Mesude Erşan

Temiz yiyecek ve içecekle bağırsak enfeksiyonundan korunun

6 Ağustos 2012
Yaz, ishalli hastalık riskini artırıyor. Nedeni basit, sıcak hava yiyecek ve sıvılarda mikrop üremesini kolaylaştırıyor. Temizliği ve tazeliğinden emin olmadığınız gıda ve içeceklerden uzak durmanız, ishallerle karşılaşmayı önlemenin en kolay yolu. Yeri gelmişken hatırlatayım, yaşlılar ve çocuklarda ishal daha şiddetli seyrediyor.

Yiyeceklerdeki mikrop üremesinden çocuklar daha çok etkileniyor. Yılda 6-10 kez, yetişkinlerde ise yılda 1-2 kez buna bağlı ishal görülüyor. Yaz sıcaklarında ishalli hastalıkların görülme sıklığı artıyor. Besinlerin sıcak sebebiyle bozulmaya daha elverişli hale gelmesi ve daha çok sıvı (mikrop üremiş) tüketiminin mikrop alma riskini artırması, ishale neden oluyor. Yaz ishalleri, virüs, bakteri veya parazit bulaşmış su ya da yiyeceğin ağız yoluyla vücuda girmesiyle gelişiyor.

ENFEKSİYON BAKTERİ KAYNAKLIYSA UZUN SÜRER

Yiyecek kaynaklı pek çok ishal 1-2 gün, bakteriyel enfeksiyonların çoğu ise daha uzun sürüyor. Dr. Ayhan Tokgöz, ishali olan hastaların dışkılarının dikkatli bir şekilde incelenmesi, son 12 veya 24 saatte kaç kez tuvalete gidip, ne miktarda dışkıladığını doktora veya sağlık görevlisine bildirmesinin gerektiğini söylüyor. Çünkü bu bilgiler doktorların tanı koyabilmeleri için çok önemli.

EN ETKİLİ KORUNMA TEMİZ GIDA

Yaz ishallerinden korunmanın en etkili yolu mikrop bulaşmış içecek ve yiyeceklerden uzak durmak. Özellikle de çocukların korunması. Dr. Tokgöz ishale karşı şu önerilerde bulunuyor:
- Açıktaki kaynaklardan su içmeyin.
- Çiğ sebze ve meyveleri yemeden önce mutlaka bol suyla yıkayın.

Yazının Devamını Oku

Danıştay’a kadar dayan Mustafa

4 Ağustos 2012
Aydoğan ailesi, kas hastalığına yakalanan oğulları Mustafa’nın kök hücre tedavisi olabilmesi için başlattığı hukuk savaşını kazandı. Son aşama, Danıştay kararı. Bu zafer, kök hücre tedavisinden medet uman pek çok hastaya da umut oldu

Çanakkale’de yaşayan Halil-Gülnur Aydoğan çiftinin üçüncü çocuğu Mustafa’daki hareket yavaşlaması henüz 13 aylıkken fark edildi. Elinden tutulmadan veya duvardan destek almadan merdiven çıkamayan, yerden kalkarken zorlanan Mustafa’nın hastalığının adı 5 yaşındayken kondu: Duchenne musküler distrofi, yani bir çeşit kas hastalığı... Ve maalesef bu hastalığın mevcut tıbbi yöntemlerle tedavisi yok.
Mustafa 9 buçuk yaşında tekerlekli sandalyeye oturdu. 12 yaşındayken solunum kasları da tutulduğu için kendi kendine nefes alamamaya başlayınca nefes borusunda delik açıldı. Solunum makinesine bağlandı. Ardı ardına başka sorunlar gelişti: Kollarını, ellerini, bacaklarını, ayaklarını kullanamaz oldu. Konuşması bozuldu.
Mustafa’nın sağlığının günden güne kötüye gitmesini çaresizce izlemek yerine, anne Gülnur Aydoğan ilgili olabileceğini düşündüğü tüm dernek, doktor, laboratuvarları sordu-soruşturdu. Kök hücre tedavisinin bir umut olduğunu öğrendi. Ama Sağlık Bakanlığı kök hücre tedavilerini Klinik Araştırmalar Hakkında Yönetmelik’le sınırlamış, kendi Bilim Kurulu’nun iznini şart koşmuştu.
Aile kök hücre tedavisi izni için ilk başvuruyu Aralık 2009’da yaptı. Nisan 2010’da bakanlığa çağrıldılar. Bakanlık yetkilisi kök hücrenin kas hastalarına faydası olmadığını, Mustafa’ya uygulanması halinde bütün hastaların haberdar olup talep edeceğini, tedavinin çok pahalı olduğunu söyleyerek talebi ‘sözle’ geri çevirdi.

