Tophane’de 20-30 kişilik bir grup akşam saatlerinde ellerinde sopalarla Boğazkesen Caddesi boyunca sergilerinin açılışını yapan sanat galerilerini dolaşıp cam çerçeve indirdiler, açılışa gelenleri yaraladılar. Gerekçeleri, içki içilmesiydi.
9 Mayıs 2014
Tophane Hacımimi Mahallesi’ndeki Mixer Sanat Galerisi’nde düzenlenen ‘Erör’ adlı grafiti sergisinin açılışında bir grup, ellerindeki sopalarla galeri önünde duranlara saldırdı. Gerekçeleri, içki içilmesiydi.
21 Şubat 2015
Tophane’deki Daire Sanat Galerisi’nde ‘Çoktan Seçmeli’ sergisinin açılışına 15 kişilik bir grup saldırdı. Gerekçeleri, galerinin önünde bir çiftin öpüşmesi idi. “Davranış şeklinizi beğenmiyoruz” diyen grup galeriye giren çiftin arkasından “Getirin onu buraya, burada çiftlerin böyle davranması bizim kültürümüze ters” diye bağırdı. Özür dilemesini talep ettikleri kadının “Biz özür dilenecek bir şey yapmadık” sözüne cevapları ise “Sen kadınsın, nasıl özür dileyeceğini buraya gel de anlatalım” oldu.
2 Şubat 2016
Cihangir’de Roma merdivenlerinde oturanlara 30 kişilik bir grup “Ya Allah bismillah Allahu ekber” diyerek sopa ve cam şişelerle saldırdı. Ellerindeki
Bu 7’nci deneme oldu.
Neyse ki, yine vazgeçildi.
Elbette komisyona geri çekilmesi yarın tekrar önümüze çıkmayacağının garantisi değil.
O yüzden şu ‘kamu yararı’ meselesini tartışmaya açmakta yarar var.
Kanunda yapılmak istenen değişiklik zeytinlik sahalarını bakanlıklarca kamu yararı kararı alınan yatırımlara açmaktı.
Yani, kalitesiz linyit kömürünü çıkarmak için misal, zeytinlik sahalar ortadan kaldırılabilecekti. Ya da bir anda ortadan kaldırılmasa bile, diplerine yapılan sanayi tesisleri ekosistemi zehirleyecek, zeytin ağaçlarını yavaş yavaş öldürecekti.
Bu yasayı çıkarmak isteyenler aynı zamanda, verdikleri desteklerle zeytin ağacı sayısını 90 milyondan 173 milyona çıkaranlardı. Zeytin ağacı sayısındaki bu muazzam artış Ak Parti hükümetleri döneminde gerçekleşmişti.
Bu ne yaman bir çelişkiydi?
İklim, atmosferle okyanus arasındaki etkileşimle belirleniyor.
Deniz olmasaydı, insan da olamazdı.
Ama denizlerimiz stres altında.
Heinrich Böll Vakfı tarafından bugün yayımlanan Okyanus Atlası 2017, denizlerle ilişkimize dair verilerle olguları ortaya seriyor.
Durum vahim:
◊ İklim değişikliği yüzünden denizlerde asit oranları artıyor, su ısınıyor, seviye yükseliyor.
Aynı gün, MHP’li Mersin Büyükşehir Belediyesi Başkanı Burhanettin Kocamaz’ın danışmanlarından Erkan Karaarslan’ın Ankara’daki evine polisler geldi, evi aradılar. Karaarslan Aydın’daydı, eşinin telefonundan “Geleyim mi?” diye sordu, polisler “Gerek yok” deseler de ertesi gün tekrar gelip ifade vermesi gerektiğini söylediler. Karaarslan 10 Ağustos’ta gözaltındakiler tutuklandıktan sonra 11 Ağustos’ta Mersin’e gitti, emniyette ifade verdi, gözaltına alındı. 18 Ağustos’ta savcılığa sevk edildi ama savcının huzuruna çıkmadan doğrudan hâkime götürüldü ve hâkim tutuklanmasına karar verdi. O günden beri cezaevinde.
*
Eşi Selma Karaarslan diyor ki: “Biz bir kez bile Zaman gazetesi okumamışızdır, evimize girmez. Bu yapılanmanın okullarını, dershanelerini, sohbetlerini bilmeyiz. Asla para yardımı yapmadık. ByLock adlı programı darbeden sonra duyduk. Devlet 16 kriter belirledi, bir tanesi bile eşimde yok.”
Peki neden?
Nedeni kişisel bir husumet.
Selma Karaarslan anlatıyor: “Haldun Haşmet Aysan isimli kişi, kendi işini elinden aldığı düşüncesiyle eşime düşman kesilip onunla uğraştı. Kimi yerel basını da kafakola alıp eşim hakkında karalama haberleri yaptırdı. Kendini güçlü bir kişilik olarak da yansıtıyor. Bu olaylardan önce eşimin onunla ilgili yaptığı suç duyuruları hep takipsizlikle sonuçlandı.”
Velhasıl, Karaarslan gözaltındayken, bu şahıs gidip “Onun FETÖ’cü olduğunu duydum, öyle söylüyorlar” diye ifade veriyor ve hemen ertesi gün Karaarslan tutuklanıyor. 2014’te ailecek tatile gittikleri ABD’ye bavulla para kaçırdıklarını iddia ediyor. Selma Karaarslan “Sucuk koymuştum bavula, onu bile almadılar, düşünün. Bavulla para götürmemiz mümkün olabilir mi?” diyor.
*
- Hrant Dink Vakfı’nın davetiyle katıldığım Erivan’daki Aurora İnsanlık Ödülleri töreninde izleyicilerin duygulanıp şarıl şarıl ağlamasının nedeni karşımızda dimdik duran insanlıktı.
- İnsanlığa yaptıkları katkıdan dolayı ödüllendirilen 5 finalist var karşımızda. Hepsinin hikâyesi birbirinden etkileyici.
- İlham veriyorlar, iyiliğe teşvik ediyorlar. “Belki dünyayı değiştiremem ama işin bir ucundan da ben tutabilirim” dedirtiyorlar. Ve insan düşününce anlıyor ki, büyük özveriler yeterli desteği bulabilse -neden olmasın- değişir dünya.
- Aurora İnsanlık Ödülleri’nin birincisi Tom Catena’yı anlatmak istiyorum size.
*
- New Yorklu Catena, Sudan’ın savaştan tahrip olmuş, 750 bin nüfuslu Nuba Dağları’ndaki tek doktor.
Sudan hükümeti ile Sudan Halk Kurtuluş Hareketi arasında süregiden içsavaşta 2007’den beri bulunduğu bölgede sayısız hayat kurtardı.
- Bombaların altında yaşayan insanların vücudundan şarapnel parçalarını çıkarmak, uzuvlarını kesmek, bebeklerini doğurtmak, bölgeye barışçıl bir dönemde gelen ama savaşın içine düşen doktorun rutini haline geldi.
Projenin amacı, kentteki 7-17 yaş arası tüm çocukların ücret alınmadan ve sınavdan geçirilmeden beraberce müzik yapmalarına olanak vererek onların karşılıklı sevgi, saygı, anlayışı ve farklılıkları kabul etmeyi öğrenmelerini sağlamak.
1975’te Venezuela’da doğan ve kısa sürede tüm dünyada kabul gören El Sistema örneğine benzer bir çalışmayı Eskişehir Tepebaşı’nda uygulama arayışı ‘İki Elin Sesi Var’ projesini doğurdu.
Tepebaşı Belediyesi, aynı modelde eğitim vermeye 10 yıl önce İstanbul Edirnekapı’da başlayan Barış için Müzik Vakfı ile bağlantıya geçti.
İlk adım olarak yaklaşık 50 yaylı çalgı alındı.
Kayıtlara başlandı ve yeteneklerine bakılmadan her çocuk projeye dahil edildi. Çalışmalar gönüllülük esasına dayalı.
Provalara 24 Ocak 2015’te başladılar ve mayıs ayında ilk konserlerini verdiler. Projede 20 eğitmen var.
Henüz herhangi bir taşocağı yetkilisinin ifadesinin alınıp alınmadığını bile bilmiyoruz ama kamuoyunun beklentisi soruşturmanın mermer ocaklarının çalışanlarını da kapsayacak şekilde genişletilmesi.
*
Türkiye’de ekoloji mücadelesi söz konusu olduğunda, avukat Cihan Eren cinayetinden sonra bu iki oluyor.
Ama şiddet, sadece cinayetle sonuçlanan kriminal bir olay değil.
Yaşam savunucuları, sahada mücadele ederken şiddetin her türlüsüne maruz kalıyor.
*
Gümüşhane’de Koza’nın siyanürlü altın işletmesine karşı çetin bir mücadele sürerken, kentteki bir toplantıda tartışma büyüdükten sonra Emniyet müdür yardımcısı olduğunu iddia eden bir kişi gelip bir yaşam savunucusuna “Sizi korumaya alıyoruz” demiş ve onu Gümüşhane’nin ortasında caddeye bırakıp kaçmıştı. Daha sonra, kendilerini polis olarak tanıtan kişiler ailesi üzerinden bu şahsı “Bu işleri bıraksın, yoksa kötü olur” diye tehdit etmişti. Tabii ki polis değillerdi. Bu yaşam savunucusu suç duyurusunda bulunmuş ama Koza o dönem Türkiye’de çok güçlü olduğu için, savcılık başka birisinin ifadesine bile başvurmamıştı.
Gümüşhane’de başka bir yaşam savunucusunu da çoluk çocuğuyla tehdit etmişlerdi.
Hal böyleyken, gıda güvenliğine veya suların temizliğine pek çoğumuz kafayı takıyor ama hava kirliliğini nedense pek umursamıyoruz.
Belki elle tutamadığımız, gözle göremediğimiz için.
Oysa havadaki kirleticiler bizi akciğer kanseri veya kalp hastası yapıyor.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) hava kirliliğine ‘görünmez katil’ diyor. Boşuna değil; her yıl 7 milyona yakın ölüm hava kirliliği nedenli. Akciğer kanseri nedenli ölümlerin yüzde 36’sı, felç nedenli ölümlerin yüzde 34’ü, kalp hastalıkları nedenli ölümlerin yüzde 27’si ve 5 yaş altı çocuklarda her 10 ölümden biri hava kirliliği yüzünden.
Eğer maskelerle dolaşıyor olsaydık, maskenin aldığı renkten sürekli kirli hava soluduğumuzu fark edebilirdik. Ama hava kirliliğini gözle göremediğimiz için sürekli ölçülmesi gerekiyor.
*
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 81 ilde 197 ölçüm istasyonu var. Ama mevzuatımız sorunlu. DSÖ’nün sağlığa zararlı kabul ettiği düzeyler bizim için sorun değil. Örneğin, havadaki kirlilik düzeyinde DSÖ değer olarak 20’yi sınır kabul ederken, bizde sınır 50. Yani dünya standartlarında 20’nin üzerinde hava kirli iken, biz 50’nin üzerini kirli kabul ediyoruz. 2019’a kadar sınır değeri 20’ye çekmeyi taahhüt ettiysek de henüz bir hareket yok. Hatta, akciğer hastalıklarına neden olan kirletici PM 2.5’a dair mevzuatımızda bir kısıtlama olmadığı gibi, PM 2.5 Türkiye’de 16 yer dışında ölçülmüyor bile!
Yani, hava kirliliğine ülkemizde izin veriliyor. Yasal olarak hem de.