Bir anlamda Pereira için de test maçıydı. Ya kendisi olacaktı ya da başkan Ali Koç’u dinleyip farklı bir 11 ve formasyonla sahaya çıkacaktı. Pereira ikinci seçeneği tercih etti.
Hem Mesut Özil’e yer açtı hem de 4’lü savunmaya dönerek Ali Koç’un Fenerbahçe TV’de yaptığı açıklamaların paralelinde bir kadroyu sahaya sürdü.
Fenerbahçe kaliteli oyunculara sahip kaliteli bir takım. Ama bir takımda kalite yükselirken, oyuncular ile sistem arasında uyum sağlayamıyorsanız sadece kaliteli oyunculara sahip olmakla kalıyorsanız.
Fenerbahçe’nin sorunu tam da buydu. O zaman takım içinde kartlar yeniden dağıtıldı.
Madem formasyonumuz, planımız kazanmaya yetmiyor, o zaman kaliteli oyuncularımızla kazanalım. 13 haftalık çalışma, sistem
baştan sona değişti dün.
iLK YARIDA iNiSiYATiF FENERBAHÇE’DEYDi
İrfan Can da kadrodaydı, Mesut Özil de... Hatta Sosa da... Oyun başlamadan Fenerbahçe adına soru işaretlerim vardı:
Bu yenilgi, bahane üretmenin, hayali düşman yaratıp iktidarı koruma peşinde koşmanın, özeleştiriye karşı aldığı en büyük hezimettir. Siz her kayıp sonrası kamera karşısına geçip:
· Bizi şampiyon yapmayacaklar...
· TFF’de bir yapı var önümüzü kesiyor...
· Bu hakemler yenilginin en büyük nedeni... Açıklamalarını yapar, en küçük bir eleştiriyi dahi sizin iktidarınıza yönelik bir tehdit olarak yorumlar ve taraftara bunu satarsanız, futbol takımının duygularını ve özgüvenini yerlebir edersiniz. Ve bu sonu kendi ellerinizle hazırlamış olursunuz.
VITOR PEREiRA KONUŞMALIYDI
Fenerbahçe için aslında Konya maçı da, Alanya maçı da Trabzonspor yenilgisinden sonra zaten kaybedilmişti. Nasıl mı? Anlatayım... Jose Mourinho, Real Madrid’in başındayken 5-0 kaybedilen bir Barcelona maçı sonrası ne hissettiğini soranlara şöyle yanıt veriyordu:
· “Hemen yarın bir maç olsun istiyorum. Bu yenilgiyi unutmak için.” Fenerbahçe böyle bir duygudan, böyle bir sorumluluktan kaçtı. Böyle bir özeleştiri becerisi gösteremedi. Bir yenilgi sonrası futbolcularına seslenmesi gereken Pereira’ydı. Onlar takım halinde yalnız kalmalı ve çıkış yolunu birlikte bulmalılardı. Oysa tam tersi oldu.
BAHANE HAZIR NASIL OLSA!
Eskilerin anlamaya çalıştığı dünya çok basitti. Artık dünyayı bekleyen su kıtlığından, Çin’in dijital emperyalizmine kadar milyonlarca şeyi bilmek gerekiyor. Dünya anlaşılabilirliğini kaybediyor.
Bu sözleri nerede okudun hatırlamıyorum, ama tıpkı dünya gibi futbolda anlaşılabilirliğini kaybediyor.
Bir takımın neden kazandığını ya da kaybettiğini sadece saha içinde oynanan futbola ya da oynayan futbolculara bakarak açıklama dönemi artık eskide kaldı.
ÖZKÖK’ÜN DEDİĞi GiBi
Çok derin daha analizlere ve yönetim modellerine odaklanmanız gerekiyor. Trabzonspor-Fenerbahçe maçını ben bu gözle izledim.
Kazanan aslında bir futbol takımından daha çok sevgili Ertuğrul Özkök’ün deyimiyle “Boss management”ti. Yani patron yönetimi.
ÖZGÜR TAKIMLAR
Trabzonspor ve Fenerbahçe’yi bu sezon öne çıkaran en önemli unsur buydu. İki teknik adam da bu iki camia da her daim eli takımın üstünde olan başkan modelini revize ettiler.
- Egodan arınmış, iktidarını paylaşmaya hazır. Kibirden eser yok, iletişime ve öğrenmeye açık. sınırlarını belirlemiş. kesinlikle iktidar delisi biri değil.
- ‘Ben hatalarımdan besleniyorum ve onlardan ders alıyorum. Çalıştırdığım ilk takımı küme düşürdüm’ diyecek kadar samimi ve özgüveni yüksek.
- Sadece yeşil saha onun. Prim vs. gibi işlere bakmıyor. Kalemi kâğıdı eline alıp hangi futbolcuya, ne kadar prim verileceğini belirleyen teknik direktörlerden değil.
Açık söyleyeyim; A Milli Takım Teknik Direktörlüğü için Stefan Kuntz ismi gündeme geldiğinde burun kıvırmıştım. Çünkü ben her türlü eleştiriyi göğüsleyebilecek bir kariyerin ve ismin milli takımının başına getirilmesini istiyordum.
