3 Şubat 2011
Ankara’da Büyükşehir Belediyesi’nin eline yüzüne bulaştırdığı metro projesinin Ulaştırma Bakanlığı tarafından üstlenilmesinden sonra, önceliğin hangi hatta verileceğine ilişkin tartışmalar kısa süre önce gündemin ilk sırası oturdu ve oturduğu gibi de aşağı indi.. Karar açıklandı..:
‘Önce Keçiören..’
O günlerde bu konuyu, özellikle ele almadım..
Çünkü ‘kent bilinci’ denilen evrensel kavramın, bizim kentimizde sağıyla soluyla, aydınıyla sofusuyla nasıl algılandığını görmek istedim..
Tam da tahmin ettiğim gibi bir tablo çıktı karşıma, bugün o tabloya ben de bir iki not düşmek istedim..
İki güzergahı karşılaştırmak gerekiyor..
Çayyolu hattı Yenimahalle ve Çankaya ilçelerinde bulunuyor. Yani AK Parti’ye oy vermemiş orta gelirli ve üzeri insanların bölgesi..
‘Şimdilik’ dört üniversite bulunuyor..
İmar planlarında Eskişehir Yolu üzerinde ‘hiç temeli atılmamış’ olanlarla birlikte tam 27 tane alışveriş merkezi var.. (Ankara geneli değil, sadece Eskişehir Yolu)
Eskişehir Yolu üzerinde yükselen binaların hepsi ‘devlet binaları’..
Devlet, binlerce memurunu (yüzlerce servis aracıyla birlikte) o artere taşımaya hazırlanıyor..
Büyükşehir Belediyesi’nin Ankara Ticaret Odası’na inat Konya Yolu kavşağında yaptığı ‘sefil’ kongre merkezi demir kafes, Eskişehir Yolu’nu daha ilk metrelerinde boğmuş, öldürmüş..
Kızılay’da ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın önünde iki ayrı metro inşaatı yıllardır kentin kalbine ‘tümor’ gibi yapışmış..
Keçiören, Ak Parti’nin kalesi niteliğinde bir ilçe..
Üniversite yok..
Devlet kurumları bulunmuyor..
Büyükşehir Belediyesi, kongre merkezi yapmak için her hangi bir caddenin ortasına binlerce ton demiri de yığmamış..
Başbakan bu ilçede oturuyor..
Keşke Ulaştırma Bakanlığı, kent planlaması açısından Keçiören’e verdiği önceliği teknik detaylarıyla açıklayıp kamuoyu vicdanını rahatlatabilseydi..
Bir tarafta Ak Parti’ye neredeyse hiç oy vermeyen CHP’li seçmenler, hükümetin bakanlarına yumurta atan öğrencilerin okuduğu üniversiteler, diğer tarafta Başbakan’ın oturduğu mahalle ve Ak Parti’ye sadık seçmenler..
Devletin Keçiören ile Çayyolu metrosunu eş zamanlı olarak yürütecek gücü elbette var..
Ama ne yazık ki önümüzde seçim var..
Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar kararın açıklandığı günlerde, “Hangi nedenle Çayyolu’nu üçüncü sıraya attıklarını halkın takdirine bırakıyorum” açıklamasını yaptı..
Bana göre görevi halkın takdirine bırakmak yerine, halkla el ele verip yasal yolları ve demokratik hakları kullanarak mücadele etmekti..
Beceremedi..
Yazının Devamını Oku 27 Ocak 2011
İSTER dernek olsun, ister ticari mal, bir kent, hatta devlet. Doğru logo, iyi marka olmanın en önemli şartlarından bir tanesidir.. Logo kısaca, ‘markayı temsil eden sembol ya da ikon’ olarak tanımlanıyor.
Yani bir grafik tasarımı..
Ankara, yıllar boyunca ‘amblem’ adı altında yürütülen tartışmalar nedeniyle bu logo meselesine oldukça aşina aslında..
