14 Ekim 2010
GEÇTİĞİMİZ Pazar günü arkadaşımız Eray Görgülü’nün Ankara metrosuna ilişkin istatistikler içinde yakaladığı müthiş ayrıntıyı, gazetemizde ‘15 milyon sanki uçtu’ başlığı ile okudunuz. Habere göre, Metro ve Ankaray’da taşınan kişi sayısı her yıl artarken, 2009 yılında 15 milyon civarında düşüşle, beş yıl önceki rakamlara geri dönmüş ve Ankaray aynı dönemde 7 milyon yolcu kaybetmişti.
Bu bilgi, CHP Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in TBMM Başkanlığı’na verdiği yazılı soru önergesine İçişleri Bakanlığı’nın verdiği cevapta yer alıyor. Ama rakamlardaki korkunç düşüşe ilişkin her hangi bir ipucu bulunmuyor.
15 milyon yolcuya ne olduğunu, ben anlatayım..:
Dünyanın neresine giderseniz gidin, kent içinde raylı sistem kullanarak yolcu taşımanın bilimsel, bilimsel olduğu için de değişmez bir kuralı vardır.
Bir kente raylı sistemi kurduktan sonra, o sisteme her yıl en az 3-4 kilometre eklemek bir zorunluluktur. Bunu beceremezseniz, şehircilik ve işletme mantığı açısından ekonomik bir facia tablosu ile karşı karşıya kalırsınız.
Malzeme ömrü, işletme ve bakım giderleri, kısa, orta ve uzun vadeli şehirleşme ve işletme projeksiyonları gibi farklı konu başlıklarına hiç girmiyorum.
Büyükşehir Belediyesi’nin şehircilik ve ekonomi yönetiminden uzak yönetim kademeleri, ne yazık ki yıllarca metro masalları ile hem kendilerini hem de Ankaralılar’ı yanılttılar. Bunun sonucu olarak mevcut raylı hatları da kanser ederek ölüme terk ettiler.
Ankara’da yerleşim tercihleri dış lokasyonlara kayarken, metro yerinde saydı. Doğal olarak da müşteri kaybetti, verimli bir işletme olma şansını yitirdi. Ne yazık ki böyle devam ederse raylı sistemin, Ankara’nın zarar eden dev kamburu haline gelmesi de büyük ihtimal. Özetlemek gerekirse, dünya üzerinde metro planlamasını beceremeyip, elindeki raylı sistemi kendi elleri ile boğup öldüren tek başkentiz..
Emeği geçenleri, tebrik ederiz..
Pek nostaljik
ANKARA’nın yeni Valisi Alaaddin Yüksel, göreve başladığı andan itibaren hepimizin özlediği dinamik, çalışkan, iyi yöneten, sorun çözen, değer yaratan vali profilini fazlasıyla sergiliyor.
Performans ve başarısının böyle devam etmesini yürekten dilerim.
Ancak geçtiğimiz günlerde Valiliğin bir haberimiz ile ilgili gönderdiği açıklama yazısının giriş bölümü, bana 1940’ların Ankarası’nda gazetecilik yapıyormuşçasına nostalji yaşattı. Aynen aktarayım, bakalım siz de benim gibi hissedecek misiniz..?
“İlimizde münteşir bir gazetenin 07.10.2010 tarihli Ankara ekinde “Şaştı Kaldı” başlığı altında yayımlanan haber yanlış, mevzuatı ve gerçeği yansıtmadığı ile hangi maksada matuf olduğu hususu anlaşılamamakla iş bu açıklamanın yapılması zarureti hasıl olmuştur.”
Yazının Devamını Oku 7 Ekim 2010
GEÇTİĞİMİZ Cuma günü, yani 1 Ekim’de kutlanan Dünya Yaşlılar Günü nedeniyle, gazetemizi belki de en dikkatli okuyan kesim olan yaşlı okurlarımıza bir sayfa hediye etmek istedik. Ve bir sayfamızı onlara ayırdık.
Tahminimce yaşlı okurlarımız mutlu oldular, yaşlandığını bir türlü kabul etmek istemeyen genç delikanlılar belki de buruldular.
1 Ekim’de öğrendim ki, o gün aynı zamanda Dünya Kıyı Günü imiş..
‘Tesadüf’ dedim..
Ama dün Anadolu Ajansı’nın yakın tarihte geçtiği haberleri tarayınca, biraz şaşırdım..
