Paylaş
Bursalılar hiç şikayet etmesinler.
Federasyon çok sert bir ceza verdi. Ancak, son derece haklı. Kalkıp, “biz Beşiktaşlı seyirci istemiyoruz” diye ayaklanıp, bir kenti birbirine sokmaya ve bir maçı oynanamaz hale sokmaya hiç hakları yoktu.
Ben Bursaspor taraftarlarını çok daha bilinçli ve mantıklı bir gurup olarak tanımıştım.
Yanılmışım...
Böylesine pırıl pırıl bir takımı mahvetmeye hiç hakları yoktu. Bundan dolayı, şimdi Federasyon’dan şikayet etmemeliler.
Bu karar, tüm kulüp yöneticilerinin kulağına küpe olmalı. Bir daha böyle durumlarla karşı karşıya kalındığında alacakları cezanın ağırlı belli.
Taraftar da sorumluluğunu bilmeli.
Takımını sadece alkışlamak yetmiyor. O’na sahip çıkmak, kendi içindeki magandaları kontrol altında tutmak da gerekiyor.
Bursaspor taraftarı sınıfta kaldı ve ne yazık ki, en büyük zararı da kendi takımına verdi.
ÇOK FARKLI BİR AMERİKALI...
32.GÜN’de Amerika’nın Ankara Büyükeçlisi Francis J. Ricciardone’i konuk ettim. İzleyenler herhalde şaşırmışlardır. Ne kadar akıcı ve doğru bir Türkçe konuşuyor değil mi?
Aslında, benimle çok daha açık konuşacağını sanmıştım, yanılmışım. Büyükelçilik yanı ağır bastı. Başbakan ile yeterince gerilimli bir ilişkisi olmuş ki, yeni sorunlar yaratmamaya özen gösterdi. Tabii o zaman da, seyircinin beklediği kadar renkli bir söyleşi çıkmadı.
Buna rağmen, daha önceki Büyükelçilere göre, çok farklı bir portre ile karşı karşıya kaldık.
Her ne kadar söyleşide dikkatli davranmış olsa da, gerektiğinde sözünü esirgemeyecek bir diplomat olduğunu gösterdi. Özellikle “Cami duvarına işediniz mi?” sorusuna verdiği yanıt çok hoştu. Türkiye’yi ve Türkçeyi bu kadar iyi bilen bir Büyükelçi ile çalışmak herhalde avantajlı olmalı...
HAYATİ YAZICI BÖYLE BİR E-MAİL YAZMAZ...
Hayati Yazıcı ile birkaç defa ayaküstü konuşmanın dışında tanışıklığım yoktur. Ancak bu kadarıyla dahi, Yazıcı’nın ileri sürüldüğü gibi, olmayan yeğeni için torpil isteyecek kadar basit bir kişi olmadığını düşünüyorum. Olmaz ya, böyle bir isteği olsa dahi e-mail yazacağına, bu işi telefonda halledecek kadar zeki bir kişiliği var.
Basın toplantısında inandırıcıydı, ancak e-mailin varlığını duyunca hemen savcıya başvurmamasını yeterince anlatamadı. CHP lideri üstüne gitmese, herhalde kimsenin haberi olmayacaktı.
CHP şimdi bizi ikna edecek şekilde iddialarını netleştirmeli ve suçlamalarını ispatlamalı.
Bu kısır döngü artık bıkkınlık getiriyor, ancak ne yapalım 12 Haziran’a kadar bu tatsızlığa katlanmak zorundayız.
ALİ DEMİR, HERHALDE BİN PİŞMANDIR (!)
Kendinizi Prof. Ali Demir’in yerine koyun ve başınıza gelenleri bir düşünün...
Ne güzel, şimdiye kadar İstanbul Teknik Üniversitesi Tekstil Mühendisliği Ana Bilim Dalı öğretim üyeliği gibi rahat ettiğiniz, kimselerin karışmadığı bir işiniz vardı. Akşam evinize gider, ailenizle mutlu bir hayat yaşardınız.
Günün birinde, kapınızı birileri çaldı ve “Seni ÖSYM Başkanı yapıyoruz” deyiverdi. Yüksek deneyimlerinizden dolayı atanmadığınızı, sırf “bizden biri olsun” diye seçildiğinizi bilmenize rağmen sevindiniz, hatta havalara sıçradınız. Dünyanız değişti, o ana kadar pek tanınmazken, Türkiye sizinle tanıştı.