YENİ YÖNETMELİK

Anne Aydoğan işin peşini bırakmadı. Mustafa’nın durumunun kök hücre tedavisine uygun olup olmadığının saptanmasını talep etti. Başbakan Erdoğan’a derdini anlatma fırsatı buldu. Erdoğan’ın talimatı üzerine Mustafa Çanakkale’deki evinden Ankara Dışkapı Hastanesi’ne helikopterle götürüldü. Buradaki tetkik ve kontrollerde, kök hücre tedavisine uygun raporu verildi. Ama bilim kurulu gerekçe göstermeden yine olumsuz yanıt verdi. Sonra tekrar başvuru ve yine ret...
Bu arada Sağlık Bakanlığı’nın retlerinde hukuki temel aldığı Klinik Araştırmalar Hakkında Yönetmelik, Danıştay tarafından temmuz 2010’da iptal edilince yeni bir hukuki durum gündeme geldi. Bakanlık bu kez yeni yönetmeliği beklemelerini söyledi. Ama aile beklemeyi göze alamadı, Ankara 1’inci İdare Mahkemesi’ne Mustafa’ya kök hücre talebinin reddi işleminin iptali için dava açtı. Mahkeme, Aydoğan ailesi lehinde karar verdi. Böylece kök hücre tedavisinin önündeki engeller kalktı.

Bekleyecek zamanı yokANNE GÜLNUR AYDOĞAN

Yazının Devamını Oku

Güneşin dost saatlerinde D vitamini depolayın

16 Temmuz 2012
Son zamanlarda üzerinde en çok durulan vitaminlerden biri D. Güneşten yana şanslı bir ülkede yaşasak bile, çok sayıda ve her yaştan kişide D vitamini eksikliği saptanıyor. Çalışma, eğitim veya başka nedenlerle güneşin nimet olduğu saatlerde kapalı ortamlarda kalmak, sürekli güneşten koruyucular sürmek vücudu D vitamini fakiri yapan başlıca faktörler.

Özellikle öğle saatlerinde güneşe uzun süre maruz kalmanın lekelenmeden, kansere, cilt yaşlanmasını artırmaya kadar çok sayıda soruna yol açtığını bilmeyen kalmadı. Ancak başka bir gerçek daha var... Güneşten fazla sakınmak, D vitaminin sentezini sekteye uğratıyor.
Endokrinoloji ve metabolima uzmanı Dr. Kağan Güngör’ün verdiği bilgiye göre, D vitamini yağda çözülüyor. Gıdalarda özellikle yağlı balık, karaciğer, yumurta sarısı, kakao, tereyağı, süt ve süt ürünlerinde bulunuyor. D vitamini ihtiyacının ancak yüzde 10’u gıdalarla temin edilebiliyor. Geriye kalan kısmı güneşin etkisiyle ciltte sentezleniyor.

D VİTAMİNİ İÇİN CİLDİN GÜNEŞLE TEMASI ŞART

D vitamini yapımı için cilt doğrudan güneş görmeli. Camların arkasından veya cilt kıyafetlerle örtülüyken maruz kalınan güneşle D vitamini eksikliği giderilemiyor. Güneşlenirken kullanılan güneş koruyucu kremler de D vitamininin ciltte üretimine engel oluyor. Dr. Güngör, “Günümüzde artık daha fazla kapalı ortamlarda bulunulması sebebi ile hemen her yaşta D vitamini eksikliğine çok sık rastlanıyor. Bu eksikliğin bu kadar yaygın olmasının temel nedeni, güneşten doğru ve yeterli yararlanamamamız” diyor.