Atakuleli, camili logoda yıllarca direnen Büyükşehir Belediyesi, bir süre önce yargı kararlarının da etkisiyle bu inadından vazgeçmek zorunda kaldı.
Bir dönem ‘logosuz’ kalan Başkent, bir gün aniden yeni logosu olan kedi gözleri ile tanıştırıldı.
Ankaralılar’ın üzerinde tartışarak karar vermesini dilerdim ama, yine de ‘dayatılan’ yeni logo kişisel olarak içime sindi.
* * *
Bugün kamuoyuna yoğun olarak yansımasa da Ankara’da, çok önemli bir Ankara markası sancılı bir logo süreci geçiriyor.
Atatürk Orman Çiftliği..
Yeni bir imaj için harekete geçen AOÇ, geçen yıl Ekim ayında bir logo yarışması açtı. Ancak bu yarışma, ‘ödüle değer eser’ bulunamadığı için iptal edildi.
Ardından bir yarışma daha açıldı. Yarışma jürisinde hem üniversitelerin güzel sanatlar fakültelerinden, hem de Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile AOÇ’den ‘ehil’ isimler bulunuyordu.
İkinci yarışmada sadece bir eser mansiyon ödülüne layık görüldü, AOÇ’nin logosu olacak yeni sembol yine belirlenemedi.
Sonuç olarak, mevcut AOÇ logosunun ‘revize’ edilmesi kararlaştırıldı.
* * *
Bu iki logo öyküsü alt alta yazıldığında, devletin iki kurumunun yönetim anlayışındaki üslup farkı ortaya çıkıyor.
İlk bakışta AOÇ’deki süreç, bir başarısızlık öyküsü gibi algılanabilir.
Ben öyle düşünmüyorum.
AOÇ yönetiminin 7’den 77’ye bu konuya ilgi duyan herkesi sürece dahil edip, bir konsensüs sağlamaya çalışması ve aldığı nihai karar, AOÇ’nin ciddiyetini ortaya koydu, ‘doğru yönetilen kurum’ algısı yarattı.
Büyükşehir Belediyesi’nin üslubu ise Ankara’ya güzel bir logo kazandırmasına rağmen, bu kurumun konsensüsten korkan dayatmacı yapısına dair algıyı pekiştirdi.
Melih Gökçek bir dönem daha belediye başkanlığını düşünüyorsa, ki bunu açıkladı, umarım ‘fobi’lerinden kurtulup ‘konsensüs’ arayan bir üslup geliştirebilir.
Sonuçta kazanan kent olacaktır.
Yazının Devamını Oku 20 Ocak 2011
CEBECİ’de, mahalleyi boydan boya yarıp geçen demiryolunun hemen yanındaki bir apartmanda doğdum ve büyüdüm.. Her gece yarısı 01:00 ve 02:00’de mahalleyi zangır zangır titreterek geçip giden iki marşandiz, ilk gençlik yıllarının unutulmaz ezgileri idi..
Ritmi farklıdır demiryolu mahallesinin..
Kara tren sadece okul şarkıları ile halk türkülerinde gerçektir..
Gerisi alışılmış, geceyi ve uykuyu bölen gürültüyü umursamadan uyumaktır mışıl mışıl..
16 yıl önce Cebeci’den Çayyolu’na ‘göç’ ettiğimde, sık sık marşandiz gürültüsünün ‘yokluğuna’ uyandığımı hatırlıyorum..
Bir zaman sonra, yeni mahallemin ‘marşandizleri’ ile tanıştım..
Helikopterler..
Demiryolu yoktu ama camları titreten, telefonla konuşurken bir anda karşı tarafı duyamayacağınız kadar yüksek gürültülerle uçan helikopterleri vardı Çayyolu’nun..
Sonradan öğrendim ki, bizim mahallenin hava sahası aynı zamanda Kara Havacılık Okulu’nun eğitim sahası idi..
Aradan yıllar geçti, eğitim uçuşu sırasında bölgeye düşen helikopterde şehit olan 5 subayın haberi ile sarsıldık hepimiz..
Ciğerimiz yandı..