Ve Kuntz ‘bana göre’ bu özellikleri taşımıyordu.
Ama yanıldım. Hem de fena halde yanıldım.
Nasıl yanıldığımı da gelin size anlatayım...
1- iKTiDARI PAYLAŞMA GiBi BiR SORUNU YOK
Birinci yazı: Stefan Kuntz’a da iyi bir ders oldu. Eski bir arkadaşa yaptığı şakanın ardından neye uğradığını şaşırmış olmalı. Böylece artık buranın o kadar neşeli bir yer olmadığını görmüştür. Yeni Türkiye’ye hoş geldiniz Herr Kuntz. Lütfen biraz ciddi olur musunuz?
İkinci yazı: Sergen Yalçın burada yalnızca gizli özne. Gerçek özne ise biziz; buralı olma hâlimiz. Her ânımız gergin, asık suratlı, öfkeli ve tetikte geçiyor. Hiçbir şeyin tadını çıkaramıyoruz. Birinin kahkahası bile sinirimizi bozmaya yetiyor. Çünkü biz gülemiyoruz.
Yukarıdaki satırları sosyal medyadan aldım. Sevgili Onur Özgen, Beşiktaş-Adana Demirspor maçından hemen sonra paylaştı. Ve çok takdir ettiğim hatta hayranı olduğum Sergen Yalçın adına üzüldüm.
TEK CÜMLE İLE ESPRİLİ BİR YANIT VEREBİLİRDİ
Ne yaptı Balotelli! Golü attı ve Sergen Yalçın’a dönerek “Benim beynim var” işareti. Bunun futbol sahalarında alışılmadık bir hareket olduğunu biliyorum. Ama İtalyan oyuncunun ahlak kurallarını hiçe sayıp terbiyesiz bir hareket yaptığını da düşünmüyorum.
Tam aksine... Sergen Yalçın gibi akıllı, zeki ve sempatik bir futbol figürünün bu nefis pası gole dönüştüremediğini düşünüyorum. Tek bir cümle ile Balotelli’ye esprili bir yanıt verebilir, Türkiye’nin ezberini bozup, hâlâ neşeli bir ülke olduğumuzu gösterebilirdi.
HEPİMİZ KAHKAHALARLA GÜLÜYOR OLABİLİRDİK
“Nasıl bir espri yapabilirdi ki?” diye sormayın. O, Sergen Yalçın gibi kıvrak zekalı futbol adamlarının işi.
Eğer büyük bir takımsanız öncelikle sahada taktik olarak çok güçlü olmanız lazım. Aynı zamanda teknik olarak da güçlü olmalı ve iyi bir oyun planına sahip olmalısınız. Bunlar olmadan başarının gelmeyeceğini düşünüyorum, ama bunları ne kadar iyi yaparsanız yapın coşku ve duygu gibi eklemeleri yapamazsınız başarılı olamayacağınızı düşünüyorum. Yani ben akıl ve duyguyu aynı potaya koyanlardanım. Sadece, ‘Hadi aslanlarım, çıkın oynayın!’ diyenlerden de değilim.”
Geçtiğimiz haftalarda Alanyaspor teknik direktörlüğünden ayrılan Çağdaş Atan’ın bu sezon başında verdiği röportajdan bir bölüm okudum size.
· Galatasaray rakibinden taktik olarak güçlü müydü? HAYIR.
· Ya teknik olarak? Yine HAYIR.
· İyi bir oyun planı mı vardı? HAYIR. Peki bu maçı nasıl kazanacaktı? Aslanım, kaplanımla mı?
BÜTÜN SUÇ OYUNCULARDA DEĞiL
Bırakın bu oyuncu kalitesi ve yeteneğini, büyük takımda oynama duygu ve karakterini taşıyan kaç oyuncu vardı?
Bakın bütün suçu oyuncu grubuna atmıyorum. Ben bir teknik adam değilim. Sadece gördüğünü yorumlayan bir futbolseverim. Galatasaray’da ciddi problemler var. Ve Fatih Terim’in varlığı bile bu sorunların çözümü için yeterli olmuyor.
Hatırlıyorum yıllar önce bir Boluspor deplasmanı. Eylül ayının ortaları, hava İstanbul’da çok sıcak. Maçın oynanacağı gün sabah 04.30 gibi Bolu’ya geldik. Hava buz gibiydi ve şehrin her sokağında Fenerbahçeli taraftarların ısınmak için yaktığı ateşler ışıldıyordu.
Binlerce taraftar bir şehri sabahın ilk ışıklarıyla uyandırıyor futbolun o uslanmaz yaramazlığını tezahüratlarıyla sokaklara taşıyordu. Benzer görüntüleri yaşama heyecanıyla İzmir’e ayak bastım. Ama o eski coşkunun zerresi yoktu. Kordon’da 3-5 Fenerbahçe ve Altay formalı taraftar, hepsi o kadar. Sonrası tam bir sessizlik. Biliyorum deplasman yasağı var. Ama yine de içimden “Kahrolsun Covid -19” demeden edemedim.