HAREKET SİSTEMİ İÇİN D VİTAMİNİ ŞART

D vitamini diş ve kemik sağlığı açısından çok önemli. Kalsiyum ve fosfor maddelerinin kan seviyelerini dengeleyen vitamindir. Kalsiyumun bağırsaklardan emilimini sağlarken, böbreklerle kalsiyum kaybını azaltıyor. Kemiklerin mineralizasyonunu yani kemiğin kalsiyum birikimi ile sertleşmesi D vitaminiyle oluyor. D vitamini eksikliğinde kemik yumuşar, çocuklarda raşitizm, erişkinlerde osteomalazi (kemiğin yumuşaması) ileri yaşlarda da osteoporoz oluşuyor. Bununla birlikte D vitamini kas kütlesi ve kas gücünü arttırıyor. Özellikle yaşlılarda sık görülen düşmeleri de engelliyor.

HASTALIKLARDAN KORUYOR

D vitamini ayrıca diyabete karşı koruyucu. Vitamin düzeyi yeterli çocuklarda Tip 1 diyabetin önemli oranda azaldığı, düşük olanlarda ise metabolik sendrom ve Tip 2 diyabet sıklığının arttığı gözlenmiş. Tip 1 ve 2 diyabet hastalarında da D vitamini eksikliğine çok sık rastlanıyor. Obezite ve diyabet hastalarının D vitamini düzeyleri ölçülmeli. Ayrıca yüksek tansiyona da yararı var. Kalp damar sistemi hastalıklarına karşı riski azaltıyor.

Yazının Devamını Oku

16 kadına böbrek doğurttular

14 Temmuz 2012
Kapalı cerrahinin geldiği son nokta NOTES. Türkçesi, ‘doğal açıklık cerrahisi’. Yani, ağız, vajina, ürotra gibi vücuttaki doğal açıklıkları kullanarak, kesmeden ameliyat yöntemi. Türkiye’de de toplam 16 kadının böbreği vajinadan çıkarıldı. Bir anlamda bu kadınlar böbrek doğurdu.

Ameliyat açık da yapılsa kapalı da yapılsa sonuç olarak vücut için bir travma. En ideali, vücut bütünlüğünü olabildiğince koruyabilmek. Türkiye’de bu amaçla NOTES cerrahisi tek tük denendi. Ancak en fazla vakayı organ nakli cerrahları yakaladı. Zaten cerrahinin felsefesi en çok böbrek bağışçılarına uyuyor. Sağlıklı bir kişiyi ameliyat ederken, en az zararı vermek için ideal bir yöntem. Böbrek vericilerinden organı vajinadan ilk çıkaran İstanbul’da, International Hospital’dan Prof. Dr. Alihan Gürkan ve ekibi oldu. Onu Göztepe Medikal Park Hastanesi’nde Doç. Dr. Serdar Kaçar’ın başında olduğu ekip izledi. Bugüne kadar Gürkan 11, Kaçar ise beş kadına böbrek doğurttu.

SIRADA KARACİĞER TÖMÜRÜNÜ VAJİNADAN ALMAK VAR

Prof. Dr. Alihan Gürkan

Bu yöntemde hastaların ameliyattan sonra çok çabuk düzelmesi en büyük avantaj. Kesi yeri bulunmadığı için fıtıklaşma riski ciddi anlamda düşüyor. Operasyon sonrasında çok az ağrı hissediyorlar. Kozmetik üstünlüğü ise diğer kapalı yöntemlerle kıyaslanmaz bile. Bu yöntemle üç ayda, 11 böbrek çıkardık. İspanya’da bir cerrahın 20 böbrekli bir serisi var, ondan sonra en yüksek rakama sahibiz. Sanıyorum 2 ay içinde de onları geçeriz. Ameliyatlara başlarken, kabullenilir mi diye düşündük. Çok kolay kabullenildi. Çünkü gerçekten ameliyat sonrası dönemde hastaların ağrısı çok az oldu. Daha önce hastaları 36 ila 48 saatte taburcu ederken, bu yöntemle süreyi 24 saate düşürdük.
Türkiye doğum sayısının yüksek olduğu bir ülke. Bu büyük bir avantaj. Çünkü normal doğum yapmış kadınlara uyguluyoruz bu yöntemi. Böyle kadınlarda bölge esnediği için daha kolay çıkarabiliyoruz. Hijyen açısından bir sıkıntımız yok. Bu konudaki bilimsel yayınlar böbreklerin vajina yoluyla çıkarılmasının enfeksiyon oranını artırmadığını gösteriyor. Biz de vakalarımızda hiç enfeksiyon yaşamadık. Şimdi takvimimizde, karaciğer tümör cerrahisini de vajina yoluyla yapmak var. Uygun vaka bekliyoruz. Vücutta ameliyat yarası olmayacağı için hastalar daha erken kemoterapiye başlayabilecek.