Ama bir gerçek daha vardı..
Helikopter Tulumtaş’ta boş bir arazi yerine Çayyolu’nun kalbine düşseydi, şüphesiz daha büyük acılara mahkum olacaktık..
Yıllar öncesinden, çok az insanın bildiği bir toplantı geldi gözlerimin önüne..
Çayyolu’nda sivil toplum kuruluşları, bir yerleşim merkezinin üzerinde eğitim sahası olmasından duydukları endişeyi dile getirdiklerinde, askeri yetkililer referans noktaları ve karaya yerleştirilmiş özel elektronik aksam nedeniyle bu sahanın kaydırılmasının mümkün olmadığını dile getirmişlerdi..
Mümkün olup olmadığı, artık pek önem taşımıyor..
Kara Havacılık Okulu Komutanlığı Isparta’ya taşınma hazırlığı içinde..
Zannediyorum eğitim uçuşları için bundan sonra Çayyolu’nun hava sahası kullanılmayacak..
Sıradan vatandaş olarak tek dileğim, daha iyi planlanmış kentlerde yaşamak..
Her şeyin doğru yerde olduğu mahallelerde..
Yazının Devamını Oku 13 Ocak 2011
Bir süre önce iş çıkışında bir akşamüzeri. Eskişehir yolundan Kızılay’a doğru yöneldim..
Arabamda Radyo Megasite açık..
‘Can Çağatay’ veriyor ardı ardına damar arabeskleri..
Arada ‘Angara Oyun Havaları’..
Aniden bir uçan daire gördüm. Üstelik orta şeritte, benim biraz ilerimde..
Sonra durdum, kendi kendime sordum..
Adı üstünde: Uçan daire..
Neden trafiğin en berbat olduğu saatte, iniş takımları açık orta şeride takılıp kalsın..?
Trafiğe rağmen, şansım yardım etti ve uçan dairenin yanına kadar ilerleyebildim..
O kadar parlaktı ki yanıp sönen ışıkları, bakıyor ama nasıl bir şeye benzediğini bir türlü göremiyordum..
Hafiften kararmış havaya aldırmadan, torpido gözünden güneş gözlüklerimi çıkarıp taktım..
O da ne..?
Uçan daire değil, bildiğin otomobilmiş yolda seyreden..
Güneş gözlüğü sayesinde, yanıp sönen bütün ışıklarını inceleyebildim..
Tepe lambası..
Uzun farları..
Ön sis lambaları..
Ön sinyal lambaları..
Yan kapılardaki lambaları..
Dikiz aynasının üzerindeki sinyal lambaları..
Arka sis lambaları..
Arka stop lambaları..
Arka tarafa ekstra yerleştirilmiş beyaz flaşörler..
Şaka değil, gerçekten. Bütün bu lambaların hepsi, aynı anda ‘çakıyordu’..
Hani park et o arabayı sağ tarafa, aç camlarını, ver radyoda ‘Angara Oyun Havaları’nı..
Bildiğin pavyon sahnesi olur..
Tek bir ışık bile ilave etmek gerekmez..
Türkiye’nin dünya üzerinde terörle iç içe yaşayan sayılı ülkelerden birisini olduğunu biliyorum..
Bu nedenle Devlet büyüklerini koruma işinin ‘mecburen’ abartıldığını da biliyorum..
Ama gördüğüm ve sizlere aktardığım manzara ne yazık ki güvenlik sınırlarını geçmiş, soytarılık sınırlarını zorluyordu..
Ayıp oluyor..
Yazının Devamını Oku 6 Ocak 2011
BİR süredir Ankara ve İzmir arasında yaşanan ‘EXPO atışmalarını’, her iki kentin yöneticilerinin yaptıkları açıklamaları birlikte takip ediyoruz. Ne yazık ki bizim milletimizin ‘mayasında’ yer alan temel içgüdü, yöneticilerin üsluplarına da fazlasıyla yansıdı.
Açıklamaları dikkatle incelerseniz, yöneticilerin kendi kentlerini anlatmaktan çok diğer kenti karalamayı tercih ettiklerini göreceksiniz.
