Halkların Demokratik Partisi-HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 20 Kasım 2014 Perşembe günü yaptığı açıklamada “Çözüm sürecinde ‘müzakere’ aşamasının heyetler arasında gerçekleşeceğini” söyledi. Ayrıca müzakerelerin, İmralı’da ‘Abdullah Öcalan, Devlet heyeti, HDP İmralı heyeti ve Tanıklık heyeti’ olarak da nitelendirilebilecek ‘İzleme Kurulu’nun katılımıyla 20-30 kişilik geniş ve kapsamlı bir heyetin aynı anda oturacağı bir masada yürütüleceğini, ilk aşamada Kandil’in masada olmayacağını da belirtti. Açıklamadaki ‘İlk aşamada Kandil olmayacak’ cümlesinden, müzakerelerin daha sonraki aşamalarında Kandil’den bir heyetin katılacağı anlaşılıyor.
HAKAN FİDAN VE ÖCALAN
Demirtaş açıklamasında, son görüşmede Abdullah Öcalan heyetimize, “Ben bu tür ikili diyalogların fayda getirmeyeceğini düşünüyorum. Siz de gidip geliyorsunuz, bunlar faydasız değil. Ama bir sonraki görüşmeye üçünüz (Pervin Buldan, İdris Baluken, Sırrı Süreyya Önder) çıkıp gelirseniz bunun hiçbir faydası yok. Bu şekilde gelmeseniz de olur. Genişletilmiş heyet olarak gelinmesinde ısrarcıdır... İmralı’ya bizim heyetimiz, izleme heyeti ve devlet heyeti hep beraber gidecekler. Hakan Fidan ile Abdullah Öcalan arasında konuşulan, mutabakata varılan konu şu: “Devlet heyeti gelecek, onlar da genişletilmiş heyetlerini oluşturacaklar; artık kim katılırsa, yasa gereği müsteşarlıklar vesaire, bizim heyetimiz olacak masada, Abdullah Öcalan olacak, bir de izleme kurulu; hepsi aynı masada, aynı anda oturacaklar. Taraflar birbirine yol haritalarını sunacaklar...”dedi.
Evet… Demirtaş’ın açıklamasının önemli kısımları böyleydi. Şimdi de “HDP heyeti genişletilmiş şekliyle 30 Kasım 2014 Pazar günü İmralı Adası’na giderek toplantı gerçekleştirecek” açıklaması geldi.
ZÜBEYİR AYDAR BUNLARI 2 YIL ÖNCE SÖYLEMİŞTİ
Demirtaş’ın bu açıklamalarını okuyunca, Oslo sürecine katılan PKK’nın etkili isimlerinden, Avrupa sorumlusu olarak kabul edilen Zübeyir Aydar’ın bana 2 yıl kadar önce yaptığı açıklamayı hatırladım. Zübeyir Aydar 1995'te kurulan 'Sürgündeki Kürt Parlamentosu' ile 1999'da kurulan 'Kürdistan Ulusal Kongresi-KNK oluşumlarında yer aldıktan sonra 2003'te Kongra-Gel Başkanlığına getirilen KCK yürütme Konseyi üyesi. O günlerde ‘İmralı süreci’ olarak adlandırılan ‘Çözüm Süreci’ konusunda Ocak 2013’te Aydar’la Brüksel’de yaptığım görüşmenin üzerinden tam 23 ay geçti. Madem artık her şey açık açık konuşulup yazılıyor o günlere dönelim ve Zübeyir Aydar’ın bana verdiği özel röportajda söylediklerinin önemli bölümlerini hatırlayalım. Zübeyr Aydar’ın açıklamaları ise şöyle:
ÇÖZÜM SÜRECİ: ÖNCE BARIŞ KIŞI, SONRA ANADOLU BAHARI
Irakta yükselip Suriye’de varlığını sürdüren Irak-Şam İslam Devleti-IŞİD’in El Kaide terör Örgütü ile rekabeti dünyadaki radikal İslamcı gruplar arasında büyük bir karışıklığa neden olurken İslami Cihad dünyası da yeni bir döneme girdi.
Bu rekabet ve görüş ayrılıkları Suriye’de kopmalara kadar giden örgüt içi tartışmaları ve kanlı mücadeleleri beraberinde getirdi. Bu durum bir taraftan El Kaide’nin başındaki Eyman El Zevahiri’nin kumandası altındaki cihatçılar diğer taraftan El Kaide’ye bağlılık yemininden feragat ettiğini açıklayarak kendini ‘Halife İbrahim’ olarak ilan eden Ebubekir el Bağdadi’nin cihatçılarını karşı karşıya getirdi.
