Allahtan artık böyle sarışınlar yok!

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Hafta içinde, yıllar önce okuduğum bir kitabı tekrar okudum: Reşad Ekrem'in ‘‘Haşmetli Yosmalar’’ını... Okuduktan sonra da ‘‘Neyse ki devlette böylesine sarışınların yer aldığı o günler artık çok gerilerde, asırlar öncesinde kalmış’’ dedim kendi kendime...

Geçenlerde kütüphanemi bir hale yola sokmaya çalışırken hayli yoruldum; azıcık dinlenebilmek için yıllar önce okuduğum kitaplardan birini şöyle bir karıştırayım dedim, raftan rastgele bir kitap çektim ve Reşad Ekrem'in ufak bir risalesi geçti elime: ‘‘Haşmetli Yosmalar’’...

Artık nadir kitap sınıfına girmiş bir eserdi bu ‘‘Haşmetli Yosmalar’’... İçerisinde politikacısından metresine, imparatoriçesinden devleti birbirine düşürmüş dansözüne kadar tarihteki tam 18 meşhur kadının maceraları hikâye ediliyordu ve bu kadınların hepsinin bir ortak noktası vardı: Hırsızlıktan fahişeliğe kadar yapmadıkları rezaletin kalmamış olması...

Reşad Ekrem'in eserine son zamanlarda sadece kitap mezatlarında rastlanır olmuştu ve işte bu yüzden içerisinde bahsi geçen 18 kadından bazısının öyküsünü, sizlere birkaç satırla da olsa nakledeyim dedim...

İşte, Reşad Ekrem'in ‘‘Haşmetli Yosmalar’’ından birkaç satırbaşı:

Pompadur Markizi: Paris'te, 1721'de, küçük bir maliyecinin kızı olarak dünyaya geldiği zaman, adı Jeannne Antoinette'ti... Yirmi yaşındayken bir maliye memuruyla evlendi ama Fransa Kralı 15. Louis'e takdim edilince hayatı değişti... Kral, kocasına 30 bin altın ödeyip Jeannne Antoinette'i boşattı, genç kadına ‘‘Pompadur Markizi’’ unvanını verdi ve metresi yaptı... Sarışın markiz, 15. Louis'nin sarayına yirmi yıl boyunca tek başına hâkim olup devleti canının istediği gibi yönetti ama Fransız kültürünün en büyük destekcilerinden biri olmayı da bildi... 1764'te öldüğü zaman 43 yaşındaydı ve Fransız hazinesine 36 milyon altın franga malolmuştu...

Helen: İsparta Kralı Menelaos'un karısıydı ve günün birinde Truva kralı Proamos'un oğlu Paris'le kaçtı... Kocası Menelaos bütün eski Yunan şehirlerini ayaklandırdı, büyük bir seferberlik başlattı ve Helen yüzünden on binlerce kişinin can vereceği, uzun yıllar sürecek olan ‘‘Truva savaşı’’ başladı...

Safo: Eski Yunan'ın şair kadınlarındandı... Zengin bir aileden geliyordu, çok iyi okumuştu ama gelen bütünevlenme tekliflerini geri çevirdi... Onu sadece ve sadece genç kızlar ilgilendiriyordu... Sadece onlar için şiir söyledi ve hayatını intiharla noktaladı...O zamanlar ‘‘Lesbos’’ denilen Midilli Adası'nda doğmuştu ve ‘‘Lezbien’’ sözü, bugünlere bu Lesboslu Safo'dan yadigâr kaldı...

Kleopatra: Reşad Ekrem'in ifadesiyle, ‘‘Şarklılaşmış Makedonya kanının güzeli’’ydi... Milâttan önce 69'da doğdu, dokuz yaşındayken Mısır tahtına oturdu, 15'ine geldiğinde Romalı kunamdan Antonius'a aşık olup yatağına girdi... Antonius vasıtasıyla saltanat ortağı olan ağabeyi Dionisos'u ortadan kaldırdı ama işleri birbirine sokunca kendisini zehirli bir engereğe sokturarak intihar etti...

