Paylaş
Balyoz davasının sonucu beni de ikiye böldü.
Bir yanım çok memnun oldu, diğer bir yanım ise üzüldü.
Memnun oldum, zira ülkemizi "Asker Vesayetinden Kurtarma" süreci başladı. Bir ilk adım atıldı. Bundan 15 yıl önce, böyle bir durumla karşı karşıya kalınacağını kimse düşünemezdi.
Cumhuriyet diye adlandırdığımız sistem, tümüyle Asker gözetiminin üstüne oturtulmuştu. İki de umacı bulunmuştu. Biri YOBAZ, diğeri de BÖLÜCÜ. Bu ikiliye karşı ülkeyi korumak adına da Askere açıkça Jandarmalık görevi verilmişti. Yıllar boyunca bu vesayet altında yaşadık.
Askeri Vesayet veya başka deyişle Askeri Patronaj bu ülkeye çok pahalıya maloldu. Demokrasiyi öldürdü, Özgürlükleri kısıtladı, Siyasi yaşamı mahvetti, Kürt Sorununu bugünkü noktalara getirdi. Ne yazık ki, bugüne kadar seçilmişlerimiz de bu gidişe baş kaldıramadılar.
Askeri Vesayete ilk başkaldırıyı PKK başlattı. Silahlı mücadele, TSK' nın gücüne meydan okumaktı.
Asıl darbeyi ise, Gül-Erdoğan ikilisi vurdu. Hem uluslararası konjonktürün, hem de Cemaatin yardımıyla, Askeri Vesayeti durdurmasını bildiler.
Balyoz ve Ergenekon, sembolik davalardır. Hatta siyasi davalardır. Kurunun yanında yaş da yanar. Bu tip davaların amacı adalet dağıtmak değil, topluma "Bir daha darbe yapanlar veya teşebbüsde bulunanlar bilmelidirler ki, günün birinde yargı karşısına çıkarlar..." mesajını vermektir.
Dünya' nın her yanında da aynı durumlar yaşanmıştır.
Balyoz davasında somut bir darbe hazırlığı olmasa dahi, kafalarda "gerekirse darbe yapılır" fikrinin olduğundan eminim.
Sonuç beni şaşırtmadı, ancak gereğinden fazla dengesiz buldum.
Bundan dolayı da, insani yanım üzüldü.
Özellikle ailelerin acısı ve daha da önemlisi yargının bu davayı ele alış şeklindeki hoyratlık vicdanımı rahatsız etti. Mahkemenin gerekçeli kararını, Yargıtay'ın son sözünü görmeden kesin bir tutum takınmak istemiyorum. Ancak kamu oyunda, delillerin yeterince iredelenmediğinden tutun da, savunma hakkının tam anlamıyla yerine getirilmemesine kadar, bir dizi ciddi soru işaretleri var. Kurunun yanında çok sayıda Yaş'ın yandığı izlenmini yaygın. Özetle, Yargının bu büyük sorumluluğu kaldıramadığı algısı var.
Kamuoyundaki tepkilere bakınca, bu durum hemen farkediliyor. Sonuçtan en memnun olması beklenen kalemler dahi, sonucun gereksiz şekilde ağır tutulmasını, suçu olmayanların da cezalandırılmasını eleştirdiler.
Dikkat edecek olursanız, İktidar partisi dahi , dava sonucunu temkinli şekilde değerlendiriyor. Yargıtay'ın İnce Ayar'ı bekleniyor. Bu İnce Ayar çok önemli, zira önümüzde daha Ergenekon - 12 Eylül - 8 Şubat davaları var. Bu davaların darbeci zihniyeti değiştirebilmesini istiyorsak, kamu oyu vicdanının mahkeme sonuçlarını içine sindirmesi şarttır.
ANAYASA MAHKEMESİ, ŞARK KURNAZLIĞI YAPAMAZ
Anayasa Mahkemesi önümüzdeki dönemde büyük bir sınavdan geçecek.
Henüz haberi olmayanlara, kısaca anlatayım.
Bundan böyle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kurallarına uyum sağlamadığı için , Türk yargısında hakkını bulamadığını iddia eden Türk vatandaşları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmadan önce, haklarını Anayasa Mahkemesinde arayacaklar. Yine memnun olmazlarsa, AİHM'e gidecekler. Ancak Strasbourg'daki bu mahkeme, Anayasa Mahkemesinin verdiği kararı yeterli bulursa , yapacak birşey kalmayacak.
Son derece önemli bir süreçle karşı karşıyayız.
Bizim toplum olarak, bürokrasi olarak karşımızdakileri, özellikle de Avrupalı kurumları saf veya enayi sayarız.
Bir diğer yaklaşımımız da, imzaladığımız Uluslararası anlaşmaları eğip bükme, boşluklarından yararlanma şeklindedir. Genelde şöyle bir yaklaşım sergileriz: "Bizim kendimize özgü koşullarımız var. Bu adamlar bizi anlamıyorlar. Onların kurallarını kabul ettik, ancak yine de aynen uygulayamayız. Esnek davranılmalı..."deriz. Aslında, bu tutumun altında bir şark kurnazlığı yatar, ancak farkında olmadan, kendi kendimizi küçük düşürürüz.
Anayasa Mahkemesi'nin bu alışkanlığımızı kırması gerekiyor.
Acaba bunu başarabilecek mi?
PKK'lı bir terörist ile bir Türk vatandaşını aynı kefeye koyabilecek mi? İnsan Hakları Sözleşmesini virgülüne kadar uygulayabilecek mi? Açılacak davalara Türk kafasıyla değil, Avrupalı kafasıyla bakabilecek mi?
Yoksa yargımızın genel havasına mı kapılacak?
Ben, Kılıç Başkanlığındaki Anayasa Mahkemesinin bu önemli reforma damgasını vurabileceğine inanıyorum. Türk yargısına bu şekilde ders vermesini, dökülen bir sistemi ayağa kaldırmasını diliyorum.
Bunu yapacak tek kurum varsa, o da Anayasa Mahkemesidir. Son birkaç yılki duruşuyla bunu ispat etmiştir.
Paylaş