Yanılmışım, TSK değişime pek niyetli değilmiş…

Org. Koşaner’in Türk Silahlı Kuvvetleri’nin genel tutumu konusunda, son derece önemli bir ince ayar yaptığını ve gerekmedikçe kimseleri konuşturmadığını yazdığım gün, TSK’dan yargıyı eleştiren sert bir açıklama geldi. Demek ki, ya ben yanlış nabız tutmuşum ya da Genelkurmay’ın böyle bir tepki göstermesinin altında farklı ve önemli nedenler var...

Haberin Devamı

Bir gazeteci için herhalde en rahatsız edici şey, bir durum tespiti yaptığınız gün, ileri sürdüğünüz görüşün tam tersine bir gelişmeyle karşılaşmaktır.

Bu tip yol kazaları herkesin başına gelebilir. Başkası olursa, pek aldırmaz ve “iyi okuyamamış” diye hafif alaycı şekilde yorumlarsınız. Ancak sizin başınıza gelince, kıpkırmızı “ben nerede, ne hata ettim?” diye sorarsınız.

Ben de bu durumdayım.          

Önceki gün, Org. Koşaner’in TSK’nın genel yaklaşımında son derece önemli bir ince ayar yaptığını, yeni bir çalışma düzeni kurduğunu yazmıştım. Ne kendi konuşuyor, ne de komutanlarını konuşturuyor, siyasi konularda açıklamalar yaptırmıyordu. Böylece, TSK ile sivil iktidar arasındaki eski gerilimlerin geride bırakılmak istendiğine dikkat çekmiştim. Tabii ki, bunlar benim dışardan yaptığım gözlemlerdi.
      
Aynı gün Genelkurmay, yargıyı karşısına alarak “Bu yargıya herşeyi anlattık, hala askerlerimizi tutuklu tutuyor” diye, tepeden bakan, “sizin ne haddinize” anlamına gelecek zehir zemberek bir açıklama yaptı.         

Neden?          

Ne gerek vardı?          

Haberin Devamı

Benim gözlemlerim mi yanlıştı, yoksa işin arka planında bambaşka dinamikler mi rol oynamıştı?          

Bunu ortaya çıkarabilmek imkansız.          

Genelkurmay’ın böyle bir çıkışa neden gerek gördüğünü anlamak gerçekten zor.          

Zor olmayan ise, dışardan bakıp, hemen kolaya kaçmak ve TSK’nın kolay kolay eski alışkanlıklarından vazgeçmek niyetinde olmadığı sonucuna varmaktır.

Ben hala eski görüşümdeyim...           

Org. Koşaner’ in bu ince ayarı sürdüreceğine inanıyorum.

KADDAFİ’Yİ  İKNA ETMEK ÇOK ZOR OLACAK ...          

Başbakan Erdoğan’ın önceki gün açıkladığı Libya planının işlemesi çok güç görünüyor. Ankara, besbelli bir ön almak ve sahayı Fransızlara bırakmamak için inisiyatifi elinde tutmak istiyor.          

İyi de, bu girişimden bir sonuç çıkabilir mi?          

Daha şimdiden, kimselere yaranamaz durumdayız.          

Herşeyin başında Kaddafi’nin iyi niyetine bağlı bir girişim. Daha da önemlisi, durumunu gerçekçi şekilde değerlendirmeye gönlü olmayan bir liderle karşı karşıyayız.          

Haberin Devamı

Öte yandan, direnişçiler hemen ayaklanıverdiler.          

Türkiye’yi, Kaddafi’yi iktidarda tutmak istemekle suçluyorlar.          

Fransızlar da geri kalmıyor ve Türk inisiyatifini torpillemek için ellerinden geleni yapıyorlar.          

Ankara, hiçbir şey yapmadan seyirci kalamazdı. Böyle bir adım atılmasında da sakınca yok, ancak çok büyük beklentilere girmemek gerekir.

12 EYLÜL, DAVALARIN ANASI OLMALI... 

Türkiye’deki darbelerin yargıya taşındığı şu süreçte, herhalde en önemlisi, 12 Eylül davası olacaktır.          

Davaların anası sayılacaktır.          

Tabii yine aynı noktaya geri geliyoruz.          

Ergenekon’da olduğu gibi, acaba dava giderek genişletilecek ve gerçek hedefinden şaşma tehlikesine düşülecek mi?          

Haberin Devamı

Hukuki uygulamalara duyarlık gösterilecek mi?          

Eğer 12 Eylül davası da, diğerleri gibi vicdanları rahatsız edecek noktalara taşınırsa, günün birinde darbecileri omuzlarda taşınırken görebiliriz.

Şimdiden bu noktalara dikkat edilmesini ve bu defa düzgün bir yargı sürecini yaşamak istiyoruz.          

12 Eylül davası çok sembolik olacaktır.           

Türkiye’de darbelere karşı, gerçek bir devrimi yerleştirebilir veya herşeyi mahvedebilir.          

Bu defa yargı mensuplarından daha bir başka duyarlık bekliyoruz.

ANDIMIZA, HANGİ ÇOCUK İNANIR ACABA? 

Ben de çocukluğumda yaptım, hala da devam ediyor.          

Sabahın köründe, uygun adım sıraya girilir.          

Haberin Devamı

Hoca kürsüye çıkar ve sert bir sesle "Dikkaat.. Hazırol.." diye komut verir. Hepimiz tarafından da, tam bir askeri disiplin içinde aynı cümleler tekrarlanır.           

