PaylaÅŸ
Olduğunuz gibi karşılaşmışsınızdır, gösterişten, şatafattan uzak.
Yanında kendinizi bulduğunuz kişidir karşınızdaki.
Aklamanıza, paklamanıza, abartmanıza gerek yoktur kendinizi onun yanında.
Çünkü onun ruhunda temizlenmişsinizdir zaten.
E hal böyleyken…
Neden bir süre sonra zorlaştırır karşımızdakiler, daha da kolaylaştırmak ve sadeleştirerek yaşamak, hayatı daha da güzelleştirerek paylaşmak yerine?
İlk önceleri incelikler sunulur, bir zaman sonra hafiften başlayan nezaketten uzaklaşan davranışlar…
Önceleri yoğun zamanda bile vakit yaratılıp aramalar, ‘Çok yoğundum’ cümlelerine bırakır yerini.
İlk görüldüğünüz halinizle sevilmişken, zamanla karşınızdakinin kendi istediği şekilde ‘Şöyle giy, böyle yap’ kalıplarında ruhu daraltmalar…
‘Sen çok özelsin’ diye başlayan cümleler, bir süre sonra ‘Sen çok değiştin’e verir elini.
Aşkla çarpan kalbimizdir kanatlarını açarak uçarken, zaman ilerleyince karşımızdakinin beyninin komutuna kaptıran kolunu.
Bir süre sonra bir bakarsınız kalbinizi uyandırıp aklınıza düşürmüştür yolunu.
***
‘Nasıl olsa benimle’ eminliğine mi…
Ona hissettirdiğiniz güvene mi…
Yoksa zamana mı yenilmiştir durum?
Ya da alışkanlıklara mı yoksa başka şeylere mi bilinmez.
Nasıl olursa olur, ne olduğunu anlayamadan kaptan taşan su misali, bedeninizden taşar ruhunuz.
Ve ipler misali kopar kalbiniz.
Ki gerçek sevgi varsa temelde işte o zaman insana daha çok koyar, ayrılık sonrası, kopan bu ipler.
Oysa;Â Â
Karşılıklıdır her şey.
Sevgi ve ilgidir aşkı coşturan…
Tutkudur sevdayı koşturan…
Sezgi ve bir olmak hissidir uçuran…
Birbirinizin yürek ve ruh semalarında uçarken, ayrılığın hüzünlü topraklarına çakılmak niye?
Oysa;
Beklemediği anlarda ona sürprizler yaparak…
Şüpheye düşmeyerek, sorgulamayarak…
Sevginizle boğarken özgürlüğünü kısıtlamayarak…
Telefonda bir şarkı, bir şiir dinleterek…
Beraber izlediğiniz filmler sonrasında o film karelerini aratmayacak hayat sahnelerini kalbinizin gözüyle çekerek…
Çare bulamadığınız bir sıkıntısı olduğunda susup yanında olarak…
Duygularınızı el yazınızla notlar yazarak…
Ruhunu zenginleştirmek için ona küçük mutluluklarla AN’ları yaşatarak…
Onsuz gittiğiniz bir yerde ‘Yanımda olsaydı keşke’ diyerek…
İyi olduğunu bilseniz de merak ederek…
Omzuna ihtiyacınız olduğunda imkansızı yaratarak…
Şehrin en pahalı restoranına değil, kendi elinizle yaptığınız yemeği beraber yiyerek…
Yağan yağmurda yürüyüp beraber ıslanarak…
İki yanında sevgi çiçeklerinin açtığı, ara ara hüznün çakıl taşları ayağınıza ve kalbinize batsa bile onunla tutkuyla yürüdüğünüz aşk yolunda koşarak…
Rüzgarın savurduğu saçlarını, tarak yaptığınız elinizle okşadıktan sonra kopardığınız papatyayı ya da gülü onun kulağına takarak…
‘Bugün Güneş var, hava şahane’ cümlesini söyleme bahanesiyle arayıp, onun sesini duyarak…
Yediğiniz yemek sonrası, başka bir mekana gidip, onunla biraz daha zaman geçirmek için dondurma yiyerek, kahve içerek… (Dondurma – kahve bahane…)
Onu yolcu etmek için eşlik ettiğiniz durakta, o bindikten sonra bir anda otobüse binerek…
Â
‘Aramızda ruh telsizi mi var’ diye düşünecek kadar aynı anda birbirinizi arayarak…
Onun yanında olduğunuz anlarda gökyüzündeki yıldızları yeryüzüne sererek…
İçten bir gülümseme ve samimiyetle…
Ruhen…
Kalben…
***
Yukarıda saydığım, kalbi ve ruhu aşan sevgi tutarlarından oluşan, paha biçilmeyecek kadar bedeli olan, özel bir servettir aşk?
Çekini karşınızdakinin kalbine kestiğiniz…
Bedelini de içinizden gelen sesle ve kalbinizle ödediğiniz…
Ne o ağır mı geldi hesap?
PaylaÅŸ