Atatürk'ün okuduğu nutuk yayınlanandan farklıydı

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Son günlerin gözde kitabı ‘‘Nutuk’’un, bende bir başka metni daha var: Şimdi hayatta bulunmayan bir dostumun seneler önce verdiği, ‘‘Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa’’nın 1927'nin 15 ile 20 Ekim günleri arasında okuduğu Nutuk'un orijinal metninin bazı fotokopileri... Kimi bölümleri, bulduğimiz Nutuk'tan farklı...

‘‘Nutuk’’, bugünlerde yeniden best-seller olma yolunda.. TV'lerde onunla ilgili programlar yapılıyor, okuma seansları düzenleniyor ve Deniz Baykal ‘‘başucu kitabı’’nın ‘‘Nutuk’’ olduğunu söylüyor.

Kitaplığımda, Nutuk'un vaktiyle devlet büyükleri için sadece 1000 adet yayınlanmış olan Osmanlıca, nefis cildli ve ‘‘imzalı’’ bir nüshası duruyor ama indeksi bulunmadığından, 1934 tarihli üç cildlik baskısını kullanırım. Bu 1934 tarihli yayın, her sayfanın kenarına yerleştirilmiş konu başlıklarıyla ve konulu indeksiyle, aradığınızı anında bulabileceğiniz en güzel baskıdır...

Seneler önce, şimdi hayatta olmayan bir dostumun verdiği bir başka ‘‘Nutuk’’ daha var bende... Sadece fotokopilerden oluşan küçük bir tomar...

Ama önce Nutuk'un ne olduğunu ve nerede ‘‘verildiğini’’ bilmeyenler için kısaca yazayım: ‘‘Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa’’nın, 1927'nin 15 ile 20 Ekim günleri arasında, Halk Fırkası'nın ikinci kurultayında okuduğu metindir Nutuk... Gazi Paşa söze ‘‘Efendiler!...’’ diye girmiş, ‘‘Geleceğe yönelik tedbirler hakkında görüş alışverişinde bulunmadan önce, millete geçmişe ait olayların ve icraatımızın hesabını vermenin görevim olduğunu düşünüyorum’’ demiş, bu işin vakit alabileceğini söylemiş, ‘‘Olaylarla dolu dokuz yılın tarihine temas edecek olan konuşmam uzun sürecektir. Ama bu zor iş yerine getirilmesi gerekli bir vazife olduğuna göre, sözü uzattığım takdirde beni hoş karşılayıp bağışlayacağınızı ümid ederim’’ dedikten sonra önündeki kalın tomarın ilk sayfasını okumaya başlamıştır...

Mustafa Kemal Paşa, ‘‘1335 senesi Mayıs'ının 19. günü Samsun'a çıktım’’ cümlesiyle başlayan tomarı tam 36 saat 31 dakika boyunca okumuş, ‘‘Mevcut olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur’’ cümlesiyle tamamladığında aradan altı gün geçmiş, 20 Ekim'e gelinmiştir...

İşte, bende fotokopileri olan ‘‘bir başka Nutuk’’, okunması 36 saat 31 dakika süren bu orijinal metnin fotokopileri... Asıl metnin nerede olduğunu bilmiyorum... Belki Çankaya'daki Atatürk Müzesi'nde, belki Genelkurmay'ın Harp Tarihi Dairesi'nde, belki de bir başka yerde... Ama bu birkaç sayfa fotokopi, Halk Fırkası Kurultayı'nda okunan Nutuk'la yayınlanan Nutuk arasında bazı farklar olduğunu gösteriyor... Kimi kelimelerin yerinde başka sözcükler var, kimi ifadeler değiştirilmiş; bazı paragraflar kısaltılmış, bazıları tamamen atılmış... Ve ilk bakışta anlaşılan, metnin biraz ‘‘yumuşatılmış’’ olduğu...

Meselâ ünlü girişin, ‘‘1335 senesi Mayıs'ının 19. günü Samsun'a çıktım’’ ifadesinin yanında, Mustafa Kemal'in ağzından bir not var: ‘‘Ali Rıza Paşa, Ahmed İzzet Paşa'ya 'Cumhuriyet yapacaklar' demiş, aleyhimde bulunmuş. İsmet Paşa'ya İzzet Paşa söylemiş’’ diyen önemli bir not...