AMELİYATA BİZİMLE BİRLİKTE KADIN DOĞUM UZMANI DA GİRİYOR

Doç. Dr. Serdar Kaçar

Bu cerrahi türü uzun zamandır aklımızdaydı. Laparoskopiyle böbrek çıkarılması ameliyatlarını 12 yıldır yapıyoruz ve çok deneyimliyiz. Organ vericisi kıymetlidir, öyle ki tamamen sağlıklı olduğu halde bir yakınını sağlığına kavuşturmak için ameliyat olmayı göze almıştır. Dolasıyla sağlığını gözetmek kadar, konforunu da düşünmemiz gerekiyor. Organ vericisi işinden gücünden uzun süre uzak kalmamalı. Vajeni kesip böbreği çıkardığımız yerde kaslar çalışmıyor. Dolasıyla kaslar kasılıp yarayı germiyor, haliyle de ağrı hissedilmiyor.

Yazının Devamını Oku

Her yıl 300 bin İstanbullu kene paniğiyle hastaneye koşuyor

9 Temmuz 2012
Kenelerden bulaşan KKKA (Kırım Kongo Kanamalı Ateşi) korkusu yazın artıyor. İstanbul’da yılda yaklaşık 300 bin kişi hastanelerin acil servislerine başvuruyor. Piknik, yürüyüş gibi nedenlerle doğayla buluşan İstanbullular, buralarda vücutlarına yapışan keneleri farkedince panik yaşıyor.

Türk Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği ile Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin geçen hafta düzenlediği toplantıda konuşan derneğin genel sekreteri Prof. Dr. Öndör Ergönül, 81 ilden İstanbul dahil sadece 4’ünde KKKA’ya rastlanmadığını hatırlattı. “İstanbul’un çevre illerinde var, ancak kentteki keneler KKKA yapanlardan değil. Bu değişmeyecek anlamına gelmiyor. Ama şimdilik panik yapmaya gerek yok” dedi. Virüsü alan 100 kişiden 80’inin hastalığı belirtisiz geçirdiğini, 20’sinin ise hastalandığını belirtti: “KKKA vakalarındaki artış sürüyor. Son 3 ayda 400 yakın KKKA vakası, 30’a yakın ölüm var. Bu devam eden bir salgın. Buna rağmen Anadolu’da hâlâ ‘bizim keneler hastalık yapmaz’ deniyor. Hatta bize ‘Kenelerin öldürdüğünü siz çakarıyorsunuz, ölenler vadesi gelenler’ deniyor...”

GÖRDÜĞÜNÜZ ANDA KENEYİ ÇIKARIN 
Prof. Dr. Özgönül, kenenin virüsü 3 saatte insan vücuda vermeye başladığını belirterek, “Kene farkediliR edilmez hemen vücuttan çıkarılmalı. İnce uçlu pensle, deriye en yakın yerden tutup çıkarmak en uygunu. İnce uçlu pens yoksa, cımbız, kene çıkarma kartı da kullanılabilir” diyor.
Prof. Dr. Özgönül kenelerin vücuda yapışmasını önlemek için pantolonun çorap içine sokulması, uzun kollu gömleğin yakası da iliklenerek giyilmesi, açık renkli giysilerin tercih edilmesi, kene koruyucu ilaçların sürülmesini öneriyor. Dönüşte de vücudunuzu kene kontrolünden geçirin.