I.Ş.İ.D'in özellikle ortadoğu ve Afrika ülkelerinde yandaş bulmasına rağmen haritada görüldüğü gibi El Kaide halen küresel Cihad kurallarını belirlemeye devam ediyor. Asya'da Agfanistan, Pakistan ve Özbekistan'da çok güçlü olan El Kaide Bengladeş, Birmanya, Hindistan ve Kafkasya'da da destekçi bulmakta, ortadoğuda dabazı grupları bünyesinde tutmaya devam etmektedir. Suriye'de El Nusra ve Ahrar El Şam, Libya ve Tunus'ta Ensar El Şeria, Mısır ve çevresinde Kudüs ve çevresi Mücahitler Konseyi, Yemen'de Nasır El Wuhaysi'nin liderliği yaptığı AQPA, Somali'de Şebab hareketi, Nijer, moritanya ve Mali'de Abdülmalik Drukalah'ın yönettiği AQMİ el Kaide'ye bağlı terör gruplarıdır.
EL KAİDE'NİN DÜNYADA ETKİLİ OLDUĞU BÖLLGELER
Adını ‘İslam Devleti’ olarak değiştiren IŞİD’in ele geçirdiği topraklar ve el koyduğu ganimetler kanlı terör örgütünün cihatçılar gözündeki itibar ve cazibesini arttırıyor. Sina yarımadasında yaptıkları saldırılarla Mısırın çeşitli kentlerindeki eylemleri üstlenen ‘Ensar Beyt El-Makdis örgütü gibi Ortadoğu’daki bazı İslamcı terör örgütlerinin kendilerine bağlılık yemini etmesi de IŞİD’in gücüne güç katıyor.
Suriye’ye birçok ülkeden cihat için gelen ve 15.000 kişiyi bulan eli kanlı teröristleri çeken sadece cihat isteği değil örgütün doğal kaynaklar, petrol ve yağma ettikleri yerlerden elde ettiği gelirler oluyor. Örgütün bu kadar varlıklı olması diğer grupları yönetenlerinde IŞİD’e yönelmesine neden oluyor ve bu durum bölgedeki diğer terör gruplarından kopmaları beraberinde getiriyor. Afganistan-Pakistan bölgesindeki terör gruplarının 9 komutanı IŞİD’e katılırken Kafkas bölgesi cihatçılarının bölünmesine neden olan Ömer El-Sişani de katılarak örgütte etkili bir askeri lider konumuna geldi.
Irak Şam İslam Devleti I.Ş.İ.D'in güçlü olduğu bölgeler kolları ve eylem alanları El Kaide'den az olmakla birlikte Irak ve Suriye'deki çekirdek kadroları yanında Libya Dera'da kurulan kolu ile özellikle ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde etkiğn oluyor. Bazı kolları ise El Kaide'nin çok güçlü olduğu Afganistan'da Ebu Huda El-Sudani Hizip Hareketi, Pakistan Talibanı Tahrir El-Hilafet, Endonezya ve Filipn'de Doğu Endonezya mücahitleri ile Endonezya Radikal İslamcı hareketi Cemaat-il İslamiye, Malezya'da Ebu Sayyaf grubuna kadar uzanıyor. Kuzey Afrika'dan I.Ş.İ.D'ee katılanlar Cezayir'de AQMİ hareketinden ayrılan grup, Mısır'da Ensar Beyt El Makdis ve Halife'nin askerlerinden oluşuyor.
...
Fransa’da 30 yıldır Emlak danışmanlığı yapan Lütfi Bilgen’den bir mail adım.
Bilgen’le 25 yıla dayanan yakın dostluğumuz var. Hiçbir zaman fevri hareket ettiğine şahit olmadım. Her zaman olaylara insani yaklaşır, haksızlığa uğrasa bile sorunu çözmek için iyi niyetle nedenini araştırır. Birçok Ermeni ve Yahudi dostu vardır, her din ve mezhepten dostlarıyla çok iyi anlaşır, onlarla iş yapar. Lütfi’nin gönderdiği e-mail adeta bir S.O.S çağrısı…
Şöyle başlıyor
Sevgili Dostlar, Ermeni lobisi yine harekete geçti ve Fransa Ulusal Meclisine “Yirminci yüzyılda soykırımların inkârını ve insanlığa karşı suçları cezalandırmayı amaçlayan bir kanun teklifi” verdi. Fransa derin bir ekonomik ve sosyal kriz yaşarken, totaliter rejimlerdeki gibi ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı bu kanunu teklif edenler daha önce ‘İnkâr Yasası’nı gündeme getiren Sarkozy'nin 'Halk Hareketi İçin Birlik-UMP partisi Milletvekili Valerie Boyer ve arkadaşları.