Yayınlanan metinle orijinalinin niçin farklı olduğunun ortaya konması, üniversitelerin ‘‘Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi’’ enstitülerine düşüyor... Ama bu iş, son senelerde öğrencilerin askerlik tarihlerini ileriye atmalarını yahut devlet memurlarının terfilerini hızlandırmalarını sağlamaktan başka bir işe pek yaramayan ve neredeyse tamamı birbirinin aynı olan tezler yaptıran, ulufe gibi master ve doktora unvanları dağıtan bu enstitülerin ciddi birer bilimsel merkez olacakları zamanı bekliyor..

Orijinali daha sertti

İşte, Nutuk'un orijinaliyle yayınlanan metni arasında varolan birkaç fark... Üslubuna dokunmadan, sadece bazı kelimeleri günümüz Türkçesi'ne uyarlayarak veriyorum...

Osmanlıca orijinal metin, sayfa 11: ‘‘Asker; vaziyeti tamamlamak için ilave etmeliyim: Yunan ordusu karşısında Balıkesir'in güneyinde cephe alan, kumandanı Kâzım Bey olan Kâzım Paşa Hazretleri'nin fırkasının oluşturduğu cepheden başka Yunan ordusunun doğusunda ve güneyinde doğrudan doğruya mill; kuvvetler tarafından başka cepheler kurulmuştu’’. Bu cümleyle devamı basılı metinde yok...

Yine Osmanlıca orijinal metin, sayfa 22: ‘‘Bugüne kadar, Yunan ordusunun Manisa ve Aydın civarlarını da işgal eylediğinden haberdar oldum. Fakat İzmir'de ve Aydın'da bulunduğunu bildiğim kuvvetlerin ne halde olduklarına dair hiçbir taraftan henüz bir haber alamadım’’. Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkmasından sonra çeşitli ordularla haberleşmesinden sözeden ve bu cümlelerle başlayan bölüm de basılı metne alınmamış...

Milli Mücadele yıllarının Patrikhane'sinden ve Yunan ‘‘Mavri Mira’’ örgütünen sözeden kısımdan: ‘‘...Ermeni Patriki Zaven Efendi de Mavri Mira heyeti tarafından elde edilmişti. Ermeni hazırlığı tamamen Rum hazırlığı gibi ilerliyordu...’’. Bu cümleler, basılı metinde daha kısa ve daha yumuşak bir üslûpla yer alıyor.

Devlet arşivleri şimdi emin ellerde

Başbakanlığa bağlı Devlet Arşivleri'nde yeni bir dönem başlıyor... Genel Müdür İsmet Binark’ın görevden alınmasından sonra eski yönetimin ‘‘kişisel reklam vasıtası’’ yaptığı arşivin idaresi baştan aşağı değişiyor...

Gülçin Telci'nin köşesinde, dün ‘‘Küresel torpil’’ başlıklı bir yazı vardı... Gülçin, Devlet Arşivleri Genel Müdürü İsmet Binark'ın görevinden alınacağını öğrenince araya KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ı koyup Ankara'ya ‘‘İsmet Bey iyi insandır, onu yerinde bırakın’’ diye mesaj göndertmeye çalıştığını yazıp soruyordu: ‘‘Üzerinde 'hamil-i kart yakınım olur' denilen kartvizitlerin yerini şimdi Türkiye dışından torpiller aldı... Bakalım, bundan sonraki torpil hangi başkentten gelecek?’’

Açık söyleyeyim: Türkiye'de ciddi bir ‘‘Devlet Arşivi’’ maalesef yoktur. ‘‘Cumhuriyet Arşivleri’’ için Ankara'da, Yenimahalle'de koskoca bir bina inşa edilmiştir ama içerisi bomboştur... Gerçi hemen her devlet dairesi yazışmalarını itinayla saklar ama bu yazışmalar bir merkezde toplanmaz, her kuruluş kendi arşivini kendi bünyesinde tutar...

Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'nde geçen hafta yapılan değişiklik beni bu yüzden bir hayli sevindirdi... O kuruluşun bir parçası olan İstanbul'daki ‘‘Osmanlı Arşivleri’’nde senelerdir araştırma yapan bir kişi olarak, bizdeki arşivlerin vaziyetini yakından bilirdim... Geçen hafta görevden alınan genel müdür tarafından reklam vasıtası olarak kullanılmasına rağmen doğru dürüst faalliyet gösteren tek birim, İstanbul'daki bu Osmanlı Arşivleri'ydi... ‘‘Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’’ koltuğu, sadece o koltukta oturan kişinin tanıtımına yaramış, reklam uğruna ‘‘devlet büyüklerine’’ ve politikacılara mahsus kapalı devre yayınlar çıkartılmış, ‘‘hediyelik’’ kitaplar bastırılmış, bu arada işler bir yana bırakılmış, ‘‘eğitim gezisi’’ adı altında dünya turları atılmış ve Osmanlı belgelerinin tasnifi tabii ki durma noktasına gelmişti... Arşivciliğin temeli olan ‘‘mikrofilm’’ kavramı hatıra bile getirilmemiş, onun yerine göstermelik ‘‘bilgisayar’’ projeleri ortaya atılmıştı ve alınan bir mesafe yoktu...

Başbakanlığa bağlı Arşivler Genel Müdürlüğü'nde geçen haftaki değişiklikleri işitip genel müdürlüğe İsa Özkul'un getirildiğini öğrendiğim zaman duyduğum memnuniyetin sebebi buydu... ‘‘Kişisel reklam devri bitti, arşivler artık emin ellerde’’ diye düşündüm...

Ve, bir söylenti: Siyasilerimiz, Osmanlı arşivleriyle uğraşmaktan bir türlü bıkmıyorlar... Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Dr. Füsun Koroğlu'nun Osmanlı Arşivleri'ndeki uzmanların işlerine son verilmesi girişimini son anda durdurduğunu daha önce yazmıştım... Şimde de bir koalisyon partisi arşivciliğin ihtisas işi olduğunu unutup ‘‘Pernoneli kovamadık ama Osmanlı Arşivleri'nin bari yöneticileri bizden olsun’’ diyerek tayin furyasına girişiyormuş... Kuruluşunun 700. yılını devlet olarak kutlamaya hazırlandığımız Osmanlı'nın arşivleri yakında bir hükümet krizine sebep olursa aman ne eğleniriz!..

Korolarda geciken temizlik nihayet yapıldı

Önceki hafta, Edirne Devlet Türk Müziği Topluluğu'nda olup bitenleri yazmıştım... Topluluk şefi Ayhan Sarı'nın sanatçılara, ‘‘Alt tarafı tek sesli müzik yapıyorsunuz... Bu da iş mi? Sizin gibi küçük beyinliler bunları anlayamaz’’ gibisinden nasıl zarif sözler ettiğini, onları nasıl içkili yerlerde çalmaya zorladığını ve azap çektirdiğini anlatmıştım... Sanatçılar Kültür Bakanlığı'na ‘‘Bizi bu şeften kurtarın’’ diyen bir dilekçe vermişler bekliyorlardı...

Hafta içinde Kültür Bakanı İstemihan Talay aradı ve Edirne'de gerekli incelemeyi yaptırttığını, şef Ayhan Sarı'yı görevden aldığını söyledi... Onunla beraber hakkında gene şikâyetler olan İstanbul korosunun şefi Ümit Atalay da görevden alınmış ama alınma tebligatı henüz yapılmamıştı... Sayın Bakana, korolara karşı gösterdiği ilgiden dolayı teşekkür ediyorum.

Bugünlerde, öteki Türk Müziği korolarını konu alan bir araştırmayla meşgulüm... İstanbul'daki bir turistik tekkenin tam kadro nasıl devlet korosuna dönüştürüldüğünü, adının başında ‘‘klasik’’ sözü bulunan bir koronun şefinin akşamdan bestelediği ucuz parçaları sabahları ‘‘klasik eser’’ niyetine nasıl çaldırdığını yakında okuyacaksınız.

Yazarın Tüm Yazıları