İstanbul’da şimdilik KKKA yapan kene yok

Sağlık Bakanlığı 2002’den bu yana vaka görülen 20 riskli ili belirledi. KKKA riski açısından riski hiç değişmeyen Kelkit Vadisi üzerindeki bu iller Tokat, Sivas, Yozgat, Amasya, Kastamonu, Çankırı, Artvin, Erzurum, Erzincan, Ardahan, Samsun, Bolu, Karabük, Giresun, Bingöl, Tunceli, Ordu, Çorum, Gümüşhane ve Bayburt. Ancak 81 ilden sadece 4 ilde (bunlardan biri de İstanbul) KKKA’ya yol açan kene henüz bulunmuyor.

KENE KOVUCU ETKİLİ Mİ?

Sağlık Bakanlığı yetkilileri bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Bunların etkili olabilmesi için bütün giysiye yedirilmesi gerekiyor. Aksi halde bir faydası olmuyor. Giysinin belirli bir bölgesine sürülen kovucular keneleri daha da saldırgan hale getirebiliyor.”

Yazının Devamını Oku

Dev adamın incelme hikâyesi

7 Temmuz 2012
Murat Yurdakul (47) 1 metre 96 santimetre boyunda, 175 kiloluk dev gibi bir adamdı. Diyabet, hipertansiyon, karaciğer, reflü, uyku-apne sorunları had safhadaydı. Sadece diyet ve sporla dokuz ayda tam 75 kilo verdi, öyle ki yeni halini arkadaşları bile tanıyamıyor.

Bu habere kadar bir insanın 75 kiloyu ameliyat gibi radikal bir yöntem veya ilaç kullanmadan verebileceğine inanmazdım. Bunu başarmak için az yemek yetmez, beslenmeyi adeta bir bebek gibi baştan öğrenmeniz gerekir. Kararlılık ister, güçlü irade, hayat tarzı değişikliği de... Ki tüm bunlar göründüğü kadar kolay değildir. Makine mühendisi Murat Yurdakul bunu başardı, bedenindeki bir adam ağırlığındaki yağdan kurtuldu.
Yurdakul’un çocuk ve gençliği spor yaparak geçti. Üniversite yıllarında Galatasaray takımında basketbol oynadı. Hatta çeşitli kategorilerde 24 kez milli formayı giydi. Sıkı idmanlar nedeniyle kiloyla ilgili bir sorunu yoktu. Ancak sıra üniversiteye geldiğinde bir tercih yapması gerekiyordu ya spor ya da eğitim... Eğitimi seçti. Üniversiteden sonra askerlik, iş hayatı, evlilik ve çocuk geldi. Düzensiz besleniyor ve çok yiyordu. Akşam geç saatlerde yenen, bazen alkolün eşlik ettiği uzun akşam yemekleri, üzerine tatlı, bolca meyve Yurdakul’a kilo üstüne kilo kattı.

HER DİYETİ DENEDİ

Artık tartıda 175 kilogramı görüyordu. Cipe bile sığmadığı için mecburen kamyonet kullanıyordu. Giysilerini yurtdışından alıyordu. Değişen sadece görüntüsü değildi, sağlık sorunları da giderek artıyordu. Dizleri, ayak bilekleri ağır gövdeyi taşımaktan yorulmuş, ağrılarla alarm veriyordu. Çatlayan kılcal damarlar yüzünden ayak bilekleri mosmordu. Horlama, uyku-apne sorunu, reflü farkında olduğu sorunlardı.
Bunun da ötesinde kendinden memnun değildi, etrafındakileri de kırmaya başlamıştı. “Gazetelerde orada burada okuduğum, duyduğum yok Ahmet diyeti, yok Mehmet diyeti, meyve diyeti, bir hafta tek besini yeme diyeti gibi tüm önüme çıkan tüm diyetleri denedim. Beş kilo verdiysem 10 kilo geri aldım.” Bir ara 30 kilo vermeyi başardı. Ama bu sefer de kuvvetten düştü, bitap oldu. Yürüyecek hali bile kalmamıştı belli ki yanlış yaptığı bir şey vardı.

