Tıpkı Marquez’in Kırmızı Pazartesi romanındaki gibi kimin öldürüleceği, kimin cinayeti işleyeceği herkes tarafından biliniyormuş.
Havuz gazetesinin dünkü haberine göre cinayetin önlenmemesi, “paralelcilerin”, Emniyet istihbaratı içinde önemli pozisyonları ele geçirme planından kaynaklanıyormuş.
Bunun sebebi de daha önceden hazırladıkları Ergenekon planını devreye sokmakmış.
Hrant Dink cinayetinin önlenebileceği, Trabzon ve İstanbul Emniyeti’ndeki yetkililerin bu cinayeti önlemek için kıllarını kıpırdatmadıkları bir sır değil. Bunu ilk günden beri biliyoruz.
O vakit söz konusu yetkililer için soruşturma izni vermeyerek cinayetin aydınlatılmasını önleyen AKP hükümetinin başında Başbakan olarak Recep Tayyip Erdoğan vardı.
Sorumlular için soruşturma izni verilmediği gibi tam tersine o sorumlular terfi ettiler.
Kimisi vali oldu, kimisi emniyet müdürü. İçlerinde Emniyet teşkilatında üst düzel görevlere getirilenler de vardı. Hatta bir tanesi aynı Erdoğan tarafından bakan bile yapıldı.
Dört kişi, bir aracı durdurup, 20 küsur mermi sıkacak ve bunlardan bir tanesi bile araçtaki üç kişiden birine (sürücü, koruma ve Murat Bey) denk gelmeyecek!
Tabii Sancak’ın otomobili daha önce nefesi kuvvetli bir hocaya okutturulduysa orası başka!
Şems’in kuzeni çıkmış televizyonda bununla ilgili maval okuyor: Tam o sırada kapıyı açmış, kurşun dibinden geçmiş, cama gelmiş, başını eğmiş, arabanın arkasına dolanmış filan!
Şimdi ortaya çıkıyor ki bu kişiler bir tür mafya organizasyonunun adamları ve dedikoducuların yalancısıyım, kumar borcu ya da başka bir nedenle Sancak’a gözdağı vermek istemişler.
Emniyet’in açıklaması bunu gösteriyor, buyurun okuyalım:
“Saldırıyı gerçekleştirenlerin 3 kişi oldukları ve ilimizdeki “kriminal” bir grupla iltisaklı kişilerden oldukları anlaşılmıştır.”
Bu eski Türkçe merakı belli ki polisimizi de sarmış ama bari doğrusunu öğrenselerdi ve yazsalardı demek zorundayım. “İltisak”, kavuşma, birleşme, bitişme anlamına gelen bir kelime, “iltisaklı” yerine “bağlantılı” deselerdi daha doğru bir cümle kurmuş olacaklardı.
Polisin gözünün önünde yetiştiler, ailelerinin feryatları polise, MİT’e kadar ulaşamadı ve sonunda hem kendi canlarından oldular hem de Diyarbakır, Suruç ve Ankara’da yaptıkları eylemlerde 150’den fazla insanın hayatını aldılar.
Ama devletimizin yetkilileri bir türlü bunu kabul edemiyorlar.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’na bakılırsa bu bombacılar PKK ve IŞİD’in ortak operasyonunun elemanları.
Nasıl oluyor da oluyor, sınırın öbür tarafında birbirlerinin gırtlağına sarılmış iki örgüt, sınırın bu tarafında ortaklaşa bombalama eylemi yapabiliyor?
Böyle bir şey yok aslında, Başbakan halkı uyutmaya çalışıyor, hepsi bu.
Hem bunları söyler, hem de bombalama eylemi üzerine yorum yapmayı bile yasaklarsa zannediyor ki bu canavarların yetişmesine neden olan ortamdaki rolünü unutturabilir.
Hayır bayım, amacınıza ulaşamayacaksınız. Herkes bilecek ki bu sizin eseriniz.
CUMHURBAŞKANI’nın Anayasa’yı filan takmıyor olmasını artık hiç yadırgamıyorum ama yargıçların ve savcıların Anayasa’yı hiçe saymalarına bir türlü alışamıyorum.
Neden böyle yapıyorum, onu da tam olarak bilemiyorum gerçi.
Çünkü bu yeni bir şey sayılmaz. Bu ülkede yargıçların ve savcıların iktidardaki güç karşısında bir adım geride durma ve onların temsil ettiği devleti koruma refleksi öteden beri var.
