1515 farklı mezeyi sofraya koyup Guinness Rekorlar Kitabı’na giren bir gelenekten söz ediyoruz. Rakı şişesi şeklindeki “1001 Meze Sofrası”nda 30 farklı kategoride sınıflandırılan mezeleri hazırlamak için yaklaşık 3 ton hammadde kullanılmış, aşçılar iki hafta boyunca çalışmıştı.
Böyle bir zenginlik.
Ama rakının mezeleri sadece iştah kabartıp karın doyurmuyor, aynı zamanda etrafında bir kültür oluşturuyor.
Rakının 500 yıldan fazla zamandır oluşan kolektif damak tadının beraberinde getirdiği kültürel birikimi derleyen, değerlendiren ve yorumlayan bir kitap çıktı: “Rakı Gastronomisi – Türkiye’nin Çilingir Sofrası”.
Kitabın Yayın Yönetmeni Erdir Zat diyor ki; “Elimizde çilingir sofrasını ve meze mutfağını bütün yönleriyle ele alan yetkin bir kitap yoktu. Literatürdeki bu önemli eksikliği gidermek gerekiyordu. Böyle bir motivasyonla yola çıkan ‘Rakı Gastronomisi’ beş yılı aşkın bir çalışma sonunda tamamlandı.”
“Eksiklik”ten kastı gastronomiyi kültür, tarih, coğrafya, sosyoloji, sosyal antropoloji, etnoloji ve folklor ile buluşturan, sofrayı müzik ve sinemadan edebiyata kadar uzatan bir içerik.
Oysa onlar darbe girişimi sonrasında, darbe başarısız oldu diye sevinmiş, sokaklara inip demokrasiye sahip çıkmışlardı.
H.Ü. demokrasi ve insan hakları dersinde 27 Mayıs’ı anlatırken idam edilen Adnan Menderes’i örnek vererek “Seçilmiş hükümetlere sahip çıkmak halkın görevidir. Demokrasinin kıymetini bilin ve ona sahip çıkın” diye öğrencilerine belki yüzlerce kez nasihat etmişti.
En son görev yaptığı okulda performans notu olarak 100 alan tek öğretmendi. Okulda telefonunu şarj ettiği için, “Kul hakkı vardır” diyerek her yıl okula A4 kâğıdı alıp verirdi.
*
İki odalı kerpiç bir evde büyüyen H.Ü. her fırtınada, her yağmurda evleri yıkılmasın diye dua edermiş. İmkânsızlıklar içinde okuyup öğretmen olmuş.
Babası ve annesi kanser hastası. Babasının kemoterapi süreci olumlu geçse de oğlunun yaşadıkları nedeniyle durumu ağırlaşmış.
H.Ü. ihraç edildiğinin hemen ertesinde, Malatya’da otobüse bindiğinde 25 kuruş indirimli öğretmen kartının iptal edildiğini öğrendi. Eşiyle beraber 5 ay sigortasız yaşadı. “Kendi öz yurdumda parya olmayı iliklerime kadar hissettim” diyor.
*
Daha küçük bir kız çocuğu iken kamusal alanda güvende olmadığını öğrenmek demek.
Parkta, bahçede, sokakta, meydanda, sahilde, otobüste, akla gelen her yerde her an sözlü veya fiziksel tacize uğrama ihtimalinin bilincinde olmak demek.
Kimse öğretmez, yaşayarak, bizzat deneyimleyerek öğrenir bu ülkede her kadın bunu. Ve kendince önlemler, hatta savunma yöntemleri geliştirir. Kimse göstermez; hayat öğretir.
Pis kokular hepimizin burnuna geliyordu. Nitekim, katil zanlısı en sonunda, olaya hırsızlık süsü verdiğini, para karşılığı bu cinayeti işlemeyi kabul ettiğini itiraf etti. Parayı kimden almıştı? Dediğine göre, kapatılan mermer ocağında çalışan ‘Çirkin’ lakaplı birinden. Büyüknohutçu, Finike’de mücadelesi sonucunda mermer ocaklarından ikisini kapattırmıştı.
İhtimal o ki, bu ‘Çirkin’ lakaplı kişi onlardan birinde çalışıyordu. Peki bu ‘Çirkin’ mermer ocağı kapatılınca işsiz kaldı diye Büyüknohutçu’yu öldürtmek isteyen bir işçi miydi? İşsiz bir maden işçisi tetikçiye verecek 50 bin lirayı nereden bulmuştu? Bu Çirkin kimdi? Ya da kimin, kimlerin adamıydı? Şimdi şüpheler giderek basamakları tırmanıyor.