BEYİN-MİDE BAĞLANTISI

2011’e girilen yılbaşı gecesi kendini ciddi derecede rahatsız hissetti. “Sabaha karşı saat 05.00’te inanılmaz bir baş ağrısıyla uyandım. Hiç böyle bir ağrı hissetmemiştim. Hastaneye fırladım, tansiyonum 24-16’ydı (ideali 12-8). Artık tansiyon hastalığı tanısı da konmuştu.

Yazının Devamını Oku

Serinlemek için girdiğiniz havuzlardan hastalıkla çıkmayın

2 Temmuz 2012
Ortak kullanım alanları olan havuzlar maalesef hastalık kaynağı da olabiliyor. Havuzlardan hastalık kapmamanın ilk kuralı yeterince temiz olması. Ancak bu konuda herkesin üzerine düşen görevler var.

Enfeksiyon hastalıkları ve mikrobiyoloji uzmanı Dr. Ramazan Gözüküçük, havuzların ciddi birer mikrop olabileceğini hatırlatıyor. Kirli havuz suyu göz, kulak ve cildin yanı sıra sindirim ve solunum sistemleri ile idrar yollarında enfeksiyona yol açabiliyor.

KLORLAMA YETMEZ

Dışkı ile kirlenmiş suların yutulması kusma ve ishallere yol açabiliyor. İshali olan kişilerin hastalıkları düzelene kadar havuza girmeleri uygun değil. Dışkı kontrolü olmayan bireylerin, örneğin küçük çocukların havuza girmeleri kesinlikle yanlış. Klorlama dahil pek çok yöntemle havuzlar dezenfekte edilmeye çalışılsa da tek kişinin dışkı veya diğer bir vücut salgısıyla milyonlarca mikrobu suya yayması mümkün.
Dr. Gözüküçük, ideal havuz temizliği için, suyu kirleten bir olayın saptanması, örneğin suda bir dışkı parçası görülmesi halinde, havuzdaki herkesin çıkarılması, dezenfeksiyon başlatılması ve bulaşabilecek olası etkenlere göre saatlerce veya günlerce havuzun kapalı tutulması gerektiğini söylüyor. Peki siz bunu yapan bir yer biliyor musunuz?

HAVUZ VE DENİZDE SU YUTMAYIN

Maalesef klorlama gibi işlemler her mikroba karşı etkili değil. Dahası etkili hale gelmesi zaman alabiliyor. Bu yüzden havuz kullanıcılarının çok daha bilinçli davranıp hem kendi hem de başkalarının sağlığını korumaya çalışması gerekiyor.
Bu arada, durgun ve kirli hiçbir suda yüzülmemeli. Havuz ve deniz suları yutulmamalı. Deniz veya havuz suyuna sık dalışlar sinüzit riskini artıracağından atlarken burun tutulmalı veya tıkaç kullanılmalı.

TEMİZ OLMAYAN HAVUZ MANTAR KAYNAĞI

Yazının Devamını Oku

Tıptaki son teknolojiler

30 Haziran 2012
Neştere gerek duymadan beyin ameliyatı yapan gamma bıçağından şah damarını görünlemeye yarayan tomografi cihazına ve felçlilere adım attıran sihirli ayakkabılara kadar tıpta teşhis ve tedaviyi kolaylaştıran, hastaların konforunu artıran teknolojik yeniliklerin ardı arkası kesilmiyor

