Anılar, kalbimin bir odasından diğer çeperine koşturup ortada dolanırken…
Duygularım yüreğimin kapısında dönersin diye beklerken…
Aşk sürekli bizi anlatırken…
Benim ise söyleyecek çok sözüm yok.
Sadece şunu söyleyebilirim.
Biz onunla bir kayığa binmiştik zamanında.
Yalnızlığın hüzün dalgaları arasında çırpınıyorduk ikimiz de.
Hakkari’deki hain pusu…
Yine kalbimizi burkan şehit haberleri…
İçimizi ağlatıyor kederleri.
8 şehit…
Ne desek yine değişmeyecek bir şeyler.
Ağlamaktan, üzülmekten başka.
Ey ahali…
Bugün sen uyan diye 8 asker uyudu!
Ne zaman ve nasıl mı?
Bir kişiyi çok sevip, ona aşık olup, bağlandığında!
Evet, yanlış okumadınız!
Yani erkek onca beraberliğinden sonra bir kişiye tam anlamıyla aşık olmasın, yandı!
Hem uçuruyor hem yoruyor.
Hem kavuruyor hem savuruyor.
Kadın olmak…
Boyayla, makyajla güzelleşmek değil...
Üçüncü kitabınız ‘Kahperengi’ kitapçı raflarında yine ilk sırada… Yine sürükleyici, yine akıcı bir dille yazmışsınız. Okurken ‘Kitabı ben mi yazdım acaba’ dedim. Bunu okura çok iyi hissettirdiğinizi düşünüyorum, üç kitabınızı okuyan biri olarak. İnsanları, yaşadıklarını, tutkularını, acılarını, mutluluklarını, yalnızlıklarını çok iyi gözlemlemişsiniz. Evet reklamcılık yaptınız, metin yazarlığı yaptınız. Şarkı sözleri yazdınız. Ortak payda yazı ama roman farklı. Değil mi? Roman yazmak reklam yazmaktan çok farklı. Çünkü reklam kısa yazma disiplini gerektiriyor, romanda ise yeriniz bol. Eğer kitaplarım söylediğiniz kadar akıcı ise, bunu reklamcılıktan çok okuma alışkanlığıma borçluyum sanırım. Ama gözlem yapabilme konusunda reklamcılığın faydasını gördüğümü sanıyorum.
YAZMAK HIRPALAYAN BİR SÜREÇ!
‘İyi ki yazıyorum, yazabiliyorum’ diyor musunuz kitapları yazıp bitirdikten sonra? Kesinlikle diyorum. Sahip olduğum en iyi şeylerden biri bu. Yazmak ne kadar hırpalayan bir süreç olsa da son cümleyi yazarken aldığınız haz tarif edilemeyecek kadar güzel.
KENDİMİ TENEFFÜSE ÇIKMIŞ GİBİ HİSSEDİYORUM!
Yazarken alınan o hazzın, tarif edilemeyecek kadar güzel olmasına katılıyorum. Dürten ne oldu sizi, bu romanı yazmanız konusunda?Sanırım yazmaya ihtiyacım var. Yazarken kendimi teneffüse çıkmış gibi hissediyorum.
Aslında hariciyeci olmak istiyormuşsunuz. Reklamcı olmuşsunuz. Sonra şarkı sözleri yazdınız. Şimdi de kitap... Üç kitabınızın da bu kadar ilgi görmesini bekliyor muydunuz?Ne kadar beklemiyordum desem de sanırım derinlerde bir yerde böyle bir umut bekliyordum.
Ses getiren ilk kitabınız ‘Aşka Şeytan Karışır’ı sekiz ayda yazmışsınız. ‘Maraz’ı bir yılda ve ‘Kahperengi’yi beş ayda yazmanıza ‘çok kısa süre’ diyenler olacaktır.’Bu süre kısa değil mi’ diye soranlara, Beckford ‘Vathek’i üç günde yazdı diyorum, üstelik Fransızca.
İlkini de, ikinci ve üçüncü kitabınızı da dört saatte okuyup bitirdim. Bu kadar akıcı ve sürükleyici yazabilmenizi…
Tamam olsun.
Çok olsun
Hem de çok çok…
Da…
O çokun sonu yok ki.
Kaldı ki ‘Bir şeyin azı karar, çoğu zarar’ olayı da var tabii.
Halbuki yetinmesini bilen kıymet bilendir.
Yetinmesini bilen, onurunu en az riske atandır.
Yine koşturmaca…
Gazeteye köşe yazısı yaz.
Sonra yapımcısı olduğum ‘Maksat Sanat’ isimli televizyon programı için konuk ayarla.
Hem de ünlü isimlerin İstanbul’da olmadığı tatil zamanında.
Bitmesin, çekim için mekan ayarla.
Sonra gazete için röportaj yapmaya koş.
Telefon, mail trafiği…
Bir de zaman olsa, son bir kez okumamı bekleyen 5. kitap taslağım var.
Sonra da…
E, boşuna demiyorlar ‘Derenin intikamı ağır olur diye.
Kızdırmayın dereyi, kızar, taşar, hiddetlenir sonra.
Daha önce defalarca başımıza gelen bu dere yatağı felaketlerini bile bile konutları dikmek ağaç misali.