Başbakan’ın dünkü gurup toplantısı, bir gece önce de, Davutoğlu’nun CNN TÜRK’te Taha Akyol ile söyleşisi, Türkiye’nin Libya politikasının, bundan sonraki yaklaşımının ne olacağını ortaya koydu.
İlk başlarda biraz inişli çıkışlı, hatta çelişkili görünen yaklaşım artık geride kaldı. Anlaşılan Ankara geçmişi bir yana bırakmış ve bundan sonrasına bakıyor.
Gelinilen bu noktada, önemli ilkeler ön plana çıkarılıyor:
- Türkiye, Libya’da silah kullanan taraf olmayacaktır.
- Türkiye, bölgeye askeri müdahalelerin artık bitmesi gerekliliğini savunur.
Batı dünyasının attığı bu adımı ben, züccaciyeci dükkanına giren file benzetiyorum. 1980'de de aynı senaryo denenmiş ve sonunda daha da güçlü bir Kaddafi yaratılmıştı.
Eğer biri tarafından öldürülmezse, hava müdahalesi Kaddafi'yi devirmeye yetmeyebilir. İşte o zaman da, bölgenin başına çok daha büyük bir sorun olacaktır.
Batıyı müdahaleye zorlayan Suudi Arabistan başta olmak üzere, son saldırı bölgedeki tüm değişim sancılarını ve kargaşayı daha da yaygınlaştıracaktır.
Batı, Libya'yı işgal edemez. Bunu yapamadığı sürece de, Kaddafi, kendini mağdur konumuna sokacak, Hıristiyan dünyasının, İslam'ı vurduğunu söyleyecek ve destek sağlamaya çalışacak.
Doğrusu BM’nin bu kadar çabuk bir karar alabilineceği sanılmıyordu. Hiç değilse 1-2 hafta daha ayak sürüneceği, iç pazarlıklar yapılacağı tahmin ediliyordu. Bu arada da, Kaddafi ayaklanmaların tümünü bastırmış olacak ve işleri rayına sokacaktı. Uluslararası kamuoyu dikkati Japonya’daki nükleer felakete çevrildiğinden dolayı, Libya lideri mutfağını temizleyebilecekti.
Hesaplar pek tutmamışa benziyor.
BM Güvenlik Konseyi’nin kararı, şu aşamada çok ısırıcı veya zorlayıcı değil. Kaddafi yönetiminin sonunu da hemen getirmeyecek, ancak bundan sonrasını çok zorlaştıracak.
Şu an Kaddafi duruma hakim.
Benim gibilerine “delirmişiniz”, diyebilirsiniz.
Kendi kendimize acı çektirmekten zevk mi alıyoruz?
Hayır, bence cesur birer GS' liyseniz bu akşam tribünleri dolduralım.
Eğer biraz korkak bir Galatasaray taraftarı iseniz, o zaman bu gece mutlaka evinizde kalın.
Yan gözle ve sinir içinde, televizyonunuzu izleyin.
Baktınız olmuyor, hemen kapatın ve bildiğiniz tüm kötü kelimeleri sıralayıp, kulübün yönetimine ve futbolcularına etmediğiniz lafı bırakmayın.
Başbakan salı günü Moskova’ya hareket etmek üzereyken, nükleer santraller konusunda yaptığı karşılaştırmaya eminim sonradan pişman olmuştur. Belli ki, o sıralarda başka şeyler düşünürken, birden bire çıkan soruya verdiği yanıt, temelden yanlış bir örneklemeler dizisine dönüştü.
Bir nükleer santralin ortaya çıkardığı tehlikeleri, gaz tüpü veya doğal gaz kullanılmasıyla karşılaştırılmasının imkansızlığını, yıllarca İstanbul’u, son sekiz yıldır da Türkiye’yi yöneten Başbakan çok iyi bilir. Nitekim, Moskova’ya varır varmaz, Medvedev’den güvence istediğini açıklayarak, durumun karmaşıklığını gösterdi.
Şimdi, asıl gelelim olayın başka bir yönüne.
Dünya, Japonya’daki nükleer santraldeki kazadan dolayı titriyor.
İbrahim Tatlıses’i kimilerimiz, hoyrat, kadın döven, biraz maganda, şarkı söyleyen biri gibi görürüz. Oysa yakından baktığınızda, bu insan kadar, Türk toplumunun karışımını böylesine iyi gösteren bir başkasına rastlayamazsınız.
Beni, hayatım boyunca en etkilemiş sözlerinden biri, neden okuyamadığını anlatırken “Urfa’da sanki Oxford vardı da biz mi gitmedik?” demesiydi.
Urfa’da fakirliğin en alt noktasından çıkıp, bugünlere gelmiş bir kişilik.
Biraz Arap, biraz Kürt ve bütün bunların üstüne oturtulan bir Türk kimliği.
Medya, CHP'ye çok kötülük ediyor.
Hepimiz, bu ülke demokrasisinin işlemesi açısından, temel sorunun Ak Parti değil, doğru dürüst görevini yapmayan bir muhalefet olduğunu yazıp çiziyoruz. Sonra da dönüp, ters ters Kılıçdaroğlu'na bakıp, partiyi neden evirip çeviremediğini sorguluyoruz.
Konuşmaların sonu da hep aynı cümleyle bitiyor:
"Yok kardeşim olmuyor ..."
Japonya’ daki felaketi canlı seyrettiniz mi?
Muthiş resimlerdi. İnsan, gördüklerine inanamıyor.
Bir süre sonra, ben de sizin gibi aynı soruları sormaya başladım.
“...İstanbul topun ucunda. Belki Japonya’daki gibi bir tsunami ile karşılaşmayabiliriz, ancak orta boy bir deprem dahi herşeyi mahvetmeye yetecek...”