MÜSAADE ETSİNLER BİZDE KONUŞALIM
Bizler, hiçbirimiz Ermenilerin çektikleri çileleri, felaketi küçümsemek, hafife almak veya çarpıtmak çabasında değiliz. Ama müsaade etsinler de, bizde duyduklarımızı gördüklerimizi aktaralım, kafamıza takılan soruları sorabilelim. Anadolu insanının, yani Türklerin çektikleri çileyi, uğradıkları felaketi, işgal kuvvetleri ve onların yerli işbirlikçisi Ermeni çetelerinin bizlere yaptıklarını biz de söyleyebilelim.
Prof. İhsanoğlu’na bu görüşmemizde “İslam adına yapılan terör eylemleri ile intihar saldırıları, Batı’nın İslam’a yaklaşımı, Papa’nın İslam aleyhindeki açıklamaları, İslam’a hakaret içeren karikatürler, Youtube’un Hollanda’da İslam ve Kuran’ı Kerim’e hakaret içeren film tanıtımını yayınlanması, Batı ülkelerine Müslüman mezarlıklarının tahrip edilmesi ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin hakkında tutuklama emri çıkardığı halde Türkiye’de ağırlandığı için batıda eleştirildiğimiz Sudan Devlet Başkanı El Beşir” ile ilgili görüşlerini açık kalplilikle anlattı.
İşte o ilginç röportajın soru ve cevapları:
Soru- Batı’da ve birçok İslam ülkesinde Müslümanlık adına terör ve tedhiş eylemleri yapan örgütler ve intihar saldırıları yapan teröristler var. Batılı ülkelerde bu nedenle ‘İslami terör’ deyimi kullanılıyor. Müslümanlık terörle, can almayla bağdaşmadığına göre bu eylemleri yapanları ve batının Müslümanlığa bu pencereden bakmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İNSAN ÖLDÜRMEK KURANI KERİMDE AÇIKÇA YASAKLANAN BİR FİİLDİR
Prof. İhsanoğlu- Çok önemli bir soru ile başladınız, benim burada söyleyeceğim önemli bir şey var. Önce şunu tespit edelim. Hiçbir din insanları ölüme sevk etmez ve din adına başkalarını öldürme hakkı vermez. Ayrıca İslamiyet’te intihar olayı bile reddedilen kabul edilmeyen bir olaydır. Yani değil başkasını öldürmek, bir insanın kendi hayatına son vermesi de dinen reddedilen bir hadisedir. Hem başkasını hem de kendini öldüreceksin bu dinen takbih edilen, Kuran’ı Kerim’in ayetleriyle açık olarak yasaklanan bir fiildir. Bu eylemleri din adına yaptıklarını iddia edenler dinde olmayan böyle bir hakkı nereden alıyorlar, onlara din adına bu hakkı kim veriyor?
Soru- Ama İslam adını ve dini kullanarak katliam yapan cinayet işleyen örgütler var.
TERÖR ÖRGÜTLERİNİNDİNLE, İSLAMİYETLE OLAN İLİŞKİLERİNİ REDDEDİYORUZ
…
İSVEÇ AB ÜYESİ OLARAK TARİHİ BİR ADIMLA FİLİSTİN’İ RESMEN TANIDI
Biliyorsunuz, İsveç hükümeti, tarihi bir adım atarak Filistin’i devlet olarak tanıdığını resmen açıkladı. Bu açıklama son derece önemliydi çünkü ilk kez Avrupa Birliğine üye bir ülke Filistin’i devlet olarak tanıyordu. İsveç, Filistin’in bir toprağı, halkı ve hükümeti olduğunu, bunlarında uluslararası hukuka göre ‘Devlet’ olmaya yeterli olduğunu açıkladı. İsveç Dışişleri Bakanı Margot Wallström Dagens Nyheter gazetesini için yazdığı makalede “İsrail ve Filistin arasındaki soruna yalnızca iki devletli çözüm mümkündür ve bunun uluslararası hukuk doğrultusunda yapılması gerekir.” Görüşünü paylaştı. İsrail bu karara tepki göstermekte gecikmedi ve Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman “İsveç hükümetinin sadece hasara sebep olacak tanıma adımı atması utanç verici. Bu önyargılı karar yarar yerine zarar getirecek ve barış sürecine hasar verecek” açıklamasını yaptı.
