Yoksa, Fetullahçı kalkışmayı kışkırtan ama başarılı olamayan ABD, yeni bir kuşatmanın peşine mi düştü?
Avrupa Birliği’nin bu işte bir parmağı olabilir mi? Çünkü yöneticilerimize göre 3. havaalanının yapılıyor olması Merkel’i çıldırmanın eşiğine getirdi.
Bu konuda “üst akıl” kime ait acaba?
Kredi notunun düşürülmesinden beri Türkiye’yi yönetenlerin konuşmalarına bakınca bu sorular geliyor aklıma.
“Şu andaki süreç içerisinde normal zamanlarda yapamayacağımız birçok şeyi hamdolsun yapabilme imkÂnına, gücüne sahip olduk. Ne oldu? Biz bunlara araziler verdik, arsalar verdik. Ne diye verdik? Gelin bu ülkede eğitim için okul yapın dedik. Ülkenin ekonomisine katkı olsun diye verdik. Normal şartlarda bunları geri alabilir miydik? Alamazdık. Ama şimdi KHK ve OHAL ile bunların hepsini toparlayarak bu okulları devlete teslim ettik.”
“Bunlara” dediği kişiler Fetullahçılar. Ama biz biliyoruz ki ‘bunlara’ sadece okul yapsınlar diye arsalar verilmedi.
‘Bunlara’ ne istedilerse verildi.
Bunlara mesela İçişleri Bakanlığı verildi. Vali, kaymakam, emniyet müdürü olabilmek, bu bakanlıktaki makamlarda yükselebilmek için Fetullahçı olmak gerekiyordu.
“Üç aylığına veya daha fazla uzatılabilir. Gülen’in adamları her yere gizlice sızmış. Darbecilerin kimliğini belirlemeye ve onları yakalamaya devam edeceğiz.
OHAL’in uzatılması da bu sürece katkı sunacak” dedi.
Oysa Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, olağanüstü hal ilan edildiğinde şöyle diyordu:
“Amacımızı olağanüstü hali mümkün olduğu kadar kısa tutmaktır. İnşallah 3 aya kadar dahi gerek kalmadan, 1–1.5 ay içerisinde işimizi bitirip, atmamız gereken adımları atarak tamamlarız ve Türkiye tamamıyla normale dönmüş olur. Hiçbir başka partiden arkadaşımızın, vatandaşımızın rahatsız olmaması, toplumdaki farklı hayat tarzları, siyasi kanaatler, düşüncelere sahip hiçbir vatandaşımızın rahatsız olmayacağı bir uygulamayı ortaya koymaya çalışacağız. İnşallah 40-45 gün içerisinde bu uygulamanın sona erdirilmesine hep beraber şahit olmayı ümit ediyoruz.”
Seçim, bir demokrasinin olmaz ise olmaz kurallarının başında gelir ve seçimle gelenin, seçimle gitmesi esastır.
Burada şu soru soruluyor doğal olarak: Suç işleyen bir seçilmiş, dönem sonuna kadar görevinin başında kalmaya mı devam edecek?
Hayır, böyle bir durum elbette söz konusu olamaz.
Suç işlediği iddia edilen herkes gibi seçilmiş de yargılanır (milletvekili dokunulmazlığına sahip değilse tabii), suçlu bulunursa cezalandırılır.
Bu da normal bir durum aslında.
Bir imamın kurduğu bir dini tarikat-cemaat, normal olarak önce kendine camilerde yer açar.
Gelişip serpileceği, müritlerini bulacağı doğal zemin camilerden başka bir yer değildir.
Fetullahçı çetenin, ilk günlerinden beri Diyanet İşleri’nde örgütlenmesinin doğal sonucu, en güçlü olduğu yerin de orası olmasıdır.
Hürriyet’in haberine göre “mağdurlar” için üç ayrı plan yapılıyormuş.
Fetullahçı diye kapatılan 140 dernek ve vakıf yeniden açılacakmış, bunu da Vahap Munyar’dan öğrendik.
Yanlış ya da kasıtlı ihbarlarla atılanlar da işe geri dönebileceklermiş.
Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli, yanlışlıkla görevden atılanların aynı yöntemle geri alınacağını söylüyor.
Cumhurbaşkanı bu sözleri söylerken uçakta değildim, onun için sadece gazetelere yansıyan “ortak metin”den yararlandım ve şunu söyleyebilirim ki
Obama’nın bu “istekli” havası, Cumhurbaşkanı’nı da mutlu etmiş.
Obama’nın Rakka konusunda Türkiye ile birlikte yapmak istediği “bir şeyler” ne olabilir?
Çok fazla seçenek yok aslında bu sorunun yanıtını verebilmemiz için.
“Batı ülkelerinin bilhassa sığınmacı sorununda takındıkları güvenlikçi ve ırkçı tavır insanlık adına utanç vericidir” dedi.
Irkçılık, hangi konuda ortaya çıkarsa çıksın, insanlık adına utanç verici bir suçtur, buna kuşku yok.
Milliyetçi–İslamcı söylemleri kolaylıkla ırkçılığa doğru kayan bazı AKP’lilerin Cumhurbaşkanı’nın bu sözünü kulaklarına küpe yapmalarını öneririm.
Ancak Batı’nın, mülteci konusuna “güvenlikçi” bir bakış ile yaklaşmasının neden eleştiri konusu yapıldığını anlayamadım.