Mantık şöyle..:
‘Anlatacak bir şeyin yoksa durmadan karşı tarafa saldır ki, seni ondan daha iyi zannetsinler’
Oysa her iki kentin de hem avantajları, hem dezavantajları var.
Bence herkes kendi işine bakmalı..
Kim yönetiyor
EXPO tartışmalarını izlerken, dikkatim başka bir noktaya daha kaydı. Daha doğrusu ilk defa, “Bu kenti kim yönetiyor?” sorusunun yanıtı kafamı karıştırdı.
Valilik, İl Özel İdaresi, İl Genel Meclisi, Büyükşehir Belediyesi, Belediye Meclisi, İl Müdürleri..
Ankara Valiliği’nin internet sitesinde, ‘Ankara İl Yöneticileri Listesi’ diye bir döküman bulunuyor.
Ankara Milletvekilleri ve bazı sivil toplum örgütlerinin yöneticileri ile birlikte yaklaşık 500 isim bulunuyor.
Elbette bu sadece üst yönetici listesi, yani meclis üyeleri ile diğer kurullara üye kimseler bulunmuyor.
Yeni yaklaşım
Alt yapı hizmetleri, üst yapı hizmetleri, güvenliği, eğitimi, sağlığı, kısacası bir kentte yaşama dair ne varsa, hepsi ile ilgili yetkiler apayrı, paramparça..
Bir çok kesimin işine gelmeyen ve bu nedenle dillendirilmeyen bir gerçek var. Bir süre sonra mevcut sistemle, kentleri doğru biçimde yönetmek imkansız hale gelecek.
Bu fotoğrafı merkezi yönetim de görüyorsa, ilerleyen dönemde yerel yönetimler ile ilgili radikal kararların ve değişikliklerin gündeme gelmesi zannediyorum sürpriz olmayacaktır.
Ve bir iddiam daha var..
Bundan 50-60 yıl sonra, EXPO ile ilgili Ankara ve İzmir’de yapılan açıklamaları okuyan olursa, soracakları ilk soru “Hangi mizah dergisinden alınmış acaba..” olacaktır.
Talip olunan şeye bakın, sonra bir de ortaya konulan üsluba..
Hepsinden de önemlisi, bizi yöneten insanlar kadar bir de bizi yöneten sisteme bakın..
Güleceksiniz..
Yazının Devamını Oku 30 Aralık 2010
ANKARA Valisi Yüksel’in anma törenleri ve etkinlikleri ile ilgili uygulaması sadece Ankara’nın değil, tüm Türkiye’nin gündeminde yer buldu. Konu bambaşka yerlere çekildi. Vali Yüksel’e bu konuda yöneltilen eleştirileri, suçlamaları haksız buluyorum.
Konuşulması gereken konu bana göre şu:
Hepimiz bu vatanı seviyoruz. Milli günlerimizi, her yıl katlanarak artan bir coşku ile kutlayalım. Hatta öyle görkemli kutlamalar yapalım ki, bazı ülkelerde olduğu gibi bu törenlerin ihtişamına turistik turlar düzenlensin.
Ama bir ülkenin Başkent’inde üç gün boyunca tören provaları için en hayati yollar kapatılıyorsa, trafik saatlerce kilitlenip kalıyorsa, çalışan işine öğrenci okuluna gidemiyorsa, içinde hastaların yaşam savaşı verdiği ambülanslar çaresiz bırakılıyorsa, hatta insanlar bu nedenle ya can veriyorsa, bunun neresi kutlama..?
Dünyanın neresinde vatan sevgisi gösterilirken, vatandaşa eziyet ediliyor..?
Hani vardır ya bir şehir efsanesi..
İddia edilen o ki, Melih Gökçek Esenboğa Yolu açıldıktan sonra Başbakan Erdoğan’ın makam aracında, yapılan çalışmaları anlatıyormuş. Bir ara “Bundan sonra Esenboğa’ya giderken hiç kırmızı ışığa takılmayacaksınız Sayın Başbakanım” demiş.
