İslamı birleştiren demiryolu

Bugün en ekonomik ulaşım yollarından biri olarak kabul edilen demiryolu taşımacılığının geçmişi bizde 1850'lere kadar gider.Kendileri için gerekli hammaddelere daha rahat ulaşıp sömürgelerine yaklaşmak gayretindeki Avrupa devletleri, geçen asrın ilk çeyreğinden itibaren Osmanlı topraklarının iç kesimiyle limanlarını demiryoluyla birleştirmeyi teklif ettiler ve projelerin bir kısmı gerçekleşti. Rumeli, Batı Anadolu ve Almanlar'ın meşhur İstanbul-Bağdat demiryolları Osmanlı Devleti'nin de işine yaradı; başkentin siyasi ve askeri nüfuzu bu yollarla taşranın uç noktalarına kadar ulaştı.Müslümanlar için farz olan haccın güzergâhını bir demiryoluyla katetmek, önceleri Avrupalılar'ın Kızıldeniz'le Basra Körfezi'ni birleştirmeye yönelik çeşitli demiryolu projeleriyle gündeme geldi. Ancak II.Abdülhamid yabancı patentli bu tekliflerin imparatorluk için sakıncalı olacağını düşündü ve böyle bir projenin bir Osmanlı yatırımı olmasını tercih etti.Şam'dan Medine'ye, Mekke'ye ve Cidde'ye uzanması düşünülen demiryolu projesi hac yolculuğunu da çok daha rahat ve sağlıklı bir şekle sokacak, İslam Halifesi olan Osmanlı Sultanı'nı dünya Müslümanlarının gözünde yükseklere çıkartacaktı. Ayrıca Hicaz bölgesine daha hızlı ulaşılabilecek, İstanbul'un Arap yarımadasıyla bağlantısı Avrupalılar'ın kontrolündeki Süveyş kanalının tekelinden kurtulacaktı. Projenin hayali, hemen herkesi harekete geçirdi. Artık çocuklar bile proje uğruna cep harçlıklarını vermekteydiler.1 Eylül 1900'de Şam'da başlayıp tam sekiz sene sonra Medine'de sona eren Hicaz demiryolu inşaatının yüzde 34'ü bağışlarla karşılandı. Maaşlarda kesintiler yapıldı, amblemli pul, kartpostal, kibrit kutusu, cüzdanlar piyango biletleri ve bayram tebrikleri satıldı. O günlerde henüz emekleme dönemini yaşamakta olan Ziraat Bankası'nın bir kredisiyle can bulan proje, sekiz yıl sonra Hayfa kolu ile beraber 1464 kilometrelik bir demiryolu olarak ortaya çıkacak ama işi önceleri ‘‘ütopik’’ bularak alay eden Avrupa güçleri bir hayli telaşlanacaktı.Hicaz demiryolunun açıldığı yıl Osmanlı topraklarında meşrutiyet ilan edilmiş ve bir sene sonra da projenin gerçekleştiricisi olan Abdülhamid tahttan indirilmişti. Projenin tamamlanmasıyla ilgili olarak ortaya bu defa da iki engel çıktı: Demiryolunun ve beraberinde döşenen telgraf hattının Mekke'ye ulaşmasıyla siyasi nüfuzunu kaybedeceğini düşünen Mekke Emiri Şerif Hüseyin ve hac kervanlarının yağmasıyla geçinen Hicaz bedevileri...İslam dünyasının bu ortak yolunun kaderini Birinci Dünya Savaşı'nın patlaması ve İngiliz destekli Hicaz ayaklanması çizdi. Savaş sonrasında Osmanlı Devleti'nin neredeyse tüm Ortadoğu topraklarını kaybetmesiyle demiryolu hattı da bir daha dirilmeyecek şekilde tahrip olacak, bitecekti...İftar yemekleriBaş pilâvıİki veya üç ödet kuzu yahut koyun başı temizlendikten sonra tencerede bol su ve tuzla kaynatılır. Piştikten sonra tencereden çıkartılan başlar kırılır, içlerindeki beyinler çıkartılıp ayrı bir kapta su ile ezilerek yoğurt kıvamına getirilir. Başın tencerede kalan suyunun içine bir mikdar sade yağ, tarçın, biber, sakız ve yeterikadar yıkanmış pirinç ilâve edilir. Suyunu çekene kadar kaynatılır, bir kadayıf tepsisinin üzerine dökülür ve üzeri önceden hazırlanan ezilmiş beyinle sıvanır. Tepsi fırına yerleştirilir, beyin kızarana kadar pişirilir (‘‘Melceü't-Tabbâhin’’den).Reşad Ekrem'in giyim kuşam sözlüğüMaşlahAltı üstü bir, kol yerine yukarıdaki iki ucunda yarıkları olan bir çeşit üstlüktü ve kadınlar