Paylaş
KONYA’da maç öncesindeki saygı duruşu sırasında yaşananlara ilk kez tanıklık etmiyoruz.
Bizde adam gibi saygı duruşu yapılabildiğine bugüne kadar hiç tanık olmadım.
Hiçbir şey olmasa bile birkaç münasebetsiz çıkar, o bir dakikalık sessizliği bozar.
Onlar başlayınca geri kalanlar da rahat duramaz ıslıklar, karşılıklı küfürleşmelerle “saygı duruşu” tamamlanır.
Bu hep böyle oluyor. Konya’daki son olay bu nedenle aslında sıradan bir örnek.
Hatta Fanatik’te de yazdığım dönemlerde bu saygı duruşu işinin maçlardan kaldırılmasını da bir not olarak yazmıştım.
Çünkü saygı duruşunu beceremiyoruz, böyle bir kültüre sahip değiliz bari ölülerin ruhuna azap vermeyelim!
Zaten çocukluk yıllarımızın 10 Kasımlarındaki saygı duruşlarında da böyle olurdu.
Birisi kıkırdar, bu bir hastalık gibi bütün sınıfa yayılır, öğretmenin sinirli bakışları altında saygı duruşu tamamlanırdı.
Bunu nasıl açıklamak gerekir bilmiyorum.
Nasıl bir toplumsal ruh durumu buna neden oluyor?
Dünyadaki bütün kültürlerin, bütün dinlerin ortak noktası ölüye saygı iken nasıl oluyor da bizim toplumumuz ölüleri arasında ayrım yapmak konusunda bir rahatsızlık duymuyor?
Yeryüzünün en lanet toplumlarından birine dönüşmüş gibi görünüyoruz.
Ortak sevincimiz olamıyor, bir acıyı ortaklaşa paylaşamıyoruz.
Birinin sevinci, diğerimizin üzüntüsü olabiliyor. Birinin acısı, bir başkasının bayramı!
Bitmek bilmez iğrenç bir yarış içindeyiz, acılarımızı yarıştırıyoruz sanki.
Böyle toplumlar önünde sonunda dağılmaya ve yıkıma mahkûm olurlar.
Bunu değiştirmek için örnek olması gerekenler de ülkenin yöneticileridir.
Ama onlar bile bunca
acıya rağmen bir araya
gelemiyorlarsa Konya’da stadyumu dolduran holiganların o acıyı içlerinde hissedip paylaşması düşünülebilir mi zaten?
Konya’da saygı duruşunu protesto edenlerin sloganı “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” oldu.
PKK’nın saldırılarının ve şehit cenazelerinin arttığı her dönemde stadyumlarda bu sloganı duyduk, duymaya da devam ediyoruz.
Bugün geldiğimiz noktada bu sloganlarla saygı duruşunu bozanlara şunu söylemeliyim:
Şehitler ne yazık ki öldüler ve bu ülkenin insanları bu kafayı değiştirmezse vatanın bölünmesi de kaçınılmaz olacak!
Türkiye’den kaç IŞİD’ci çıkar?
BU soruyu kendi kendime sıkça soruyorum: Türkiye’de kendisini “Müslüman” olarak tanımlayanların ne kadarı IŞİD’in ya da El Kaide’nin, Boko Haram’ın eylemlerine sempati ile bakıyor?
Elbette her ülkede olduğu kadar Türkiye’de de böyle aşırılıkları “normal” görecek fanatikler vardır ama sayılarının da çok olduğunu düşünmüyorum.
Ama sonra şu soruyu soruyorum ve doğrusunu isterseniz verdiğim yanıt beni de hoşnut etmiyor:
Türkiye’deki “aşırı dincilerin” ne kadarı ellerine fırsat geçse El Kaide’nin, IŞİD’in, Boko Haram’ın eylemlerinin benzerlerini gözlerini kırpmadan yapabilir?
Sanıyorum bu soruyu “hepsi” diye yanıtlayabiliriz.
Evet bunların sayıları
belki çok değil ama kendilerine vaat edilen cennete kavuşmak için üzerlerine bomba sarıp insanların içinde patlatabilirler de, başka çılgın eylemlere karışabilirler de.
Onun için böyle bir ülkede güvenlik güçlerinin gözü ve kulağı bu tiplerin ve örgütlendikleri, toplandıkları yerlerin üzerinde olmalıdır ki Ankara’daki, Suruç’taki, Diyarbakır’daki gibi eylemleri engelleyebilmek mümkün olabilsin.
Ama bu yapılmadı artık bunu gayet iyi biliyoruz.
Radikal muhabiri İdris Emen, IŞİD ile Adıyaman arasındaki insan trafiğiyle ilgili ilk haberi 29 Eylül 2013’te yayımladı.
Eğer memleketin emniyet mensupları, İçişleri yöneticileri bunlara “Aşırılıkları olan Müslüman gençler işte” diye sempati ile bakmasalar ve ciddiyetle takip etselerdi, bunca insan ölmeyecekti.
Ve aynı tehlike ortada durmaya devam ediyor.
İnanmış saf gençleri böyle aşırılıklara itecek dini “eğitimi” verenlere dokunul-duğunu, onların takip edilip soruşturulduğunu edense hiç ama hiç duymuyoruz.
Bu her gün olan ‘bir olay’ değil
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, “Her olayda istifa etmek doğru değil” dedi.
Bakın bu konuda Cumhurbaşkanı ile hemfikirim, evet, her olayda istifa etmek doğru değildir, gerekmez de!
Ama sadece ihmal ya da küçük çıkarlar yüzünden mesela 300 maden işçisi toprağın altında kalıp ölüyorsa, birilerinin istifa etmesi gerekir.
Hele o “birisi”, çok yakın zamanda aynı maden ocağına gidip siyasi gösteri de yapmışsa!
Evet her olayda istifa etmek gerekmez ama mesela bir siyasetçinin danışmanı yas tutan vatandaşa tekme-tokat saldırırsa da istifa gerekir.
Böyle bir şey “her olay” gibi sıradan değildir çünkü.
Diyarbakır, Suruç ve Ankara’da, aynı örgüt bombalar patlatabiliyorsa ve üstelik bu bombaları kimin patlatacağı önceden isim isim biliniyorsa ve engellenemiyorsa bu “sıradan” bir durum mu sayılmalıdır?
Bu her gün gerçekleşen bir şey değildir ki “her olaydan biri” olarak nitelensin.
Demokratik ülkelerde böyle büyük olaylardan öncelikle siyasi yöneticiler sorumlu tutulur.
Çünkü yönetme yetkisini halk onlara vermiştir, onlardan doğru insanları seçip ülkeyi düzgün yönetmeleri beklenir. Yanlış adam seçip işi yüzüne gözüne bulaştıran da istifa eder gider.
Ankara Emniyet Müdürü görevden alınmış. Demek ki bu işte hatalı olduğu düşünülüyor. Peki o müdürü bulup Ankara’ya tayin edenin hiç mi sorumluluğu olmaz bu işte?
Yanlış adam seçip tayin etmenin bedelini ödemek, o atamayı yapan siyasetçinin sorumluluğu değil midir?
Paylaş