Başbakan, “Ben zaten kırmızı ışıkta durmuyorum Melih Bey” karşılığını vermiş.
Vali Alaaddin Yüksel’in uygulaması, kırmızı ışıkta durmayan, geçecekleri bütün yollar açılan makam sahiplerine değil, kırmızı ışıkta durmadığında 140 TL ceza ödemek zorunda kalan vatandaşa sorulmalı..
YİNE RÜYA GÖRÜYOR OLMALI
Ankara Valiliği’nin kararı ile ilgili olarak, dün hiç beklemediğim bir isimden de açıklama geldi. Ankara’nın bir önceki Valisi Kemal Önal, ANKA Haber Ajansı’na konuşmuş..
Diyor ki, “Ben 6 sene süreyle böyle bir şeye fırsat vermedim”..
Ve devam etmiş: “Kabul edemiyorum..”
Sayın Önal 6 yıllık valiliği boyunca hiç bir şeye fırsat vermedi ki..
Daha da önemlisi Ankara’ya tek bir fırsat bile vermedi, gelişmesine katkıda bulunmak için..
Hatırladığım sadece bir proje var, o da ‘Bir Rüyadır Ankara’ isimli proje..
Neler yapıldı, kimlere ne kadar para aktarıldı, Ankara’ya ne katkı sağladı, bugüne kadar öğrenemedim..
Kaldı ki Kemal Önal’ın açıklaması, her şey bir tarafa ‘meslektaş nezaketi’ne de hiç yakışmamış..
Yakışmadı..
İKİ BELEDİYE BİR AÇIKLAMA
ANKARA Büyükşehir Belediyesi Basın Merkezi’nden yapılan açıklamaya göre, EGO otobüsleri, 31 Aralık gecesi 2011 yılına dışarıda “merhaba” diyecek başkentliler için ana hatlarda saat 02.30’a, Ankaray ve metrolar ise saat 02.00’a kadar hizmet verecek.
ANTALYA Büyükşehir Belediyesi tarafından yılbaşı gecesi için kentin iki noktasında açık hava partisi düzenlenecek. DJ eşliğinde müzik yayını yapılacak gecede izleyicilerin üzerine yapay kar yağdırılacak.
Antalya Büyükşehir Belediyesinden yapılan yazılı açıklamaya göre, yılbaşı akşamı Cumhuriyet Meydanı ve Dokuma Cumartesi Pazarı yanındaki alanda yılbaşı partisi düzenlenecek.
Yazının Devamını Oku 23 Aralık 2010
Bana göre Başkan Melih Gökçek’in en iyi yaptığı işlerden birisidir. Görevde bulunduğu uzun yıllar boyunca, kentin yeşillendirilmesi, ağaçlandırılması adına önemli çalışmalar yaptı. İthal ağaçlara ilişkin polemik de dahil olmak üzere, Gökçek’e bu konuda yöneltilen eleştirilere katılmıyorum.
Geçtiğimiz hafta sonunda Deniz Gürel’in ‘Yemyeşil Eşitsizlik’ başlığı ile yayınlanan haberi, üzerine bir kitap yazılacak kadar kıymetliydi.
Yasal düzenlemeler, bir kentte kişi başına düşen yeşil alan miktarının 10 metrekarenin altında olamayacağını öngörüyor.
Ankara’da kişi başına düşen yeşil alan miktarı, tam 18 metrekare..
Başkan Gökçek’in bu konudaki başarısını sadece ben değil, rakamlar da söylüyor.
Ancak iş Keçiören’deki yeşil alan miktarına geldiğinde, herkesin yüzünün kızarması gereken bir rakam ortaya çıkıyor.
Keçiören’de kişi başına 2.7 metrekare yeşil alan düşüyor.
Vatana ihanet etmekten ne farkı var kente ihanet etmenin..?
‘İhanet bunun neresinde?’ diye soracak olursanız, yaşça büyük olanların hafızalarını zorlamalarını, daha küçük olanların büyüklerine 1950’lerin Keçiöreni’ni anlattırmalarını tavsiye ederim..