Messalina: Milâdın 15. yılında, Roma'da doğdu... Aptallığıyla tanınan ama sonradan Roma'nın imparatoru olan Claudius'la evlendi... Devlet işlerini kendi eline aldı ve Roma'ya köleleriyle beraber idare etmeye başladı... Köleler imparatorun artık hem devletine hem karısına ortaktılar... Messelina devleti rüşvet ve cinayetlerle idare ederken 18 yaşında bir delikanlıya vuruldu, derken kendi adamlarıyla bozuştu ve bir saray darbesiyle canından oldu...

Bunlar, Reşad Ekrem'in sözünü ettiği ‘‘Haşmetli Yosmalar’’ın birkaçı... Amiral Nelson'un metresi Lady Hamilton'un, Rusya'nın Katerinalar'ının, sirk rakkaseliğinden imparatoriçeliğe yükselen Bizans'ın Kleopara'sının ve diğerlerinin rüşvet, hırs ve kan dolu maceralarına meraklıysanı, ‘‘Haşmetli Yosmalar’’ı bir yerlerden bulmaya çalışın...

Neyse ki böyle haşmetli yosmaların ve sarışınların devlette yer aldığı o günler artık çok gerilerde kaldı...

Osmanlı Arşivi'nde yanlıştan dönüldü

Geçen hafta, Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Dr. Füsun Koroğlu'nun Osmanlı Arşivleri'ndeki uzmanları sınavdan geçirmeye karar verdiğini yazmış, ‘‘Sınavlar irtica kadrolaşmasını temizlemek için yapılıyorsa amennâ... Ben, Dr. Koroğlu'nun bu işe uzmanların yerine ‘‘işsiz sosyal demokratları almak’’ için kalkışmadığını ve her Osmanlıca okuyanın Refahlı yahut irticacı olmadığını bildiğini sanıyorum’’ demiştim...

Yazımdan iki gün sonra Dr. Koroğlu sınavı iptal etti ve Osmanlı'nın yazılı mirasının her an kapı dışarı edilmeyi bekleyen bekçileri rahat nefes aldılar...

Başbakanlık'a bağlı Osmanlı Arşivi'ne huzur eskisi gibi hakim oldu ama Osmanlı Devleti'nin asırlar öncesine yayılan 40 milyon adet yazışmasının saklandığı dünyanın bu en büyük arşivi, hâlâ büyük dertlerle karşı karşıya... Yersizlikten ve personel sıkıntısı yüzünden tasnif çalışmaları durmak üzere... Arşiv kadro badiresini atlattı ama, teknik badireyi nasıl atlatacak, merak ediyorum...

Akademik Susurluk’un ilk iki raporu hazır

Haftalardır ‘‘Akademik Susurluk’’tan, yani Fikret Evci adındaki doçentin başkalarının yazdıklarından makaslama ‘‘eserinden’’ ve Mimar Sinan Üniversitesi'ne yaptığı profesörlük başvurusundan söz ediyorum...

Evci için kurulan beş kişilik jüriden ilk iki rapor geçen hafta geldi: Prof. Haluk Sezgin ve Prof. Zeynep Ahunbay bilimsel namusu koruyup tez için ‘‘red’’ dediler... Prof. Demir Divanlıoğlu'yla Prof. Cengiz Eruzun'un raporları henüz ortada yok ama bir başka üye, Prof. Veyis Özek istifa etti... Özek ‘‘bina bilgisi’’ profesörüydü ve her nedense restorasyon jürisine girmişti...

Bu arada ‘‘intihal şaheseri’’nin sahibi Doç. Evci'den, noterden yollanmış bir açıklama aldım... Danışmanlığı yaptığı Fatih Belediye Başkanı Sadettin Tantan'ın başarılarını kendisine malediyor ve ‘‘eseri’’ hakkında garip bir Türkçe'yle ‘‘...her sayfada kaynak verilmeden ancak bir kaynaktan alındığına şüphe götürmeyecek biçimde 218. sayfadaki kaynaklardan fotokopiler verilerek gerçekleştirilmiştir’’ diyordu...İşte ‘‘intihal’’ denilen iş zaten buydu ve haftalardır ben de bunu söylüyordum...

Gelişmeleri aktarmaya devam edeceğim ama Mimar Sinan Üniversitesi'nde profesörlük edenlere küçük bir hatırlatmam var: Uyanın!.. Uyanın ve okulunuzun namusuna sahip çıkın...