KUDÜS’ÜN İKİ DEVLETİN BAŞKENTİ OLACAĞI BİR TANIMA
Bunlar olurken bir Türk Yahudi’si olan, Fransız Senatosunda Avrupa Ekolojisi-Yeşiller' gurubu Senatörü Esther Benbassa Fransa’yı AB ülkeleri arasında Filistin’i tanıyan ikinci ülke olmaya davet eden bir önerge sundu. Önergeyi 9 Senatörle birlikte hazırlayan Benbassa Senato’da ‘Kanunlar Komisyonu’ başkan yardımcısı, Senato ‘Etik Komitesi’ üyesi, Senato ‘Fransa-Türkiye Parlamentolar arası Dostluk Grubu’ Başkan yardımcısı ve ‘Fransa-İsrail Parlamentolar arası Dostluk Grubu’ sekreteri olduğu için bu girişimi son derece önemli Esther Benbassa ve arkadaşlarının önergesindeki “Fransa, Filistin’i 1967 sınırları temelinde iki devletli bir çözümle Kudüs’ün iki ülkenin Başkenti olacağı Demokratik ve Egemen bir devlet olarak tanır” cümlesi bir devrim olarak yorumlanıyor. Bu önergenin görüşülmesi henüz karara bağlanmış değil. Fransa’da İsrail lobisi son derece güçlü olduğu için konu çok hassas ancak buna rağmen ilk adımın atılması hele buna bir Yahudi tarafından öncülük etmesi önem taşıyor.
İSTANBUL KURTULUŞ’TAN FRANSIZ SENATOSUNA GİDEN YOL
Peki, İsrail’i kızdıracak bu girişimi yapan Esther Benbassa kimdir? 1950’de dünyaya gelen Benbassa İstanbul Kurtuluş’ta yaşadı, Sainte-Pulchérie Kız Ortaokulu'nu bitirdikten sonra 15 yaşında İsrail'e gitti ve Yafa ‘da Saint Joseph Lisesi'nden mezun oldu. Yükseköğrenimine önce İsrail'de başladı ardından Tel Aviv Üniversitesi'nden edebiyat bakaloryası aldıktan sonra 1972’de Fransa’ya yerleşti. 1974 yılında Fransız vatandaşı oldu, Paris VIII Üniversitesi'nde modern diller üzerine Master, Fransa Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Enstitüsü'nde Türkçe, Paris VIII Üniversitesi'nde uzmanlık doktorası aldı. 1982’de Sorbonne Üniversitesi’nde “Haym Nahum Efendi Son Osmanlı Hahambaşısı” tezi üzerine doktora yaptı. Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi CNRS’de yönetici, ardından Sorbonne Üniversitesi din bilimleri kürsüsünde ilk kadın, laik ve Yahudi yönetici oldu. Benbassa 2005 yılında Fransa Ulusal Liyakat Nişanı, 2006 da “Yahudi ve Müslümanlar: Paylaşılan Tarih, kurulması gereken diyalog” adlı çalışmasıyla ‘François Seligmann’ ödülü, 2008 de Fransız Akademisi Guizot Ödülü ve 2011 Légion d'honneur Nişanına layık görüldü. Osmanlı ve Fransa Yahudileri uzmanı Benbassa’nın 3 ü Türkçeye çevrilmiş 30’dan fazla kitabı bulunuyor.
Bosna-Hersek’te 1 Mart 1992 den 14 Aralık 1995 tarihine kadar süren iç savaşta İzzetbegoviç, ülkesinin bağımsızlığa kavuşmasına önderlik ederken Saraybosna'da süren şiddetli çatışmalar sırasında beni Saraybosna’daki Devlet Başkanlığı binasında kabul ederek röportaj vermişti. 1990'lı yıllara girildiğinde 'Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti' içinde başlayan bağımsızlık hareketleriyle Özerk Cumhuriyetler birbiri ardına bağımsızlıklarını ilan etmeye başladı. Bosna-Hersek'te bu cumhuriyetlerden biriydi ve 1 Mart 1992'de yapılan referandumla bağımsızlığını ilan etti.
DEVLET OLARAK TANINMAYI BEKLİYORUZ
Referandumda halkın % 62,8'i bağımsızlık yönünde oy verdi. Ancak Sırplar Bosna-Hersek yönetiminde söz sahibi olan Müslümanlara karşı savaş açarak katliam hareketi başlattı. Bağımsızlık ilanından tam bir ay sonra Saraybosna'da çatışmaların yoğun olduğu bir dönemde Devlet Başkanı İzzetbegoviç'le yaptığım görüşmeyi de içeren ve Hürriyet'te 3 gün tam sayfa yayınlanan 'Irklar Mozaiği Bosna Hersek dosyası' Röportajında İzzetbegoviç hala barış ümidini koruyor ve şöyle diyordu. “Referandum Bosna-Hersek'in durumunu tamamen değiştirmiştir. Tüm halkların katılımıyla gerçekleşen referandumda yüzde 64'te yakın evet oyu çıktı bu da hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak bir rakamdır. Analiz ve sonuçlar gösteriyor ki Sırp liderlerin boykot çağrılarına rağmen Referandumda Bosnalı Sırpların büyük çoğunluğu Bağımsızlık için "Evet" demiştir. Bu neticelere ve genel görüşe göre referandum amacına ulaşmış bu da Bosna-Hersek'in uluslararası alanda devletolarak tanınmasının yolunu açmıştır. Şimdi artık Devlet olarak tanınmayı bekliyoruz.
İZZETBEGOVİÇ "BÜYÜK ANNEM ÜSKÜDAR'LI"
Avrupa Topluluğunun da Bosna-Hersek’i tanıma konusunu görüşmekte olduğunu ve olumlu cevap beklediklerini de kaydeden Devlet Başkanı İzzetbegoviç “ Sessiz, huzurlu, düzenli ve barış içindeki bir Bosna-Hersek, Avrupa'nın çıkarları için de önemlidir, huzursuzluk ve çatışma ortamından hem bölge hem de Avrupa zarar görür. Savaş haliyse bu bölgede Avrupa'nın çıkarlarını zedeler. Bu nedenle Avrupa Topluluğu'nun yanıtının olumlu olmasını bekliyoruz. Sırp lider Radovan Karadzic’in ileri sürdüğü ‘Kantonal Konfederasyon Sistemi’ halk tarafından destek görmedi. Eğer Sırp lider Karadzic bu isteklerinde ısrar eder ve anlaşma sağlayamazsak genel seçimlere gideriz. Farklı kültür ve farklı milliyetler bir ülkenin yüksek vasıfları ve değerleridir, Bosna Hersek'in konfederasyon olması işte bu yüksek vasıf ve değerlere aykırıdır. Halk parçalanmamış, paylaşılmamış bir Bosna-Hersek'i destekliyor.Bize gelince, Türkiye'den siyasi destek bekliyorduk ve bu desteği aldık. Türkiye'yle politik, ekonomik ve kültürel ilişkilerimizin en iyi şekilde bir işbirliği çerçevesinde yürüyeceğine inanıyorum. Türk halkı ile halkımız arasında köklü bir dostluk bağı var. Bakın mesela benim Büyük annem İstanbul Üsküdarlıdır, Yani benim çeyreğim Türk’tür. Bunu fırsat bilerek gazeteniz Hürriyet aracılığıyla bizi referandumdan önce tanıyıp manevi güç verdiği için Türk hükümetine ve Türk halkına sevgilerimi iletiyor yine teşekkür ediyorum” dedi. İzzetbegoviç öyle diyordu ama Türkiye'nin Referandumdan önce manevi güç vererek tanıdığı Bosna Hersek'e batılılar sırt çeviriyordu.
Bir süredir Çin’in ‘Sincan’, Uygur Türklerinin ‘Doğu Türkistan’ olarak adlandırdığı, Facebook, Twitter, Whatsap ve İnstagram’ın gibi sosyal medyanın yasak olduğu, İnternet’inde uluslararası oteller ve havalimanlarında son derece kısıtlı, kontrollü ve zor çalıştığı Uygur Özerk bölgesindeydim…
Dünya Uygur Kongresi Başkanı Rabia Kadir’in ‘Çin yönetimi, Uygur Türk nüfusunun azalması için başka bölgelerden insan getirip nüfus transferi ile halkı karıştırma, doğum kısıtlaması, dil, din ve kültürel yasaklarla asimile etme politikaları uyguluyor’ dediği bölgede. Yani, Uygur Türklerinin deyimiyle ‘Shinjang Uyghur Aptonom Rayoni’ olan Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içindeki ‘Doğu Türkistan’daydım.
FOTOĞRAFLARI BÜYÜK GÖRMEK İÇİN FOTO GALERİ LİNKİNİ TIKLAYIN
http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay/88396/2/1/muammer-elveren-cinin-temmuz-2009-katliamindan-bu-yana-gazeteci-sokmadigi-uygur-ozerk-bolgesinde
Evet…
Korku ve şiddet…
Bu sözler size neyi hatırlatıyor?
İşkence gördüğü için korkan birini mi?
Savaşta iki ateş arasında kalmış insanları mı?
Bir çatışmanın ortasında kalmış muhalif birini mi?
Bütün bunları hatırlatabilir,
Ancak ilk hatırlatması gereken nedir biliyor musunuz?