Sıradan her insanın aklına gelecek soru bu: Çirkin’in arkasında kimler var?Tüm yaşam savunucularının, çevre aktivistlerinin güvenliği için, birilerinin benzer yöntemlerle onların hayatına da kast etmemesi için, bu cinayeti sonuna kadar araştırmak ve tek bir karanlık nokta bırakmadan aydınlatmak emniyet ve yargının görevi; öğrenmek kamuoyunun hakkıdır.
Ne var ki, ben şirketlerin gerçekten duyarlılık sahibi olduklarından veya sorumluluklarını içselleştirdiklerinden emin değilim. Bazı şeyleri “yapmak gerektiği” veya “yapmış olmak için” yaptıklarını gözlemliyorum. Hiç yoktan iyidir elbette ama tam da bu nedenle, projeler genellikle sürdürülebilir olmuyor.
Türkiye pazarında da faaliyet gösteren Norveç firması Jotun’un durumu biraz farklı. Diyeceksiniz ki “Norveç petrol ülkesi. Neresi çevreci?”
Haklısınız. Ama aynı Norveç, karbon emisyonlarını kademeli olarak azaltmayı hedefleyen bir ülke. Petrol zengini bir ülkede her yerde 4x4’ler görmeyi beklersiniz ama hayır, Norveç’te elektrikli arabaların sayısı hızla artıyor.
Norveç aynı zamanda, ormanlarındaki ağaç sayısını 100 yıl öncesinin üç katına çıkardı.
Jotun bir boya firması. Evet, kimyasal madde üretiyor. Ama bu çevreyi gözetmesini engellemiyor. Amacı, çok daha uzun ömürlü boya sistemleri üretmek ki yapılar tekrar tekrar boyanmasın.
Dünyadaki ticaretin yüzde 90’ı deniz yoluyla yapılıyor. Gemileri korumaya yönelik boya sistemleri üreterek işe başlayan şirketin çıkış noktası koruma. Eğer boyayla korunmasaydı şu anda dünyadaki çelik madeni de yok olmaya yüz tutardı.
Yani ortaöğretimdeki 577 okulda beden eğitimi öğretmeni yok!
Spor salonu bulunan okul sayısı ise sadece 3 bin 713. Yani, okulların neredeyse yarısında spor salonu yok.
Bu feci bir tablo.
Hele de çocukların artık apartmanlarda büyüdüğü günümüz Türkiye’sinde, okulda da bedensel aktivitelerden mahrum kaldıklarını görmek kendini gelişmiş ülkeler kategorisinde görmek isteyen bir ülkeye hiç yakışmıyor.
*
Beden eğitimi dersi düşündüğümüzden de önemli.
Bu derste çocuklar hareketle kendilerini ifade eder, bir sınıfa kapanıp sadece dinleyerek değil, yaşarak ve yaparak öğrenir. Belki de okulda çocukları hayata en çok hazırlayan ders budur.
Çocuklar beden eğitimi dersinde insan olmayı, ahlaklı olmayı, kendilerini ifade etmeyi öğrenir.
Bir şüpheli yakalandı. Cinayeti evden para çalmak için işlediğini söyledi.
Ama konu kapanmadı, kapanmamalı. Zira bu cinayetin üzerindeki şüphe bulutu dağılmadı.
Hangi hırsız bir eve av tüfeğiyle girer? Hırsız hafif girer, kendini belli etmeden girer. Bir eve, kaçmak üzere girer. 2 bin lira çalmak için hangi hırsız öldürmeye programlanır?
Cinayeti aydınlatmak polisin, savcının görevi ama demeden edemeyeceğim, ben bu hikâyeyi hiç inandırıcı bulmadım.
Etkinlik, 24 yıl boyunca LGBTİ+’ların kendilerini en coşkulu ve kolektif biçimde ifade etme alanı oldu.
Hareket, Onur Haftası ve yürüyüşü sayesinde görünürlüğünü epey artırdı.
Onur Yürüyüşü, LGBTİ+’ların kendilerini ifade etme, var oluşlarını kutlama, bedenlerine, cinselliklerine, yaşama haklarına büyük bir heyecanla sahip çıkma amaçlarıyla düzenleniyor.
LGBTİ+’ların ve LGBTİ+fobi karşıtlarının kendilerini ifade etmeleri, bir araya gelmeleri için de önemli bir alan olarak kendini gösteriyor.
Düzenlendiği ilk yıl, Onur Haftası ve Yürüyüşü valilik engeline takılmış, etkinliklere izin verilmemiş, aktivistler gözaltına alınmış ve yurtdışından gelen konuklar sınır dışı edilmişti.
Sonraki yıllarda yine yasaklarla karşılaşılsa da hareketin aldığı toplumsal destek güçlendi ve ilk İstanbul Onur Yürüyüşü 2003’te, Onur Haftası gerçekleştirilmeye başladıktan tam 10 yıl sonra yapıldı.