Tarihin arka odası

Devlet Korosu'nu yaşlı müzisyenler Pantheon'una çevirdiler

Edirne Devlet Türk Müziği Topluluğu sanatçıları, Kültür Bakanı'na gönderdikleri 17 imzalı bir dilekçede koro şefi Ayhan Sarı'nın kendilerini içkili yerlerde çalmaya zorladığını söylediler... Cevap ise bakandan değil, İzmir'deki eski bir besteciden geldi... Eski besteci, ‘‘Benim adımı çalışma salonuna veren bir şefe siz ne cür'etle isyan edersiniz?’’ diyordu...

Alaturka bir hikâye anlatacağım sizlere... Ağdalı, vıcık vıcık bir alaturka hikâye...

Kültür Bakanı İstemihan Talay'a, geçenlerde 17 imzalı bir şikâyet mektubu gitti... Mektup Edirne'den yollanmıştı ve altında Edirne Devlet Türk Müziği Topluluğu'ndaki sanatçıların imzaları vardı...

Şefleri Ayhan Sarı'dan yakınıyorlardı ve made madde sıraladıkları şikâyet konuları oldukça vahimdi... Meselâ şefin kendisini ayakta karşılamayan sanatçıları izinsiz bıraktığını, koro mensuplarını içkili yerlerde çalmaya zorladığını, topluluğu bakanlık onayı almadan Edirne dışında ‘‘işe’’ götürdüğünü söylüyor; hemen her gün ‘‘Alt tarafı tek sesli müzik yapıyorsunuz... Bu da iş mi? Sizin gibi küçük beyinliler bunları anlayamaz’’ gibisinden hakaretler işittiklerini yazıyorlardı...

Edirne Devlet Korosu'nda sanat yerine azap vardı artık...

Derken, bir başka gariplik yaşandı...

Mektup Ankara'ya gitti ve cevabı birkaç gün sonra geldi: Ama Ankara'dan ve Kültür Bakanı'ndan değil hiç alâkasız bir yerden, İzmir'den, besteci Avni Anıl'dan...

Bir yerel gazetede, ‘‘Küllü Dumanlı’’ bir köşede, ‘‘Olmadı çocuklar... Hiç olmadı’’ diyordu Avni Bey... Koro mensuplarının, şeflerini bakana şikâyete kalkışması ne cür'etti!.. Bu iş apaçık ‘‘isyan’’dı; çalışma şartlarını beğenmeyenler gidebilirlerdi, zira ‘‘yetenekli ve bilgili’’ başka gençler sırada beklemedeydi...

Geçmişin meşhur bestekârı Avni Anıl'ın ifadeleri bir hayli şaşırttı beni... ‘‘Bir zamanlar ‘‘hak’’, özellikle de ‘‘telif hakkı’’ adına mücadeleler veren, bu hakkı alabilmek için ardarda beste boykotları organize eden Avni Bey nasıl olur da müzisyenin yanında olmaz?’’ diye merak ettim, sorup soruşturdum ve esbâbını öğrendim: Koronun şefi Ayhan Sarı, Avni Bey'i birkaç defa Edirne'ye davet etmiş, adına konserler vermiş, üstüne üstlük topluluğun prova yaptığı yerin kapısına, üzerinde ‘‘Avni Anıl Salonu’’ yazılı bir de plaket çakıvermişti... Birilerine vicdan borcu hisseden eski besteciler, bakan sözcülüğüne soyunuyorlardı...

Ben, Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın Van'da opera yahut bale kurmadan önce Edirne'den yollanan ve şimdi masasının üzerinde olması gereken mektuptaki iddiaları derinlemesine soruşturup gereğini yapacağından eminim... Ama kıytırık bir salonun kapısına çakılan ve üzerinde adının yazılı olduğu bir plaketin diyetini ödemek uğruna baskı altındaki genç müzisyenlere ahkâm kesen eski bestecilere bir sözüm olacak: Bu ‘‘alaturka’’ kafayla giderlerse, ‘‘Dilşâd olacak diye kaç yıl avuttu felek’’ şarkısını daha çoook uzun seneler terennüm ederler...

‘‘Olmadı çocuklar... Hiç olmadı’’ değil, ‘‘Olmadı Avni Bey... Hiç olmadı!..’’

Yazarın Tüm Yazıları