indirilmişti. Projenin tamamlanmasıyla ilgili olarak ortaya bu defa da iki engel çıktı: Demiryolunun ve beraberinde döşenen telgraf hattının Mekke'ye ulaşmasıyla siyasi nüfuzunu kaybedeceğini düşünen Mekke Emiri Şerif Hüseyin ve hac kervanlarının yağmasıyla geçinen Hicaz bedevileri...İslam dünyasının bu ortak yolunun kaderini Birinci Dünya Savaşı'nın patlaması ve İngiliz destekli Hicaz ayaklanması çizdi. Savaş sonrasında Osmanlı Devleti'nin neredeyse tüm Ortadoğu topraklarını kaybetmesiyle demiryolu hattı da bir daha dirilmeyecek şekilde tahrip olacak, bitecekti...İftar yemekleriBaş pilâvıİki veya üç ödet kuzu yahut koyun başı temizlendikten sonra tencerede bol su ve tuzla kaynatılır. Piştikten sonra tencereden çıkartılan başlar kırılır, içlerindeki beyinler çıkartılıp ayrı bir kapta su ile ezilerek yoğurt kıvamına getirilir. Başın tencerede kalan suyunun içine bir mikdar sade yağ, tarçın, biber, sakız ve yeterikadar yıkanmış pirinç ilâve edilir. Suyunu çekene kadar kaynatılır, bir kadayıf tepsisinin üzerine dökülür ve üzeri önceden hazırlanan ezilmiş beyinle sıvanır. Tepsi fırına yerleştirilir, beyin kızarana kadar pişirilir (‘‘Melceü't-Tabbâhin’’den).Reşad Ekrem'in giyim kuşam sözlüğüMaşlahAltı üstü bir, kol yerine yukarıdaki iki ucunda yarıkları olan bir çeşit üstlüktü ve kadınlar tarafından kullanılırdı. İstanbul hanımları geçen asrın sonlarında itibaren maşlah giymeye başlamışlar ve bu moda Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarına kadar devam etmişti. Maşlah kibar hanımların üstlüğüydü. Şehir içinde giyilmemiş, sadece sayfiyelere, yalılara ve köşklere taşınıldığı zaman kullanılmıştı. Kolsuz ve torbamsı olduğu için, boyu daima kısa göstermiştir ve maşlah modasının kısa sürmüş olmasının sebebi de budur. Mesireye maşlahla giden güzel bir hanım, ferace ve yaşmak altındaki sihrini, füsununu ve albenisini hiçbir zaman bulamamıştır.Hattın ustalarıAhmed Râkım EfendiHayatı hakkında hiçbir bilgi bulunmayan hatatlardandır ve sadece 19. yüzyılda yaşadığının bilinmesinin dışında, rüşdiye mekteplerinde yazı hocalığı yaptığına dair de bir söylenti vardır. Hırka-i Şerif Camii'nin güney cephesine bakan avlu kapısının üzerindeki sülüs besmele onun eseridir. Arkasında eskiden Sultan Mahmud Türbesi'nde saklanan bir Kur'an-ı Kerim, beş adet şifa-ı şerif ve çok sayıda delâil bırakan Ahmed Râkım Efendi'nin bazı levhaları özel kolleksiyonlardadır. Tarihin tuhaflıklarıGanimet hisseleriEskiden bir yere kumandan olarak gönderilen vezirlerle devlet büyüklerinin sefer dönüşü hükümdara ganimetten hisse sunması devlet kurallarındandı. Bu hediyeler arasında en zengini Barbaros Hayreddin Paşa'nın Kanuni Süleyman'a sunduğu ganimetti. Barbaros, hükümdara omuzlarında birer top çuha ile 2 bin esir, birer kese akçe taşıyan 200 genç, ellerindeki tepsilerde biner altın tutan 100 kişi, binlerce tesbih, gerdanlık ve altın kadehin yanısıra 200 de cariye takdim etmişti.Abdülbaki GölpınarlıKaalu-BelâKur'an-ı Kerim'in VII. suresinin (A'râf) 172.-173. âyetlerinde, Allah'ın, Ádemoğulları'nın arkalarından, soylarını çıkarıp onlara ‘‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’’ dediği, onların da ‘‘Evet, Rabbimizsin’’ dedikleri, bunun üzerine onları birbirlerine tanık tuttuğu, bunu da kıyamet gününde ‘‘Bizim bundan heberimiz yoktu, atalarımız bizden önce şirk koşmuşlardı, biz onlardan sonra geldik’’ dememeleri için yaptığı bildirilmektedir.Halk inancına göre ‘‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’’ sorusuna ‘‘Evet’’ diyenler bu dünyada mü'min olmuşlar, ‘‘Hayır’’ diyelerse küfre, şirke düşmüşlerdir. ‘‘Değil miyim?’’ sözünün Arapcası ‘‘Elestu’’dur. ‘‘Kaalu-Belâ’’ sözüyse ‘‘Evet, dediler’’ anlamındadır. Bu ‘‘soru-cevap’’, ‘‘Ezel Bezmi, Elest Meclisi’’ anlamına ‘‘Bezm-i Ezel, Bezm-i elest’’ diye de geçer.Sufilere nazaran zaman olmadığından ve ‘‘Rab’’ terbiye eden, geliştiren, yetiştiren anlamına geldiğinden, herkes de istidadına göre iş işlediğinden, hâl diliyle heran ‘‘Sizi geliştiren, yetiştiren değil miyim?’’ sorusu gelmekte. herkes de istidadına uymakla, gene hâl diliyle ‘‘Evet’’ demektedir. Yunus ‘‘Kalem çalınacak görgil, haber böyledürür bilgil; / Kaalu-Belâ kelecisin bunda haber veren benem’’ beytiyle bunu dile getirmektedir.Büyük SözlerUlu Tanrı dedi ki: Ádemoğlu, yok ol ey zaman, ne fena gün gibi sözler söyleyerek beni incidir; yok ol ey zamandemesinbiriniz; çünki zaman benim, gecesini-gündüzünü döndürür dururum; dilersem ikisini de yok ediveririm.Ulu Tanrı dedi ki: Ey Ádemoğlu, beni kendi kendine anarsan ben de seni zâtımda anarım; beni bir toplulukta anarsan seni o topluluktan daha da hayırlı bir toplulukta anarım, bana bir karış yaklaşırsan ana bir zirâ' yakınlaşırım, bana bir zirâ' yaklaşırsan sana bir kulaç yakınlaşırım, bana yürüyerek gelirsen sana koşakoşa gelirim.Hazret-i Muhammed
Yazının Devamını Oku