tarafından kullanılırdı. İstanbul hanımları geçen asrın sonlarında itibaren maşlah giymeye başlamışlar ve bu moda Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarına kadar devam etmişti. Maşlah kibar hanımların üstlüğüydü. Şehir içinde giyilmemiş, sadece sayfiyelere, yalılara ve köşklere taşınıldığı zaman kullanılmıştı. Kolsuz ve torbamsı olduğu için, boyu daima kısa göstermiştir ve maşlah modasının kısa sürmüş olmasının sebebi de budur. Mesireye maşlahla giden güzel bir hanım, ferace ve yaşmak altındaki sihrini, füsununu ve albenisini hiçbir zaman bulamamıştır.Hattın ustalarıAhmed Râkım EfendiHayatı hakkında hiçbir bilgi bulunmayan hatatlardandır ve sadece 19. yüzyılda yaşadığının bilinmesinin dışında, rüşdiye mekteplerinde yazı hocalığı yaptığına dair de bir söylenti vardır. Hırka-i Şerif Camii'nin güney cephesine bakan avlu kapısının üzerindeki sülüs besmele onun eseridir. Arkasında eskiden Sultan Mahmud Türbesi'nde saklanan bir Kur'an-ı Kerim, beş adet şifa-ı şerif ve çok sayıda delâil bırakan Ahmed Râkım Efendi'nin bazı levhaları özel kolleksiyonlardadır. Tarihin tuhaflıklarıGanimet hisseleriEskiden bir yere kumandan olarak gönderilen vezirlerle devlet büyüklerinin sefer dönüşü hükümdara ganimetten hisse sunması devlet kurallarındandı. Bu hediyeler arasında en zengini Barbaros Hayreddin Paşa'nın Kanuni Süleyman'a sunduğu ganimetti. Barbaros, hükümdara omuzlarında birer top çuha ile 2 bin esir, birer kese akçe taşıyan 200 genç, ellerindeki tepsilerde biner altın tutan 100 kişi, binlerce tesbih, gerdanlık ve altın kadehin yanısıra 200 de cariye takdim etmişti.Abdülbaki GölpınarlıKaalu-BelâKur'an-ı Kerim'in VII. suresinin (A'râf) 172.-173. âyetlerinde, Allah'ın, Ádemoğulları'nın arkalarından, soylarını çıkarıp onlara ‘‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’’ dediği, onların da ‘‘Evet, Rabbimizsin’’ dedikleri, bunun üzerine onları birbirlerine tanık tuttuğu, bunu da kıyamet gününde ‘‘Bizim bundan heberimiz yoktu, atalarımız bizden önce şirk koşmuşlardı, biz onlardan sonra geldik’’ dememeleri için yaptığı bildirilmektedir.Halk inancına göre ‘‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’’ sorusuna ‘‘Evet’’ diyenler bu dünyada mü'min olmuşlar, ‘‘Hayır’’ diyelerse küfre, şirke düşmüşlerdir. ‘‘Değil miyim?’’ sözünün Arapcası ‘‘Elestu’’dur. ‘‘Kaalu-Belâ’’ sözüyse ‘‘Evet, dediler’’ anlamındadır. Bu ‘‘soru-cevap’’, ‘‘Ezel Bezmi, Elest Meclisi’’ anlamına ‘‘Bezm-i Ezel, Bezm-i elest’’ diye de geçer.Sufilere nazaran zaman olmadığından ve ‘‘Rab’’ terbiye eden, geliştiren, yetiştiren anlamına geldiğinden, herkes de istidadına göre iş işlediğinden, hâl diliyle heran ‘‘Sizi geliştiren, yetiştiren değil miyim?’’ sorusu gelmekte. herkes de istidadına uymakla, gene hâl diliyle ‘‘Evet’’ demektedir. Yunus ‘‘Kalem çalınacak görgil, haber böyledürür bilgil; / Kaalu-Belâ kelecisin bunda haber veren benem’’ beytiyle bunu dile getirmektedir.Büyük SözlerUlu Tanrı dedi ki: Ádemoğlu, yok ol ey zaman, ne fena gün gibi sözler söyleyerek beni incidir; yok ol ey zamandemesinbiriniz; çünki zaman benim, gecesini-gündüzünü döndürür dururum; dilersem ikisini de yok ediveririm.Ulu Tanrı dedi ki: Ey Ádemoğlu, beni kendi kendine anarsan ben de seni zâtımda anarım; beni bir toplulukta anarsan seni o topluluktan daha da hayırlı bir toplulukta anarım, bana bir karış yaklaşırsan ana bir zirâ' yakınlaşırım, bana bir zirâ' yaklaşırsan sana bir kulaç yakınlaşırım, bana yürüyerek gelirsen sana koşakoşa gelirim.Hazret-i Muhammed
Yazarın Tüm Yazıları