Melike Birgölge

GÖZLERLE VE ZİHİNLE DUVARLARI AŞMAK!

17 Eylül 2012
Yeni bir söz söylemek için ölmek mi gerekir? Aşkta evet ama hayatta ve sanatta hayır.

Sanatta yeni bir şey söylemek için ölmek değil yeni ve farklı şeyler üretmek gerekir. İşte bunu doğrulayan bir konseptle karşılaştım geçtiğimiz günlerde.

Afişler, sloganlar, cinsel içerikli mesajlar, ciddi gazete kupürleri…

Bunlardan yola çıkarak…

Duvarlardan topladığı afişler ve objeler onun zihniyle buluştuğunda duvarları aşıyor.

Yazının Devamını Oku

SAMİMİ YALANCILAR!

14 Eylül 2012
Gün geçmiyor ki, gerek ülkemizden gerek dünyadan canımızı sıkan haberlerle karşılaşmayalım. Günlük hayata yetişmenin paralelinde her şeye rağmen iyi şeyler düşünerek iyiye yönelmek gayesiyle hayata tutunma çabamız sırasında bizi iyileştirenlerin en başında gelenlerdendir o. Sağaltıcı ve binlerce yıldır yeryüzündeki en güçlü değiştirici olarak bilinen... Devinimini bir an dahi duraksamadan azimle sürdüren… Ne olduğunu tahmin ettiniz sanırım.

Sanat!

Ruhu evrene açan ve insanı hayata katan kanat…

Birçok alanda gösterir kendini, insanlar aracılığıyla.

Kimi yazar.

Kimi çizer.

Kimi düşünür.

Kimi keşfeder.

Kimi çalar.

Kimi oynar.

Oyunculukta; ‘oynayan’ değil, ‘hayattaki ‘AN’ları yaşatan, kendimizi ve o ‘An’ları fark etmemizi sağlayan, ‘mış gibi’ yapan değil, ‘gerçek’i tüm doğallığıyla ortaya çıkarabilmektir esas olan.

Bunu da metod olarak benimseyenlerin başında gelen kişidir Eric Morris.

/images/100/0x0/55eb2c7af018fbb8f8b01b4cJack Nicholson, Greg Mullavey, Sue Lyon, Michael Parks, Linda Crystal, Teri Garr, Arnold Schwarzenegger, Johnny Depp ve Matthew Fox gibi sayısız dünya yıldızı tarafından benimsenen bu metodda hızlı oyunculuk çözümleri ve uzun kuramsal konuşmalarla oyuncunun kafasını karıştırmak yerine eğitimciye bağlı olmaksızın kendi tarzını oluşturması amaçlanır.

İşte bu amaçla, Uniact Studio’da, oyuncu ve oyuncu adaylarına, bir haftalık workshop yapmak için Türkiye’ye gelen Eric Morris’in Newyork Temsilcisi Anthony Vincent Bova, bu süreçte workshopa katılanlarla Sesli Diyalog ve Alt Kişilik çalışması yaptı ve iyi bir sonuçla tamamladığı workshop sonrası mutlu olduğunu belirtti.

Workshop bitiminde öğrencilerle bir araya gelen Anthony Vincent Bova, insanların samimiyetini, yalın oluşlarını, İstanbul’u, yemeklerini çok sevdiğini belirtiyor.

Boğaz’a bakarken ve kültürel zenginliğimizin bu kadar geniş olduğunu fark ettiği anlarda birkaç kez duygulanmış.
Workshopa katılanlarla bir arada olduğumuz o gece, anlıyoruz ki; Bova, sadece, oyuncuların duygusal, fiziksel, psikolojik, entelektüel, hatta manevi ve ruhani olarak gerçekçi bir karakter yaratmayı nasıl başaracaklarını, kendilerini nasıl ifade etmeleri gerektiğini, oyuncuya oynadığı karakteri nasıl ‘gerçek’leştireceğini öğrencilere aktarmakla kalmıyor. Bunun paralelinde oyunculuğun en önemli hususlarından birinin altını da çiziyor. Tıpkı eğitmenliği dışında o gece şahit olduğumuz hayatındaki duruşu gibi.

Samimiyetin!

E, ne de olsa, samimi yalancı değil midir oyuncular?
Yazının Devamını Oku

AKLINI KULLAN - AKSİNİ DÜŞÜN!

10 Eylül 2012
İstifa et! Bu, işini ciddiye aldığını gösterir! Doğru bakış açısı yoktur, kişisel bakış açısı vardır. Bazen zekice olan, fazla zeki olmamaktır! İlgi çekmek istiyorsan dinle! Başarısızlık başlangıçtır. Sana ilham veren ya da hayal gücünü çalıştıran her şeyden çal! Kovuldun mu? Bu, başına gelebilecek en güzel şey!

