Paylaş
Havuz gazetesi de yayınlanan kaydı, TRT’nin ses teknisyenlerine dinletmiş, onlar da kaydın montaj olduğunu açıklamışlar.
Keşke bu sözlere inanabilseydik, ama inanamıyoruz.
Bir tek nedeni var, çünkü bu kaydın gerçekten dürüst bir şekilde, bağımsız yargı tarafından değerlendirilmeyeceğini, bağımsız uzman kuruluşların bu konuyla ilgili raporlarının dikkate alınmayacağını biliyoruz.
Yargı artık Başbakan’ın arka bahçesi oldu, istediği hâkimi ve savcıyı istediği yere tayin edebilir ve istediği kararı bir günde bile çıkarabilir.
Bu nedenle kayıtlar montaj olsa bile halkın en az yarısında bir kuşku kalacak ve Başbakan bu kuşkuyla yaşamak zorunda olacak.
Oysa bağımsız bir yargı olsa, bu olayı kimsede kuşku kalmayacak bir şekilde çözebilirdi.
Söz konusu saatlerde Başbakan ve oğlunun kullandığı telefonların görüşme kayıtlarını incelemek, Başbakan’ın oğlu ile birlikte olduğu söylenen kişilerin cep telefonu sinyallerinin o saatte nereden geldiğine bakıp gerçekten birlikte olup olmadıklarını tespit etmek çok kısa zamanda çözülebilecek bir durumdu.
Bunlar yapılmıyor, yapılmadığı gibi bakan peşin olarak “incelemeyi gerektirmeyecek kadar açık bir montaj”dan söz ediyor.
Belli ki Ankara’daki savcılığın soruşturması şimdiden yönlendiriliyor ve çıkacak sonuca inanmamız bekleniyor.
İşe yarayacak mı derseniz, belli bir kesimde mutlaka işe yarayacaktır.
Ama Türkiye’nin en az yarısıyla, dünyanın geri kalanını ikna edemedikten sonra neye yarar.
Erdoğan’ı her gördüğümüzde kulağımızda “Senin paran var baba” açıklaması yankılanacak, “Sıfırlayın” talimatı çınlayacak.
O kadar para bir evde olabilir mi?
EVLERDEN ayakkabı kutularına doldurulmuş milyon dolarlar çıktığından beri, konuyla ilgili her sohbette bu konuşuluyor: Bir evden o kadar nakit para çıkar mı?
Evet, pek akıl alabilecek şey değil ama çıkıyor işte!
Bakanın oğlunun evindeki boyum büyüklüğündeki yedi çelik kasanın ve para sayma makinesinin de normal düşündüğünüzde bulunmaması gerekiyor ama o da çıktı işte!
Uzun süredir dedikodusu yapılan bir şeydi bu.
Yolsuzluk paralarının evlerde biriktirildiği, ihtiyaç duyulduğunda oradan çıkarılıp kullanıldığı konuşulurdu, ama elle tutulur hale hiç gelmemişti.
Yolsuzluk operasyonundan sonra gördük ki evet, doğruymuş, paralar evlerde biriktiriliyormuş!
Hatta “büyük işlemler için” paranın özel uçaklar ile yurtdışına taşınıp sonra oradan sanki bir yabancı yatırımcıya aitmiş gibi geri getirildiği, bazı Körfez ülkelerinin bu iş için kullanıldığı da söyleniyordu.
Hatırlayacaksınız, son genel seçimden önce bir bakanın özel bir uçak ile İsviçre’ye gittiği, oradan bir bavul dolusu parayla geri döndüğü de yazılmıştı.
Yakında o bakanın da elindeki para dolu çantayla geri dönüşünün fotoğrafları çıkarsa hiç şaşırmayın derim!
Bu nasıl olabiliyor, buna nasıl cesaret edilebiliyor?
Son derece basit bir yanıtı var: İktidar sarhoşluğu!
Bu içkiyle değil, güç ile ilgili ve böyle sınırsız bir güce sahip olduğunu düşünen her iktidar sahibini etkiliyor, sanki bir daha o makamdan hiç uzaklaşmayacakmış gibi davranmasına, kendisinden asla hesap sorulamayacağına inanmasına yol açıyor.
Saddam, Kaddafi, Esad, Yanukoviç, Mübarek’in başına gelenlerden bir farkı yok esasen.
Onlar da iktidarlarının asla bitmeyeceğine, gücü ellerinde tuttukları sürece başlarına hiçbir şey gelmeyeceğine inanıyorlardı ve aklı başında her insanın görebileceği kaçınılmaz sonlarını göremediler.
Güç zehirlenmesi böyle bir şey: İnsanı fütursuzlaştırıyor, asla hesap vermek zorunda kalmayacağını düşündürüyor.
Bir kere bu zehir içinize girdiği zaman da yolsuzluk paraları evlerde de depolanabiliyor, özel uçaklarla yurtdışına da taşınıp gerektiğinde geri getirilebiliyor.
Ne zamana kadar?
Galiba işte o son ana da geldik. Şimdi evlerdeki paraların “sıfırlanma” zamanı!
Cumhurbaşkanı’nın görevi neydi?
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu, Adalet Bakanlığı’nın bir genel müdürlüğüne dönüştürecek kanunu onayladı.
Cumhurbaşkanı, kanunda Anayasa’ya aykırı olduğunu düşündüğü 15 hususun TBMM tarafından dikkate alınarak daha önce düzeltildiğini, bundan sonrasının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesini uygun gördüğünü söylüyor.
Anayasa, Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkilerini tarif ederken en önce şunu söylüyor: Anayasa’nın uygulanmasını sağlamak!
Demek ki Cumhurbaşkanı, kendini bu yetkinlikte görmemiş, meseleyi Anayasa Mahkemesi’nin görüşüp karara bağlamasını istemiş.
Cumhurbaşkanı da hepimiz gibi Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürümeyeceğini, mahkemenin iptal ettiği kanunların yürürlükte kaldığı süre içinde hükmünü icra edeceğini biliyor.
Ve bu kanun öyle bir kanun ki, bir defa atı alanın Üsküdar’ı geçip istediğine nail olmasını sağlıyor.
Ondan sonra Anayasa Mahkemesi iptal etse ne olur, iptal etmese ne olur?
Bu arada hükümet HSYK’da istediğini gerçekleştirmiş olacak, yargı bağımsızlığı sizlere ömür!
Hükümetin, anayasal düzene darbe hevesi yerine getirilmiş olacak. Cumhurbaşkanı, Anayasa’nın uygulanmasını sağlamak ile ilgili görevini böylece yerine getirmiş olmanın huzuru içinde, siyasi ikbalinin ne olacağını bekleyecek.
Tabii Recep Tayyip Erdoğan, onun için neyi uygun görürse ona da razı olacak.
Paylaş