2 Ekim, Dünya Kuş Gözlem Günü
4 Ekim, Dünya Hayvan Haklarını Koruma Günü
4 Ekim, Dünya Mimarlık Günü
5 Ekim, Dünya Öğretmenler Günü
5 Ekim, Dünya Çocuk Günü
7 Ekim, Dünya Saygın İş Günü
8 Ekim, Dünya Yumurta Günü
14 Ekim, Dünya Nefes Ölçüm Günü..
Dünyanın bir güne yüklediği anlam, neredeyse çifter çifter..
Bütün bir yıl boyunca ‘dünya’nın başka ne günleri var, araştırmadım. Ama eminim liste böyle uzayıp gidiyordur..
Dikkatimi çeken başka bir nokta da, hemen her ‘dünya günü’ ile ilgili demeç vermeye hazır en az bir sivil toplum kuruluşu olmasıydı..
Sonra gelişmiş ülkelerdeki örnekleri inceledim biraz..
Gördüm ki, bütün dünyanın kutladığı bu özel günler, güçlü sivil toplum örgütlenmesine sahip ülkelerde bir anlam kazanıyor.
Hem Türkiye’de, hem Ankara’da tarihe geçecek kadar önemli hizmetlere imza atan sivil toplum kuruluşları var..
Ama ne yazık ki ben bu örgütlerden önemli bir bölümünün, sadece takvim yaprağındaki üç beş günün gölgesine sığınmaktan başka bir şey yapmadığını düşünüyorum.
Tam anlamıyla, dernek mezarlığı..
Ölçütümü sorarsanız, proje ve öngörüleri ile sosyal hayatta yarattıkları pozitif değişim bile tek başına yeter..
Kulüp ile dernek arasında bir yerlerde sıkışıp kalan ve kendilerine sivil toplum örgütü diyen bütün oluşumların, şapkalarını önlerine koyup düşünmeleri gerekiyor..
Ne ürettiler, ne değiştirdiler..?
Tabi takvim yeterse..
Enerji tasarrufunun en iyi örneği insan bedeni
‘EN küçüğü’ ilk kez gözlemleyen Nobel Ödülü sahibi bilim insanı Prof. Dr. Heinrich Rohrer, dünya çapında hızla ilerleyen ve yeni buluşlara imkan veren nanoteknolojiye en mükemmel örneğin ‘doğa’ olduğunu belirterek, “İnsan vücut sistemi, doğadaki enerjiyi en tasarruflu kullanan sistemdir” dedi.
Rohrer, “Nano” sözcüğünün Yunanca’da “Cüce” anlamına geldiğini belirten Rohrer, “Küçük güçlüdür, büyüğü kontrol eder. Nano teknolojiye en iyi örnek doğadır. İnsan vücut sistemi doğadaki enerjiyi en tasarruflu kullanan sistemdir” dedi.
Yazının Devamını Oku 30 Eylül 2010
HABERCİLİĞİN pek de doğru bulmadığım kötü bir geleneğidir. “Haberimde hata ya da eksik varmış” diyen gazeteciye de, “Evet hata yaptık” diyen siyasetçiye de ender rastlanır. Hafta başında arkadaşımız Fatih Aktimur’un Çayyolu’nda belediye eliyle yapılan ağaç katliamı haberini okudunuz. Haberin özü şuydu:
“Haziran ayında 75. Yıl Lisesi’nin öğrencileri ağaç dikmek istedikleri belirterek, Yenimahalle Belediyesi’ne başvurmuşlar.
Belediye memnuniyetle kabul edip alan göstermiş. Hatta alanı gösterip geri çekilmemiş, küreğiyle, kazmasıyla, kamyonuyla, işçisiyle destek vermiş. Fidan dikilecek çukurları bile, belediye işçileri açmış.
Aradan üç ay geçmiş, rock festivali düzenlemek isteyen Yenimahalle Belediyesi’nin yetkilileri gelip o alanı beğenmiş ve dozerlere ‘dümdüz edin’ talimatını vermiş.”
Fethi Yaşar, karşı siyasi görüşe mensup çevrelerce dahi sevilen, sayılan bir kişidir. Açıklamalarına elbette saygı göstermek gerekir.
Ancak bir itirazım var..