Bir konuda, bir işte, hayatta en iyi olmak… Peki bunun için ne yapmak gerek?

Tabii ki sıradan olmamak…

Farkını ortaya koymak…

Kendinin, aklının, yaptığın işin, kalbinin, hayatının…

Diğerlerinden başka bir şey yaparak…

Sürüden ayrılarak…

Farklı olarak…

Bakın etrafınıza bir.

Yazının Devamını Oku

HEM YILDIZ HEM GÜNEŞ HEM AY!

5 Eylül 2012
O var ya O! Hem yıldız hem Güneş hem Ay! Yok böyle bir şey. Yok. Onun üstüne yok. Çok şeyi kendinde öyle bir toplamış ki…

 

Üstelik bunları insanlara sunup yaşatırken ekstradan bir şey de yapmıyor.

 

Şaşırtıcı olan da bu ya.

 

Olduğu gibi, en doğal haliyle…

 

Fırlama, flörtöz, muzip, serseri, aynı zamanda duygusal, seksi…

Yazının Devamını Oku

DUYGULARINIZI VE DÜŞÜNCELERİNİZİ RÖNESANS’A UĞRATIN!

27 Ağustos 2012
O mucizelerle karşılaştığınızda sadece renklerin dansı değildir gözünüzle buluşan. Ten kıpır kıpır hareket eder, soluk bir yükselip bir alçalır. Hayat her yerde varlığını hissettirir. Hissettirmekle de kalkmaz, kendini ve kalbinin sesini duyurur. Sessiz ama renksel çığlıklarla!

Bu renk yıldızlarıyla ruhumu buluşturmak için koşarken, koşmak ne kelime uçarken nasıl heyecanlanıyorum bilemezsiniz.

 

Onlarla buluşmanın gizemi kadar eserlerindeki yaratılışı, mükemmeliyetçiliği, hayatı, tılsımı yaşayacak oluşum, heyecanıma heyecan katan…

 

Başka bir boyuta geçeceğim o mucizelere kavuşmak için 2 saatlik yol maceram ve kuyrukta 45 dakika bekleyişim bile azaltmıyor heyecanımı.

 

Ayrıca onları görmeye gelenlerin sayısız, yüzlerce olması daha da çok mutlu ediyor beni.

 

Yazının Devamını Oku

BOL KESEDEN DAĞITMAKLA OLSAYDI…

22 Ağustos 2012
Onu yaşamak; emekle, duygudaşlıkla, gerçekten hissetmekle, ortak paydalarda buluşup, o paydayı büyütmekle olur ancak!

Onun varlığıdır, dünyayı güzelleştiren.

 

Yokluğudur hüzne esir eden.

 

Onunla nefes alır kalp, hayat bulur beden.

 

Goethe’nin ‘Ona açık bir kalp kadar, dünyada değerli bir şey yoktur.’ dediğine katılmamak mümkün mü?

 

Yazının Devamını Oku

ORHAN VELİ VE TÜRKİYE AĞLIYOR GÖZLERİ KAPALI!

16 Ağustos 2012
Hani bir yer vardır, bildiğimiz… Hani dünyadaki tek gerçeğimiz… Ama anlatamadığımız… Kelimelerin kifayetsiz kaldığı… Duyguların ağladığı…

Susmak, konuşmak…

Üzülmek,

Ağlamak…

Çaresiz kalmak…

Anlamaya çalışmak…

Anlaşılamamak…

Duygulanmak…

Özlemek, anmak…

Yazının Devamını Oku

GEÇMİŞTE OLANLARIN ŞİMDİKİ ZAMANDAKİ GÖRÜLÜR İZİDİR, YARA!

13 Ağustos 2012
Şimdiki çocukların çoğu bunu bilmez ama bizim zamanımızda bahçede, sokakta oynarken düştüğümüzde, dizimiz ya da kolumuz kanadığında akan kanlar temizlendikten sonra düşülen yer gidip dövülür, vurulurdu. Yaraya neden oldu ve o yaralar bir an önce geçsin diye.

O yaralar kabuk bağlar, iyileşme sürecinde yaraların çevresi tatlı tatlı kaşınır. Sonra kabuklar düşer ve yaralar iyileşir.

Taa ki bir sonraki düşüşümüze ve tekrar yaralanana kadar…

Canımız acıdığından, bocuk boncuk gözyaşlarımız yanaklarımızdan akarken, annemizin yanına koşar, ona sığınırdık.

Çocukken dokunulmazdı ağlamak.

Akan gözyaşları, acısını yakarken hüzünle sulardı yaraları.

Büyüyünce yaraların şekli değişti.

Bu kez kolumuzda, dizimizde, dirseğimizde değil, görünmeyen yerimizde, kalbimizde, ruhumuzda kanamaya başladı bu yaralar.

O yaralar kanadı, çok acıttı, ağlattı, kabuk bağladı.

Yazının Devamını Oku