GAMMA IŞINLARIYLA BEYİN AMELİYATI

Beyne kafatası kemiklerini kesmeden, biçmeden ulaşmak heyecan verici değil mi? İsveçli Elekta firması, buna olanak veren gamma knife (gamma bıçağı) cihazını yaklaşık 40 yıl önce üretmeyi başardı, hâlâ da tek üreticisi. Bugüne kadar farklı ülkelerde 600 bin vakada uygulandı. Üstelik cihaz sürekli geliştiriliyor. Son kuşak gamma knife tedavide hasta konforunu daha da kolaylaştırdı. Kafatası kemikleri gamma ışınlarıyla geçiliyor. Bıçak ya da neşter yerine radyoaktif madde kullanılıyor. Bir radyocerrahi yöntemi olan gamma knife dünyada 300’ün üzerinde tıbbi tedavi kurumunda kullanılıyor. Türkiye’de Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Acıbadem Kozyatağı, Gazi Tıp Fakültesi, Adana Başkent hastanelerinde bulunuyor. En son Gayrettepe Florence Nightingale Hastanesi gamma knife’li hastanelere katıldı. Teknolojisi sürekli yenilenen gamma knife’nin son kuşağında hastanın tedaviye hazırlığı daha kısa sürüyor. Farklı bölgelerdeki tümörlere ulaşmak için hastanın aletten çıkarak her seferinde hazırlanmasına gerek kalmıyor. Bölgelere geçişleri alet kendi, otomatik yapıyor.
Gamma knife teknolojisi ileri görüntüleme ve planlamaya dayandığı için doğru hedefi kolayca buluyor. Lokal anestezi verilerek, beyindeki tümörlerin, damar ve başka nörolojik bozukların tedavisi için radyasyon ışınlarını kullanan bir cihaz. Dolayısıyla, açık cerrahide oluşabilecek riskleri taşımıyor. Hastanın genel anestezi almasına gerek yok, kafatası açılmadan uygulanıyor. Tedavi süresi de kısa. Tedavi tek seansta yapıldığı için kanser hastalarının devam eden kemoterapilerine ara vermelerine gerek yok.

AÇIK CERRAHİNİN YERİNE GEÇER Mİ

Uzmanlara göre hayır. Zaten gamma knife cerrahisi açık cerrahinin yerine geçmeyecek ve geçmesi de amaçlanmıyor. İkisi birbirine rakip değil, birbirini tamamlayan cerrahi yöntemler. Bazı lezyonlar gamma knife’a bazıları da açık cerrahiye daha uygun. Bazı durumlarda da her ikisi birlikte uygulanmalı. Bu arada yöntem uygulanırken hasta uyanık, ancak tedaviyi görmüyor ve hissetmiyor. Seansı 5-20 dakika sürüyor. Hasta genellikle tedaviden sonra evine gidebiliyor. Tedavi gerekli görülürse birkaç kez uygulanabiliyor.
 ŞAH DAMARINDAN NAKLEN YAYIN

Şah damarındaki tıkanıklık, felce yol açabilir. Tıkanıklığı anjiyoyla saptamak mümkün. Ancak damariçi optikli tomografi adı verilen görüntüleme yöntemi, henüz tıkanıklık gelişmeden damarda oluşan hassas plak denilen oluşumların erken evrede yakalanmasına olanak veriyor. Önce kalp damarlarında kullanılan sistemin üstünlüğü, diğer görüntüleme yöntemlerine göre 10 kat daha iyi görüntü vermesi. FDA’dan (Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi) kalp damarlarından sonra, şah damarlarında da kullanımı için onay bekleyen yöntem, felç geçirme riski konusunda fikir veriyor. Damar içi optikli tomografiyi geliştiren grubun içinde 18 yıldır çalışmalarını ABD’de sürdüren kalp ve damar hastalıkları uzmanı Dr. Mehmet Çilingiroğlu da bulunuyor. Halen Pittsburgh Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Hastalıkları Enstitüsü’nde öğretim görevlisi olan Çilingiroğlu, “Bir kateterin ucundan lazer ışını damar duvarına yansıtılıyor. Buradan gelen ışınlar tekrar bir bilgisayarda analizi edilerek detaylı görüntü sağlanıyor. Özellikle şah damarlarında orta derecede darlığı olan hastalarda hassas plağın olup olmadığını anlamak açısından önemli. Çünkü böyle hastalarda yakın ve ileriki zamanlarda inme veya felç geçirme riski daha yüksek. Aynı zamanda ileri derecede şah damarı darlığı bulunan hastalarda da en iyi tedaviyi belirlemek açısından önemli” diyor. Çilingiroğlu ve ekip arkadaşlarının ABD, Avrupa Birliği ve Kanada’da damariçi optikli tomografiyle ilgili 25’in üzerinde patenti bulunuyor. Ekip her yıl bu konudaki çalışmaları için araştırma fon ve lisans bedeli alıyor.

SİHİRLİ AYAKKABILAR

Yazının Devamını Oku