Ancak bu balayı çok kısa sürdü. Artık, sizden mi kaynaklandı, yoksa bir şanssızlıklar dizisi sonucu mu ortaya çıktı bilemiyorum, dünya adeta başınıza yıkıldı.
Skandal üstüne skandal...
Birini düzelteyim derken, bir başkası patladı. Resmen dağıldınız ve kontrolü kaybettiniz. Seçimler yakın olmasa, Başbakan’ın sizi çoktan değiştireceğini bilerek, istifa edeceğiniz günü sayar oldunuz. Bunlar yetmiyormuş gibi, şimdi bir de hakkınızda soruşturma isteniyor. Bu işler hiç belli olmaz, öyle bir yargıca rastlarsınız ki, sonunda kendinizi yıllarca tutuklu bekleyenlerin arasında dahi bulabilirsiniz...
Prof. Ali Demir, bugünlerde herhalde ÖSYM Başkanlığı’nı kabul ettiği için binbir defa pişmandır. “Keşke reddetseydim” diyordur.
Zavallıcık, nasıl olmasın ki...
İstifa edecek, patronları “aman seçim sonrasını bekle” diyor. Her devam ettiği gün ise, medyadan dayak yiyor.
Neyse, az kaldı.
O da bu işkenceden kurtulacak.
BEN OYUMU, ÜNAL AYSAL’A VERECEĞİM...
Ben de GS’nin 7 bin kongre delegesinden biriyim ve bugün 7 bin kişi gibi Lise’de oyumu kullanacağım.
Günlerden beri, hangi adayı tercih ettiğim soruluyor. Arkadaşlarım olsun, GS’li okurlarım olsun, Helvacı mı, Kıran mı, yoksa Aysal mı diye, mail yağmuruna tuttular.
Saklamaya hiç gerek yok.
Ben oyumu Ünal Aysal’a vereceğim.
Bunun da birkaç nedeni var.
En başında gelen nedeni, eğer Aysal bugün böylesine sorunlu ve rahat başını derde sokacak bir işe giriyorsa, yıllardan beri başının etini yiyen bir kişi olarak, kendimi sorumlu görmemdir. Aysal’ı 30 yılı aşkındır tanırım ve yeteneklerini bilirim. Yönetim gücünü, etrafındakileri organize etme ve en iyilerini seçme konusundaki yeteneklerini bizzat gözlemişimdir. Bundan dolayı da, günün birinde görev gerektirirse, reddetmemesi gerektiğini söylemişimdir.
Diğer bir nedeni, Galatasaray’ı baştan sona reforme edecek ve bunu da büyük bir cesaretle yapabilecek başkasını göremememdir.
Ünal Aysal bu göreve gelmek için çaba harcamamış, zorla sokulmuştur. Ne paraya, ne de ekstra şöhrete ihtiyacı vardır.
Onun seçildikten sonraki tek ihtiyacı, delegelerin ona inanmaları ve destek olmalarıdır. Kulübün artık profesyonelleşmiş eski ekiplerinin arkasından oyun oynamamaları, destek vermeleridir.
O kadar.
Gelin, bu işi hep birlikte halledelim.
GS’yi yeniden kuralım.
ÖĞRENCİNİN PROTESTO ETME HAKKI VARDIR...
Bizim demokrasi anlayışımızda, özellikle gençlerimizin başkaldırısı veya protesto etmesi yoktur. Onlara nedense, böyle bir hak vermiyoruz. Sadece kendi dediklerimizi dinlemekten hoşlanıyoruz. Gençler konuşmaya başlayınca, hışımla üstlerine yürüyoruz. Hemen cezalandırıyoruz. Üstelik, cezalandırma konusunda üniversiteler yargıdan daha gaddarca davranıyor.
Gençlerimizin de, protesto etmekle, insanları dövmeyi ve konuşturmamayı birbirine karıştırmamaları gerekiyor. Nasıl bizler, onlara karşı toleranslı davranmalıysak, onların da farklı görüşleri dinlemeye sabırları olmalı.
Demokrasi, ancak bu koşullara uyulursa yürür. Yoksa, sadece kavga eden geri bir toplum olarak kalırız...
Paylaş