G.’nin bu eylemlerini ne zamandır sürdürdüğü bilinmez ama hakkında hazırlanan iddianame, Kızılay şube başkanlığı dönemindeki eylemlerini kapsıyor.
İddianameyi okudum.
G.’nin üç çocuğu nasıl istismar ettiği ayrıntısıyla anlatılıyor. Mide bulandıran detaylara girmeden istismarcının izlediği yola bir bakalım istiyorum.
Bu 3 çocuğun adları Ahmet, Ali, Mustafa olsun.
*
Avrupa’da sinema sektörü en hızlı büyüyen ikinci ülkeyiz.
Yerli filmlerin pazar payı yüzde 50’yi geçti. Bu oran Fransa’da bile yüzde 33; AB ortalaması yüzde 16.
Türkiye’de 2005’te 29 yerli yapım üretilirken, 2015’te 136’yı buldu.
Manzara uzaktan hoş görünse de...
Yaklaştıkça çirkinleşiyor.
2015’in Aralık ayının ilk hafta sonunda, Türkiye’deki 2300 sinema salonunun 1700’ünde sadece gişe potansiyeli olan iki film gösteriliyordu. Aynı hafta Venedik’ten Jüri Özel Ödülü ile dönen “Abluka” 25 salon bulabildiği için şanslı sayılmış, Altın Portakallı “Sarmaşık” sadece 16 salonda kendine yer bulabilmişti.
Buralarda kalan çocuklara dair yurt binalarının dışında da ayrımcı etiketlemeler, dışlamalar gırla.
Bu yurtlar ve yuvalardaki çocuklarda antidepresan kullanım oranı çok yüksek, yüzde 40-50’lerde olduğu tahmin ediliyor.
Bu çocuklarda akranlarına oranla 5-6 kat daha fazla davranış bozukluğu görülüyor.
Çünkü yurtlarda çocuklar güvenli bir anne-baba ilişkisinden mahrumlar ve Türkiye’de bu kurumlarda ortalamada 9 çocuğa bir bakımveren düşüyor.
Nikâhı imam kıyıyor.
Kız çocuğu bir yıl sonra, yani daha 12 yaşındayken ilk çocuğunu doğuruyor.
2013’te nüfus müdürlüğüne başvurup oğlunu kaydettirmek isterken, yetkililer çocuğun doğum tarihine göre annenin doğurganlık yaşının küçük olduğunu tespit ediyor ve durumu savcılığa bildiriyor.
Savcılık soruşturma başlatıyor.
CEZASIZLIK ADALETE GÜVENİ SARSIYOR
Emniyet ve polis sıcağı sıcağına kamera görüntüsü, sperm, kıl, tükürük gibi delilleri toplamadığında, çocuğa fiziksel muayene ve ruh sağlığı incelemesi yapılmadığında, adalet sağlanamayabiliyor.
Dava hemen açılmayınca deliller geriye dönük toplanamıyor. Aradan zaman geçip de siz “Şu kişi beni istismar etti” dediğinizde, fiziksel bulgu yoksa suç delillendirilemiyor.
Mahkemeler genelde salt mağdurun beyanına dayanarak ceza vermiyor; önlerine somut delil konmadığında sanık tahliye ediliyor veya cezası hafif kalıyor. Zira mahkemenin sanık haklarını da gözetmesi lazım. Cezasızlık, adalete olan güveni sarsıyor. Aileler sanığı kendileri cezalandırmaya kalkabiliyorlar.
ÇOCUK TEHDİTLER ALTINDA EZİLİYOR
2011’de misal, 20 bin aile 16 yaşından küçük kızlarını evlendirebilmek için erken evliliğe izin davası açtı.
Halbuki CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi gibi bizim de taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerde erken evliliğe izin verilmiyor.