İKİ FARKLI KARAKTERİN MAÇI
Maça gelince... İki takımdan önce iki faklı karakterin maçı diye baktım önce. Bir yanda “Winner (kazanan) bir hoca değil” diye tanımlanan Pereria. Pek çok farklı ülkede çalışmanın verdiği tecrübe ile yeni kültürlere uyum sağlayan, pragmatik bir karakter. Bu yanı ile Fenerbahçe gibi kaotik bir yapıda sorun çözücü olarak görev almış.
Sağlam bir takım savunması ilk önceliği. Ve Allah var, bunu da (3’lü savunması eleştiriliyor ama) son derece başarılı bir şekilde hayata geçirmiş. Eksikleri yok mu? Tabii ki var. Özellikle ‘yıldız yönetimi’ konusunda eleştiri alıyor. Fenerbahçe’deki ilk döneminde yaşadığı sıkıntıların başında bu özelliği geliyordu.
Diğer yanda ise Mustafa Denizli... Yıldız yönetimi konusunda Pereria ile tamamen farklı düşüncelere sahip. O, futbolun yıldızlarla, olağanüstü yeteneklerle güzelleştiğine inanıyor. Sahada o yıldızlara verdiği özgürlüklerle büyüyor, büyülüyor. Sezon başında aldığı sonuçlarla birlikte Altay ile yeni bir meydan okumaya hazırlanıyor.
İki başarılı teknik adamın takımlarını bu gözle izlemeye çalıştım. Şunu gördüm:
1)
Galiba 2020’de sporda, hem de bugüne kadar farkında olmadığımız müthiş bir değişim yaşadık. Uluslararası alanda, olimpiyatlarda, dünya şampiyonalarında sadece kaba kuvvete dayalı (Güreş gibi... Hayır haksızlık etmiyorum. Böyle düşünüyorum.) sporlarda varlığını sürdürebilen Türk sporu ve sporcusunun değişimi. Estetik ve atletik sporlara yatkınlığı sorgulanan, hatta ‘yeteneksiz’ diye damgalanan genetik yapımıza bir başkaldırıya dönüştü Tokyo 2020 Olimpiyat Oyunları. Türkler artık, ‘Olimpiyat’ denince akla gelen Yüzme, jimnastik ve atletizm gibi 3 ana dalda da boy gösteriyorlar.
6 BRANŞA SIKIŞMIŞ KISIR DÖNGÜ OKÇULUKLA YERLE BİR EDİLDİ
Güreş, boks, judo, tekvando, halter ve atletizm dışında olimpiyatlarda madalyamız yoktu. Bu 6 spor dalı arasına sıkışmış, zinciri bir türlü kıramayan Türk sporu planlı bir çalışmanın sonucu okçulukla bu kısır döngüyü yerle bir etti.Yandaki sütunlarda Mete Gazoz’un şampiyonluk hikayesi var. Hedefe ulaşmanın nasıl bir çalışma gerektiğinin, kariyer planlamasının, güzel sanatlardan faydalanmanın, en güzel örneklerinden biri Mete Gazoz’un hikayesi. “Amerika’da her yıl 10 bin çocuk, olimpiyat şampiyonu olmak için spora başlar” derdi nur içinde yatsın Cüneyt E. Koryürek. Ve kazanmanın hayal kurmak ile ilgili olduğunu söylerdi
HAYAL KURDUK, HEDEF KOYDUK, İMKAN SAĞLADIK, PLANLADIK...
Şimdi dikkat edin, bugün sporcu sayısı 120 bini aşmış durumda. Yani Türkiye’de artık 120 bin cimnastikçimiz var. Bu sporcuların 25 bini yarışıyor artık. Sporcularımızın sağlığından, eğitimine kadar her adımları planlanıyor. Ve her yıl bu planlar gözden geçirilip, revize ediliyor. Ve bakanlıktan da büyük destek alınıyor. Sonuç 7 final. Ama Çelen’e göre bu bir başlangıç. · 2024 Paris’i bekleyin. Orada takım halinde yarışıp kürsüyü çıkacağız ve Ruslar’ı geçeceğiz. Bu gerçekleşmeden başarılı sayılmayız.
EBRU ŞAŞMA ZOR OLANI BAŞARDI VE TOKYO'DA FİNALE YÜKSELDİ
Sırıkla atlama, atletizmin en zor, en teknik branşlarından biridir. Ve işin doğrusu Türkler’in bugüne kadar hiç boy göstermediği bir alandı. Ellerinde 5 metre uzunluğunda, 2 kilogram ağırlığında fiberglas bir sırıkla mücadele verir sporcular. 45 metrelik bir piste koşarak sırığı atlama çukuruna saplarlar ve akrobatik bir hareketle yüksekliği geçmeye çalışırlar. Bu branş için, iyi bir koşucu, iyi bir atlet, iyi bir yetenek olmanın dışında ritim duygunuzun da çok gelişmiş olması gerekir. Ersu Şaşma, bu teknik branşta zor olanı başardı ve Tokyo’da finale yükseld
19 OCAK'TA ANTRENÖRÜNÜ KAYBETTİ, TOKYO'YA HOCASI OLMADAN GELDİ