Olduğunuz gibi karşılaşmışsınızdır, gösterişten, şatafattan uzak.
Yanında kendinizi bulduğunuz kişidir karşınızdaki.
Aklamanıza, paklamanıza, abartmanıza gerek yoktur kendinizi onun yanında.
Çünkü onun ruhunda temizlenmişsinizdir zaten.
Kürtaj davası, töre, terör alıp başını gitmişken son günlerde, öldürülen kadınları gören, yaşadığı haksızlıklara – şiddetlere karşı çıkmak için seslerini yükselten kadınları duyan yok.
Neden – neden – neden?
12 Eylül olaylarında günde 20 kişi öldürülüyordu.
Ve günümüzde ülkemizde her gün 5 kadın öldürülüyor.
Ama ne tanışma…
Tanıştırırlarken de “Hayatın boyunca karşılaşacaksın!” diyerek…
Yeni tanışmanın verdiği heyecanla cezbeder bizi önceleri.
Onunla uğraşmak, anlamaya çalışmak, anlamak ne kadar da mutlu eder.
Semazenleri ilk gördüğümde hayretler içinde kalarak izlediğimi ve nasıl bu kadar devamlı dönebildiklerini düşündüğümde çok küçüktüm tabii. Aklım ermeye başlayıp da araştırdığım konulardan biri olarak edindiğim bilgiler doğrultusunda, Mevleviliğin yüzyıllardır süregeldiğini, semazenlerin işiterek musiki nağmelerini dinlerken vecde gelip hareket edip, kendinden geçerek döndüklerini öğrendiğimde, Yaradan’a olan inancımın içimde daha da arttığını hissetmiştim.
Mevlânâ zamanında belli bir nizama bağlı kalmaksızın dini ve tasavvufî bir coşkunluk vesilesiyle icra edilen Sema, sembolik olarak, kâinatın oluşumunu, insanın alemde dirilişini, Yüce Yaradan’a olan aşk ile harekete geçişini ve kulluğunu idrak edip “İnsan- ı Kâmil” e doğru yönelişini ifade eder, bilindiği gibi.
Ve biz onları genelde Mevlana’nın doğduğu gün kutlamalarında anarız, anımsarız. Oysa onlar, yılın hemen her günü, insanın âlemde dirilişini, Yüce Yaradan’a olan aşk ile harekete geçerek kulluğunu idrak ederler.
Biz onları yılın birkaç gününde hatırlayıp anımsayaduralım, ülkemizde, yaşadığımız şehirlerde Mevlevi dergahlarının nerde olduğunu bile bilmezken Fransız asıllı ve uzun yıllar Türkiye’de yaşayan Nathalie Ritzmann, sema gösterilerimizi Bulgaristan’a taşımış desem…
2011 yılında Türk vatandaşı olan Natthalie’ye bu etkinliği Filibe sakinlerinin ayağına taşıma fikrinin nasıl ortaya çıktığını sorduğumda, son üç yıldır Galata’da dervişler ile görüşerek Mevlana öğretisini takip ettiğini ve Kasım 2011’de ilk kez Filibe’ye gittiğinde kentte eski bir mevlevihane olduğunu öğrendiğinde fotoğrafçı Jean-Marc Arakelian ile burada bir sema gösterisi yapmaya karar verdiğini belirtiyor.
Ritzmann’ın bu etkinlik için yaptığı çalışmalar sonuç veriyor. Osmanlı döneminde birçok Sufi topluluğun yaşadığı Filibe’de, Puldin adlı bir restoranda geçtiğimiz günlerde, Mevlana’nın 22. kuşak torunu ve Uluslararası Mevlana Vakfı Başkan Yardımcısı Esin Çelebi Bayru’nun verdiği konferans ve ardında da Nail Kesova ve semazenleri ile bir sema gösterisi düzenlemiş. Bununla da kalmayarak oradaki bir müzede Arakelian ve kendi eserlerini kapsayan fotoğraf sergisi büyük ilgiyle karşılanmış. Bu ilgi üzerine Filibe’de, sonbaharda iki sema gösterisi daha yapacak.
Amazon Ormanları’nda bir kelebek kanat çırpar, rüzgarla o kanat çırpışın etkisi büyür, yayılır. Hatta kasırgaya dönüşür. Kelebeklerin o etkisi ki bazen denizler, dağlar, okyanuslar aşar. Sinema, müzik, sanat bazındaki evrensel olan her şey gibi…
Yorumculuklarıyla, oyunculuklarıyla insanların kalbine kelebek olarak konan isimlerin kelebek etkisi başarılarını taçlandırıp, onları uçurmak için ‘Altın Kelebek Ödülleri’nin 39. 11 Haziran Pazartesi Haliç Kongre Sarayı’nda yapıldı.
Tören öncesi yapılan kokteyle akın eden ünlü isimlerin kıyafetleri şıklık yarışındaydı adeta. Bazılarının kıyafetlerinin çok abartılı olduğunu belirtmeden de geçemeyeceğim.
Kırmızı halıdan gelen konukları Kanal D ve hurriyet.com.tr canlı yayınla milyonlara ulaştırdı.
Bundan tam 1 yıl önce başladı her şey.
Çalan telefonun diğer ucunda Fransa Devlet Sanatçısı ve ‘Binbir Gece’ dizisiyle milyonların tanıdığı oyuncu Ergün Demir vardı.
Televizyonda program yapma teklifi aldığını söyleyerek başladı konuşmaya.
Nasıl bir konsept yapacağını düşündüğünü ve bir oyuncu olarak böyle bir program yapmanın doğru olup olmadığını sordu bana.
Benim de ona naçizane önerim ‘Kültür – sanat tarzında, faklı sorularınızla entelektüelliğinizi harmanlayarak; her hafta bir ünlüyü konuk edip, o kişinin kariyerini, sanata ve hayata bakışını konuşabileceğiniz bir program yapabilirsiniz mesela’ cümlesiyle oldu.
‘Mesleği oyunculuk olan ve daha önce sunuculuk deneyimi olmayan birinin bunu başarabileceğini nasıl önerdin?’ derseniz…
Bundan yaklaşık 4 yıl önce Ergün Bey’le Hürriyet için yaptığım röportajda verdiği farklı cevaplarıyla, entelektüelliğini gördüğümden…
Ama kültürel donanımını ‘Çok şey biliyorum’ havasında değil de, mütevazı bir şekilde yansıttığından…
Bulunduğumuz ortamdan uzaklaşmak…
O anki ruh halimizden arınmak…
Başka diyarlara gitmek…
Uyuyarak…
Milyonların sizi tanıması ‘Yılan Hikayesi’ dizisi ile oldu. Ardından birkaç dizide daha rol aldınız. Bugünlere geliş sürecinde yaptıklarınız neler?
Yılan Hikayesi’nin öncesi ve sonrası ayrımı var hayatımda. Öncesinde, konservatuarlı bir oyuncu olarak müzikal, tiyatro, televizyon zaten kariyerimde vardı. Sonrasında ise bir ilgi patlaması, Kürşat rolüyle anılmak ama öte yandan hep aynı tarz rol tekliflerini almak.
Aynı tarz roller oyuncuyu köreltiyor düşüncesiyle kabul etmediniz doğal olarak?
Evet, aynen dediğiniz gibi… Oyuncuyu körelten bu sebepten dolayı uzun bir süre gelen projelere soğuk bakmakla beraber, ilerleyen yıllarda ilginç bulduğum karakterler için kamera karşısına geçtim.