Ama alışamıyor olmamın gerisinde, ilk kez böylesine kayıtsız şartsız bir teslim oluş ile karşı karşıya olmamız yatıyor olmalı.
Yine de saf bir tarafım kalmış yani, hâlâ savcılardan ve yargıçlardan “bağımsız” davranmalarını bekliyorum işte.
Daha da komiği, Anayasa’yı fütursuzca çiğneyen makam, Anayasa’ya karşı işlenen suçları kovuşturmak ile görevli!
Bir gün kalkıp Ulaştırma Bakanlığı’ndan televizyon yayınlarının engellenmesini istiyor, o olmayınca Digiturk’ü korkutuyor, yayın yasağı istiyor vs.
KONYA’da maç öncesindeki saygı duruşu sırasında yaşananlara ilk kez tanıklık etmiyoruz.
Bizde adam gibi saygı duruşu yapılabildiğine bugüne kadar hiç tanık olmadım.
Hiçbir şey olmasa bile birkaç münasebetsiz çıkar, o bir dakikalık sessizliği bozar.
Onlar başlayınca geri kalanlar da rahat duramaz ıslıklar, karşılıklı küfürleşmelerle “saygı duruşu” tamamlanır.
Bu hep böyle oluyor. Konya’daki son olay bu nedenle aslında sıradan bir örnek.
Hatta Fanatik’te de yazdığım dönemlerde bu saygı duruşu işinin maçlardan kaldırılmasını da bir not olarak yazmıştım.
Çünkü saygı duruşunu beceremiyoruz, böyle bir kültüre sahip değiliz bari ölülerin ruhuna azap vermeyelim!
BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, NTV’deki programında şunu söyledi:
“Türkiye’de intihar eylemi yapabilecek kişilerin belli bir listesi dahi var. Takip ediyorsunuz ama bunun öyle bir eylemi gerçekleştirme anına kadar hukuk devleti olarak onu DHKP–C bağlamında birçok şey isimler, biliyorsunuz daha önceki bazı eylemciler, önceden de biliniyordu.”
Başı sonu belli olmayan bir cümle olduğu için internette değişik kaynaklardan da baktım, böyle demiş. Bu alıntıyı da damadın kardeşinin havuz gazetesinden yaptım, onu da belirteyim.
Daha önce de bu konuda sohbet etmiştik.
Bir insan özellikle de bir siyasetçi, soru karşısında başı sonu belli olmayan böyle cümleler kuruyorsa bu bir tek duruma işaret eder:
O siyasetçi kontrolü kaybetmiştir, konuşulan konu ile ilgili net ve açık fikirleri yoktur, söyleyecek sözü olmadığı için laf çevirmeye çalışıyordur.
Durumu böylece tespit ettikten sonra ne demek istediğini tercüme etmeye çalışalım:
Güldü dediysem, kahkaha atmadı tabii, sırıttı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da bu manzara üzerine şöyle konuştu: “Gülen Adalet Bakanı istifa etmeli, istifa etmiyorsa da azledilmeli!”
Bu durumu şikâyet ettiği Başbakan Ahmet Davutoğlu da gazetede okuduğuma göre Kılıçdaroğlu’na “vücut diliyle” yanıt vermiş!
Yani iki elini yana doğru açıp başını devirmiş “Ne yapacağız bunlarla” der gibisinden!
Başbakan, vücut diliyle bunu ifade etmeye çalışırken bir kaşını da havaya kaldırıp, yukarıyı da işaret etti mi, bilmiyorum.
Yani “Adalet Bakanı yukarının adamı, ben bir şey yapamam” anlamında bir hareket?
“Güvenlik açığıyla alakalı hiçbir şey söz konusu değildir.”
Yani güçlü bir istihbarat ağı sayesinde her şey önceden öğrenilmiş, alınması gereken bütün önlemler alınmış ama...
İçişleri Bakanı’nın “Güvenlik açığı söz konusu değildir” dediği olay, Türkiye tarihinin en büyük terörist saldırısı!
Bu saldırının planlanıp gerçekleştirilmesi sürecinde yapmaları gereken her işi yaptıklarına ve almaları gereken her önlemi aldıklarına inandıklarına göre bunca insanın ölümünü neyle açıklamalıyız?
“Fıtrat” mı acaba?
Türkiye gibi faşizmin alacakaranlığını yaşamakta olan bir ülkede toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemenin “fıtratında” böyle ölmek var çünkü.
“Ölmeyi, sakat kalmayı göze alamıyorsan yürümeyeceksin, protesto etmeyeceksin” demek istiyor içten içe.