Uluslararası sözleşmeler kanun hükmündedir. Anayasa’nın 90’ıncı maddesi ‘insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerin kanunlarla çelişmesi halinde uluslararası sözleşmenin uygulandığını’ söyler. Bir kanunun Anayasa’ya aykırılığından ötürü iptali istenebilirken, uluslararası sözleşmeler hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile AYM’ye başvurulamaz. Bu anlamda, bu sözleşmeler kanundan bile güçlü, kanun ile Anayasa arasında bir yere oturur.
Şu durumda, TMK’daki erken evlilikle ilgili maddelerin Anayasa’ya aykırı olduğunu söyleyebiliriz.
*
9 ay sonra Kırşehir’de ailesiyle akraba ziyaretindeyken doğum sancısı başlıyor ve hastaneye götürülüyor.
Doktor polise haber veriyor ve Sema 15 yaşının altında olduğu için soruşturma açılıyor ama suçun işlendiği yer Ankara olduğu için dosya Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na gönderiliyor ve dava açılıyor. Sema’nın anne ve babası “Yaşını doldurunca evlendirecektik” diye beyanda bulunuyor. Bu tür suçlarda anne-baba iştirakçi olduğu için onların da fail olması gerekir. Ama bu vakada savcı ihmal ediyor; anne ve baba hakkında dava açılmıyor. Sonrasında, dava aşamasında anne ve baba “Bilmiyorduk” diye inkâr ediyor.
Sema’nın halasının oğlunun sanık olarak yargılandığı davada iki aile aralarında anlaşıyor ve Sema’nın ailesi şikâyetçi olmuyor.
Normal şartlarda Sema 15 yaşından küçük olduğu için bunun kamu davası olarak devam etmesi gerekiyor. Çünkü sadece 15 yaşını doldurmuş çocuklar konu olduğunda cinsel istismar davası şikâyete bağlı. 15 yaşını doldurmuş mağdur veya ailesi şikâyet etmezse dava açılamıyor veya şikâyeti geri çekerlerse dava düşüyor.
Sema’nın bunu bilen anne ve babası, çocuklarına cinsel istismarda bulunan akrabalarına açılan davayı bertaraf etmek için kurnazlığa başvuruyor.
Yani davaların yüzde 40’ında mahkumiyet kararı çıkmamış. Niye çıkmamış peki? Mağdura şikayeti geri çektirilmiş veya bazıları erken evliliğe zorlanmış olabilir mesela.
Her halükarda, cinsel saldırıya uğrayan çocuklar dava süreçlerinde çok yıpranıyor. Defalarca Adli Tıp’a, gereksiz yere genital muayeneye veya kemik yaşı tespitine gönderilebiliyorlar.
Çocuğun saldırıya uğrayıp bunu söylediği andan itibaren korunmaya alındığı, sonrasında faile odaklanan bir sistem yok Türkiye’de. Bir de bunun üstüne, hukuk sistemi içindeki karar vericilerin erkek egemen zihniyeti, kararların pek çoğunun geleneksel bakışla çıkmasına neden oluyor.
2014’te 13 bin kişi çocuğa cinsel saldırıdan mahkum olsa da, aynı yıl çocukların cinsel dokunulmazlığına karşı suçlardan açılan dava sayısı 40 bin 266. Çocuklara cinsel saldırıda bulunanların bir kısmı da çocuk. 2014’te 6 bin çocuğa, başka bir çocuğa cinsel saldırıda bulunmaktan dava açılmış.
Öncelikle şunu söyleyelim; 18 yaşında birisi çocuk sayılmasına rağmen bu rakamlara 18 yaşındaki çocuklar dahil değil. Yani ortada net bir veri bile yok. Ama sadece 6 bin çocuk bile durumun vahametini ortaya koyuyor. Ve büyük çoğunluğunu erkek çocuklar oluşturuyor.
Uluslararası Çocuk Merkezi (ICC) temsilcisi Adem Arkadaş-Thibert bu yüksek rakamın, çocuklara cinsellik eğitimi ihtiyacını ortaya koyduğunu söylüyor: