Melike Birgölge

Onun kadını olmak!

24 Mart 2012
Kalp atışı... Tutku… Şarap… Gül… Ruj… Gelincik… Ateş… Lale… Elma… Kiraz… Domates… Bisikletteki pas… Albinonun gözü… Güneşin doğuşu… Muhabbet kuşu… El Greco’nun bornozu… Mattise’nin ‘Kırmızı Stüdyo’ tablosu… Tavşanın burnu… Floransa mermeri… Noel Baba… Lav… Akrep… Istakoz… Tüm bunların ortak paydası götürüyor beni ona! Hele de beni tanıyanlar tarafından onun kadını olarak bilinip, lanse edilirken…

Onun kadını olmak!

Aaaahhh!

Neler neler yüklüyor insana?

Tutkuyu…

Şehveti…

Nefreti…

Cesareti…

Ateşi…

Yazının Devamını Oku

RUHUNUN EKOSUNU DUYMAK İSTEYENLER !

15 Mart 2012
Bir an geliyor, bazen durup baktığımda, hayattaki bazı olayların bizi tuttuğunu görüyorum.

İnsanların...

Zamanın…

Yaşamın…

Öyle bir tutuyorlar ki; akmak isterken sonsuza deli sel gibi, görünmez setlerle ruhumuzu, düşlerimizi çevreleyip durduruyorlar.

Tutan şeyler sadece bu ikisi mi?

Değil tabii.

Araba tutar.

Kar tutar.

Yazının Devamını Oku

BABAMIN OĞLU KAHKAHA DOLU!

9 Mart 2012
Anadolu'nun herhangi bir şehri… Adana, Mersin, Trabzon, Samsun, Niğde, İzmir, Diyarbakır…

Türkiye'nin kuzeyinde, güneyinde bir şehir merkezi ya da Anadolu'nun ücra bir köşesi…

 

1960'lı yıllar…

 

Delikanlılık, kanın kaynadığı…

 

Mahallenin kızlarına yan bakılmadığı…

 

Yazının Devamını Oku

ALMADAN VEREN YOK!

6 Mart 2012
Evet, yok! Almadan veren yok. Düşünün bir, doğru değil mi bu? Hep bir şeyler için, birileri için, yaşamak için bile bir karşılık vermek zorundayız. Yaşadığımız ilişkilerimizde bile sevgi boyunduruğu altında karşılıklı bir görev söz konusu!

İnsanoğlu olarak bizler, yaşamak için hayat mücadelesinde koşturaduralım, gün içinde yaptıklarımıza baktığımızda hep bir şeyleri yerine getirmekle yükümlü olduğumuzu görmek...

Bu sorumluluk bazında para kazanıp, ilişkilerimizi karşılıksız, çıkarsız yaşadığımızı hangimiz inkar edebiliriz?

Evet ilişkilerimizde bile sevgi boyunduruğu altında karşılıklı bir görev söz konusu!

E hal böyle olunca; gerek sosyal yaşamımızda gerek iş yaşamamızda daha iyiye ulaşmak için insanlarla karşılıklı hizmet alış verişinde bulunuyoruz!

Sonrasında da gelinen nokta; alan memnun, veren memnun olayı…

Bizi rahatsız eden durumla karşılaşınca bize vermekten çok alanlarla aramızdaki koparıyoruz, o ayrı tabii, haklı olarak.

Hoş bunun da çare olmadığını anlayarak.

Anlayarak evet.

Yazının Devamını Oku

NAR TANELERİNDE DUYGULAR VE HAYATA AŞKLA BAKIŞ!

1 Mart 2012
Duyguların çoğalan halini anlatırcasına karşınıza çıkan narlar… Tutku rengindeki narların tadı damağınızda… Salkımından kopardığınız üzüm tanelerini ağzınıza atasınız geliyor. Güllerin kokusu burnunuzda… Hayatın renkleri gözlerinizde… Çünkü bu tablolarda aşk var!

Dile kolay…

Hayatla sanatı nakış inceliğinde 20 yıl işlemek…

Bunu gerçekleştirirken de geleneklerinden vazgeçmemek…

E, haliyle 20 yıllık bir aşk, 20. yılını dolduran özel bir mekanda…

Çırağan Sarayı’nda…  

Daha ilk adımınızı atar atmaz sizi karşılayan renklerin ihtişamı oluyor.

Ve hayatın sesi…

Duyguların çoğalan halini anlatırcasına karşınıza çıkan narlar…

Yazının Devamını Oku

NE KADAR İSTİYORSUNUZ?

27 Şubat 2012
Nedir sizin meseleniz?

Kendinizle ya da yaşamınızla ilgili olan…

 

Hayattan aldığınız…

 

Karşınızdakilere verdiğiniz…

 

Ya da şöyle diyelim nedir alıp veremediğiniz…

 

Yazının Devamını Oku

ASLOLAN FETİH Mİ, FATİH Mİ, HAYAT MI?

22 Şubat 2012
Düşmanınla savaşırken kılıcın varsa elinde, ne çok sıkacaksın ne gevşek tutacaksın. Çünkü çok sıkarsan çok güç harcar ve yorulursun. Gevşek tutarsan bu kez de yenilirsin. Hayatta da böyle değil midir bu? Mesleğiniz, karakteriniz olan kılıcınızı kullanma şekliniz yaşamla savaşınızı kazanıp kazanmayacağınızda etkili değil midir?

Bir medeniyet yıkmak mıdır önemli olan, kılıç zoruyla almak mıdır yoksa?

 

Hayattaki duruşunuz – bakışınız olan karakter kılıcınızla yaşamınızı yerle bir etmek midir daha kolay gelen, yoksa o kılıcı gerektiği şekilde kullanıp yaşamınızı fethederek zaferini yaşamak mi?

 

Son günlerde bir fetih coşkusudur alıp başını gidiyor.

 

İstanbul’u yeniden keşfetmenin coşkusu…

 

Yazının Devamını Oku

İÇSEL PUSULAMIZIN KUZEYİ!

17 Şubat 2012
Size yarım kalmış bir inşaat emanet etseler… Ve deseler ki, bunu tamamlayacaksınız.

İyi de nasıl bir inşaat bu?

Temeli çok sağlam olmayan, tuğlalarını; kırgınlıkların, pişmanlıkların, olumsuzlukların, karamsarlıkların, çimentosunu da un ufak olan kum tanelerini andıran anıların ve geçmişin oluşturduğu…

Ne dersiniz?

Yarım kalan bu inşaatı güzel bir yapıya dönüştürmek üzere kolları sıvayıp işe başlamayı kabul eder misiniz yoksa ‘Hayır’ diyerek işin kolayına mı kaçarsınız?

Böyle inşaatlarla çok karşılaşmıyor muyuz günümüzde?

Bu tür yarım kalmış inşaatlar, hayatımız.

Bizim hayatımız.

O yüzden tekrar soruyorum.

Yazının Devamını Oku