Fethi Başkan’ın açıklamasına göre, öğrencilerinin ellerinde saksılarla getirdikleri 30 santimetre boyunda mazıymış ve onlar da dikildikten sonra kurumuş..
O zaman belediye Haziran ayında üç-beş öğrenci mazı dikecek diye neden bütün imkanlarını seferber etti.
Haydi diyelim ki liseli gençlerimizinki, çocukça bir hevesti..
Yenimahalle Belediyesi bu gençlere, “Arkadaşlar, bu elinizdekilerden orman olmaz. 300 fidan, altıüstü 300 lira eder. Biz verelim, siz dikin” diyememiş mi..?
Fethi Yaşar’ın yanlış bilgilendirildiğini düşünüyorum. Çünkü fotoğraflarda da görüldüğü gibi öğrencilerin ellerinde tuttukları mazı değil meşe ağaçı fidesi. Hatta meşe palamutlarını veren ve öğrencilerin bunları saksılar içinde büyütüp dikilecek boya getirmelerini sağlayan da TEMA Vakfı. Bir belediye başkanının mazı ile meşeyi ayırt edemeyeceğini sanmıyorum.
Festival ile ilgili yeni bir şeyi de dün öğrendim. Festivalin Yenimahalle Belediyesi’nin bir kültür hizmeti olduğunu zannediyordum. Öyle değilmiş. Resmi olarak bilet satılan, ticari bir organizasyonmuş. Kombine biletler 25 TL, günlük girişler 10 TL.
Yazının Devamını Oku 23 Eylül 2010
GEÇEN hafta Büyükşehir Belediyesi’nin yaz boyunca bekledikten sonra, okulların açılmasıyla birlikte asfalt çalışması başlatmasını eleştirmiş, hepimize çektirilen eziyeti gündeme getirmiştim.
Bu hafta asfalt eziyetinin üzerine, asfaltın üzerine bir türlü çizilemeyen şerit çizgilerine bir kez daha değinmek istedim.
“Ankara’da önemli bulvar ve caddelerde neden şerit çizgisi yok..?”
Benim bu soruya verdiğim cevap, “Çünkü öyle yollar var ki, mühendislik hataları yüzünden şerit çizilmesi imkansız” şeklinde..
Ama ne yazık ki yetkili ağızlardan bugüne kadar tatminkar bir açıklama gelmedi.
Büyükşehir Belediyesi’nden aylar önce tek bir açıklama gelmişti, onda da ‘şerit seferberliği’ başlatıldığı söyleniyordu.
Başlatıldığı anda bitti..
Ankara’nın dört bir tarafına radarlar koyarak, trafik kazalarını azaltmak için gösterilen çabalar elbette mutluluk verici..
Yazının Devamını Oku 22 Eylül 2010
Geçtiğimiz hafta Çubuk Belediyesi, ‘sessizce’ aldığı bir kararla altı yaşındaki festivalinden ‘turşu’ adını çıkardı. Ancak hem İçişleri Bakanı, hem de Ankara Valisi durumdan pek hoşnut değil.
ÇUBUK Belediyesi’-nin 6 yıldır düzenlediği uluslararası festivalin isminden turşuyu çıkarmasına, hem İçişleri Bakanı Beşir Atalay, hem de Ankara Valisi Alaaddin Yüksel tepki gösterdi.
Bugüne kadar “Uluslararası Çubuk Turşu ve Kültür Festivali” olarak düzenlenen festivalin, ilçede üretilen tüm yöresel ürünlerin ön plana çıkarılması amacıyla adının değiştirilmesine karar verildi. Ancak karara bazı Çubuklular’ın yanısıra, İçişleri Bakanı Atalay ile Vali Yüksel de destek vermedi.
Festivale son gününde katılan Bakan Atalay, Çubuk’un artık bir marka olduğunu ve bunu daha da ilerletmesi gerektiğini söyledi.
Bakan takmadı
Her yörenin bir sembolü olduğunu kaydeden Bakan Atalay, Çubuk’un sembolünün de turşu olduğunu belirterek, “Türkiye’nin neresine giderseniz gidin turşu deyince akla Çubuk geliyor. Gerçi adını kültür festivali olarak değiştirmişsiniz, ama ben turşu festivali diyorum. Turşu, Çubuk’un sembolü olmuştur” dedi.