"...Türküm, doğruyum, çalışkanım..." diye başlar ve "...Varlığım, Türk varlığına armağan olsun..." diye biter.          

Ben bu andın ne içeriğinin, ne de sözlerinin ciddiye alındığına inanıyorum.           

Bin yıl önce, bizler bile kendi aramızda kıkırdaşırdık...          

Çalışkanım!          

Doğruyum!          

Bu and konusunda neden bu kadar tutkuluyuz, anlıyamıyorum.          

Kürtlerin itirazlarını da haklı buluyorum...

ÖZİNCE, BU ÜLKENİN BİR KURUMUYDU... 

Ersin Özince, 13 yıldır Türkiye bankalarının amiral gemisi sayılan İş Bankası’nı ve Bankalar Birliği’ni yöneten bir isim.          

Haberin Devamı

Bankacılık başarılarını bir yana bırakalım, bunca süredir, kendi içinde entrikaların hiç eksik olmadığı bu görevlerde kalması, başlı başına büyük bir başarıdır. İş Bankası’nı devleştirdiği gibi, her kafadan farklı bir sesin çıktığı Bankalar Birliği’ne dahi çeki düzen verebildi.          

Hiçbir zaman, bir banka genel müdürü gibi davranmadı. Temsil ettiği kurumlara öncelik verdi.

Özince'nin asıl en önemli yanı, kamuoyuna yönelik konuşmaları ve ortaya koyduğu vizyondu. Hiçbir zaman boş konuştuğunu, şirinlik yaptığını görmedim. Daima sağduyulu, daima kurumuna sahip çıkan, daima ileriye bakmasını bilen, küçük politikalara hiç girmeyen, gerektiğinde de doğruları söylemekten hiç çekinmeyen bir kişilik sergiledi.          

Özince, kendi başına bu ülkenin bir kişisel Kurumu konumundaydı.          

Ayrılışı da çok tutarlı oldu.

Kendi kararını kendi aldı, siyasetçinin iki dudağının arasında kalmadı. 

Bankacılar, özlenecek, sağduyulu bir yöneticiyi kaybettiler.

MİLLİ EĞİTİM’İN BAŞKA İŞİ Mİ KALMADI? 

“Çanakkale Savaşları, gökten saf saf inen sakallı, sarıklı, yeşil cüppeli ‘ruhanî varlıklar’ tarafından kazanılmadı. Çanakkale Savaşları, aniden bastıran sisler; 3’ler, 7’ler, 40’lar nedeniyle de kazanılmadı. Çanakkale Savaşları ‘dinlerin savaşıdır’ diyenler ne büyük hata içindedirler…Birlikte görmedik mi İngiliz mezarlıklarındaki Müslüman İngiliz askerlerinin isimlerini?  Çanakkale dinlerin savaştığı yer değildir. Devletini ve başkentini kurtarmaya çalışan Türkler’in, emperyalist batıyla yüz yüze geldiği yerdir. …” 

Okuduğunuz cümleler, geçtiğimiz 18 Mart’ta, Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünde, İstanbul (Erkek) Lisesi Tarih Öğretmeni Gül Yayla’nın yaptığı konuşmanın bir bölümü. 

Ben tamamını okudum. 

Her satırının altına da imzamı atarım.  

Ama belli ki, o salonda bulunan birileri, bu sözlerden rahatsız olmuş. Yememiş içmemiş sözleri AKİT  gazetesine çarpıtıp aktartmış. 

Milli Eğitim Bakanlığı da, öğretmen hakkında inceleme başlatmış. 

Ayıp değil mi? 

Eğer o müthiş zaferin sahibi, gerçekten  “Çanakkale Geçilmez” sözünü tarihe kanıyla yazan Mehmetçik değil de bir takım ruhani varlıklarsa, biz de bilelim... 

Milli Eğitim Bakanlığı’na sesleniyorum: 

Bu  garabete bir son verin lütfen.  

O öğretmen hakkında inceleme, soruşturma yapacağınıza, bu saçma sapan ihbarı yapanı bulun, onun yakasına yapışın… 

Yoksa, İstanbul Lisesi’nin Çanakkale’de şehit düşen 50 öğrencisinin ruhları sizi çarpar…

Maazallah…

YAŞAMDAN ALINTILAR  

Özer Yelçe'nin son kitabı “Yaşamdan Alıntılar” Kitap Yayınevi'den çıktı. Yaşamdan Alıntılar, diğer kitaplarından farklı. Yelçe'nin bu son çalışması, çoğunlukla Gelibolu ve Anadolu gezilerinde çektiği fotoğraflardan oluşuyor. Yelçe, aslında fotoğraf sanatçısı değil, bir gazeteci.  Ama çektiği fotoğrafları çok beğendim. Her biri çok özel. Yelçe'nin çalışmalarının doğallıktan yana olduğu da gözden kaçmıyor. Özer Yelçe’yi bizim kuşağımız çok iyi tanır. Haberleri, yazıları, radyo pragramlarıyla, kendine özgü nefis bir espri yeteneğiyle hayatımızı  renklendirmiş bir gazetecidir. Resimlerine baktığımızda, bu sevecenliği ve rengi hemen görüyorsunuz. Tavsiye ederim. Mutlaka bi kitabı edinin. (www.kitapyayinevi.com)

Yazarın Tüm Yazıları