Festivalin önemine de değinen Atalay, “Büyük bir festival yapıyorsunuz. Ankara’nın övünç kaynağısınız. Ben tekrar Belediye Başkanımızı ve Kaymakamımızı böylesi güzel bir festival düzenledikleri için tebrik ediyorum” diye konuştu.
Vali üzüldü
Yazının Devamını Oku 16 Eylül 2010
Aslında deyimin orjinali, ‘41 kere maşallah’ şeklindedir. Benim ‘141 kere’ dememin nedeni ise, 29 Nisan 2010 tarihinde yayınlanan yazımın, bugün 141. gündönümü olması..
Tam 141 gün önce, turistik yerlerde ‘yeni sezon’ başlarken, nüfusu yaz boyunca düşecek ve tenhalaşacak Ankara için ‘ölü sezon’un başlayacağını hatırlatmış ve belediyelerin yol/asfalt çalışmalarını okullar açılmadan tamamlamasını dilemiştim.
Okula yeni başlayanlar için bu hafta başında ilk ders zili çaldı. Yüz binlerce öğrencinin yollara düşeceği yeni eğitim ve öğretim yılı ise önümüzdeki Pazartesi başlayacak.
Konya yolunda, Eskişehir Yolu’nda, Emek’te, daha birçok yerde ve aynı anda asfalt seferberliği başladı.
Toz, duman, trafik altüst..
Arkadaşımız Fatih Aktimur’un bu çalışmalarla ilgili haberini, bugün Ankara Hürriyet’te okuyacaksınız. Büyükşehir Belediye Meclisi’nin muhalefet üyesi Fazıl Güleken, Ankaralı’ya ‘eziyet eden hizmet’i, zamanlama hatası ve plansızlık olarak değerlendirmiş.
Ben buna katılmıyorum..
Hatta, özellikle zamanlanmış ve özellikle planlanmış bir çalışma olduğunu düşünüyorum.
Yazının Devamını Oku 2 Eylül 2010
MEŞHUR 28 Şubat sürecinin hemen öncesindeydi. Bana güvenen bir yakınım, bir gün endişeli bir ses tonu ile arayıp, yanıma gelmek istediğini söyledi. Yarım saat sonra birlikte idik. Hemen konuya girdi. Arkasında ‘islamcı sermaye’ olduğu iddia edilen büyük bir mağazadan çıkışında, iki sivil genç yanına gelip Türkiye Cumhuriyeti’nin menfaatleri için bir daha oradan alışveriş yapmamasını, kibar bir dille kendisine ‘tebliğ’ etmişti.
Korkmuştu, kafası karışmıştı, hatta oradan alışveriş yaptığı için vatana ihanet edip etmediğini bile sorguluyordu.
Gülümsemiş ve şöyle karşılık vermiştim:
“Ben bir tüketiciyim. Benim önceliğim, kaliteli hizmet/mal ile ucuz fiyat dengesinin kendi bütçemin menfaatlerini koruduğu yerde durur. Sen bir daha onlar yanına geldiğinde hangi inanç, siyaset ya da kurum adına çalıştıklarını sor ve mensup oldukları grubun da vatandaşa kaliteli hizmet veya malı uygun fiyatla sağlaması halinde seve seve onların istediği mağazayı tüketici gözüyle inceleyeceğini söyle..”
Bu diyaloğun yıllar sonra aklıma gelmesine, eski ASO Başkanı, Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın geçtiğimiz ay Kırıkkale’de gerçekleştirdiği esnaf gezisinde yaptığı açıklamalar neden oldu.
Çağlayan Kırıkkale’de bir mobilya fabrikasını gezerken, Ankara Siteler esnafının bir süre önce kendisine geldiğini, IKEA’nın Ankara’da şube açmasından ve zarar etmekten korktuklarını söylediklerini anlatmış. Çağlayan, hemen arkasından Siteler esnafına şu öneride bulunduğunu aktarmış:
“Siz de toplanın bir SİTEA olun. Biriniz koltuk yapın, biriniz sehpa, 10 liraya mal olan şeyi 2 liraya mal edin.”
Aslında Devlet Bakanı Çağlayan’ın bu açıklama ve önerisi, hükümet politikaları açısından pek de yeni sayılmaz. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da daha önce feryat eden bakkallara, “Artık gerçeği görecekler” demiş ve “Birleşin marketleşin” önerisinde bulunmuştu.
Yani Bakan Çağlayan, biraz kopya çekmiş.. Olsun varsın, siyasette çekilen kopya; sınıfta ilkokul talebesinin çektiği kopya gibi ayıp karşılanmaz.
Benim üzerinde durduğum, yukarıda 28 Şubat sürecinden aktardığım hatıranın ana fikri olan ‘kaliteli hizmet/mal ile ucuz fiyat dengesi’nin, tüketici açısından siyaset üstü değeri ve önemi..
Canımı sıkan ise Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın önerisindeki harf aralarında gizlenmiş gerçekler..
Bakan Çağlayan Siteler esnafına ‘Birleşip SİTEA kurun ve 10 liraya mal olan şeyi 2 liraya mal edin’ diyorsa..
Üstelik aynı açıklamada, “Ankara’da Siteler semti, mobilya konusunda Türkiye’nin okulu haline geldi. Ben de bu okulun mezunlarından biriyim” ifadeleri yer alıyorsa..
Bu sözler bir arada dikkatlice okunduğunda, ‘Siteler esnafının 2 liraya mal olabilecek bir şeyi ilkel üretim teknolojileri ile 10 liraya mal edip, tüketiciye 2 liralık malı 12 liraya sattıklarının mezun Bakan ağzından itirafı’ anlamına gelmez mi..?
Ben tüketici olarak aynı noktadayım..
IKEA’nın Ankara’da açılacak şubesi ile ilgili çalışmalar hangi aşamada, araştırmadım ve bilmiyorum..
Ama eğer IKEA Ankara’da açılacaksa, açılış töreninde hangi siyasetçiler yer alacak ve neler söyleyecekler, gerçekten merak ediyorum.
Yazının Devamını Oku 12 Ağustos 2010
İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi’nin CHP’li üyeleri hafta başında dikkat çekici bir teklifi gündeme getirdiler, verdikleri önerge ile İstanbul’da plastik poşet kullanımının yasaklanmasını istediler. Verilen önerge, Belediye Meclisi üyelerinin oy birliğiyle Başkanlık Makamına gönderildi.
Aslında plastik poşet yerine bez file ya da çevre dostu poşet kullanılması ile ilgili tartışmalar yeni değil..
Hatta tartışmanın başladığı yerin Ankara ve başlatanların da Hürriyet Ankara’nın gönüllü muhabirleri olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Bundan tam üç yıl önce 2007 yılında, kent habercisi Soner İnce “Haydi hanımlar, pazar filesi kullanmaya” diyerek çağrıda bulunmuştu. İnce’den yaklaşık 5 ay sonra, Türkiye Belediyeler Birliği aynı konuyu gündeme getirmiş ve siyah poşetlerin yasaklanmasını istemişti.
O günden bugüne zaman zaman farklı illerde, farklı platformlarda konu tartışmaya açıldı.
Son olarak Tüketici Dernekleri Federasyonu (TÜDEF), Bisiklet Derneği’nin de desteği ile 17 Nisan’da “iklim için YEŞİL FİLE” adı altında bir kampanyayı Ankara’da başlattı.
Kampanyanın başlamasından iki ay sonra iki sivil toplum örgütünün üyeleri, bu sefer eylem için Kızılay’da toplandılar. Eylemin amacı, kampanyaya destek vermeyen belediyeleri protesto etmekti.
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde verilen önerge ile ilgili haberi okurken ilk dikkatimi çeken, ‘oybirliği’ kelimesi oldu.
Demek ki kent yönetiminde söz sahibi olan farklı siyasi partiler, insan ve doğanın yararına bir konu önlerine geldiğinde tek yürek olabilmişlerdi.
Keşke bundan üç yıl önce plastik poşetlerin yarattığı tahribat Ankara’da gündeme geldiğinde, Ankara’nın yerel yönetimleri İstanbul’da olduğu gibi konuyu sahiplenebilseydi.
Ankara daha sağlıklı bir yaşam için 3 yıl kazanabilir, belki İstanbul ya da diğer şehirlere de üç yıl kazandırabilirdi.
Siyasetçiler, oya tahvil edilebilen proje ve hizmetlerin yanı sıra, insanlık yararına olacak evrensel kararlara da imza atabilmeli..
Derler ya, “Zararın neresinden dönülse kardır” diye..
Hala geç kalınmış değil..
Yazının Devamını Oku