Mesela ben annemi sorguya çektim. İşte anlattıkları..:
“Yemyeşil bir Keçiören hatırlıyorum gençliğimde.. Kalaba’nın çıkışında sol taraf kayalık olsa da, sağ tarafta muazzam bir yeşillik çarpardı gözümüze.. Çift asfalta çıkan yol, keza öyle.. Şoşe tarafında biraz daha azdı yeşillik.. Yemyeşil bağlar içinde bağ evleri vardı. Hafta sonralarında o bahçelerde kurulan sofralarda, önemli devlet adamları ağırlanırdı. Şimdi Sanatoryum’un olduğu yerde Recep Peker’in köşkü vardı. Bir de Emin Halim’in köşkü kalmış aklımda yemyeşil bahçesiyle..Keçiören’de oturan belli kişiler, kent merkezinden dönerken otobüse binmek yerine yürümeyi tercih ederlerdi.. Paraları olmadığı için değil.. Ankara’da yürüyüş yapılabilecek en yeşil, en güzel, havası en temiz yol olduğu içindi..”
Benim anladığım, Keçiören yıllar önce çorak bir bölge değilmiş..
Yemyeşilmiş..
Çorak olup da çorak kalsaydı, bunun adı görevi ihmal olurdu..
Ama o yıllarda yemyeşilken bugün Ankara’nın yeşil açısından en fakir ilçesiyse, bunun adı düpedüz kente ihanettir..
Nedenlerini sonuçlarını araştırmak, tartışmak bilim adamlarının işi..
Benim anladığım, gözünü para bürümüş bazı imar hokkabazları, uzun yıllar boyunca hem Keçiören’e hem de kente ihanet etmiş..
Yazık etmiş..
Haber kimi zaman atılmış tohumdur
BAZI çalışmalar, etkinlikler yapıldıkları anda pek çok insan için bir şey ifade etmezler. Ancak bu tür emekler, faydası uzun yıllar sonra ortaya çıkacak değişimin tohumları gibidir.
Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ile Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin düzenlediği ‘Türk Dili Konuşan Ülkeler Medya Forumu’ da bu tür çalışmalardan bir tanesi.. Medyanın dev isimlerinin katıldığı forum, belki de uzun yıllar beklenmesine gerek kalmadan dünya medyası, ulusal medya, internet medyası ve yerel medya gibi tanımlara yeni bir tane daha ekleyecek. Coğrafi medya..
Düşünenlerin eline sağlık..
Yazının Devamını Oku 16 Aralık 2010
ANKARA turizminin yol haritasının çizileceği Ankara 3. Turizm ve Tanıtma Konseyi toplantısı dün yapıldı. Vali Alaaddin Yüksel açılış konuşmasında, Ankara’yı turizmde kaliteli bir ürün ve dünya markası haline getirmeye mutlak kararlı olduğunu dile getirmiş. Vali Bey turizm deyince, öğrencilik yıllarına gitti aklım..
Harçlık kazanmak için tatillerde ben de turizm sektöründe çalıştım. Transferman’lık yaptım. Yani yabancı turistleri havaalanında karşılayıp oteline götürürken, geldikleri kent hakkında kısa bilgiler veren ve dikkat edilmesi gereken şeyleri anlatan adamdım.
Düşündüm de, bugün aynı işi yapmaya kalksam, Ankara’ya ilk defa gelen turistlere acaba hangi uyarıları yapardım..?
Kendimce bir liste oluşturdum..
Kimse alınmasın..
* Çocuğunuzla geldiyseniz, akşam yemeğine çıkarken onu otelde bırakın. Özellikle de Park Caddesi’ne gidecekseniz. Polisle başınız her an derde girebilir.
* Gökyüzünde bulutların gri gri toplaşmaya başladığını gördüğünüz an, yüksek bir yerlere çıkıp bekleyin. Alışkın olmadığınız yağmur suyu denizlerinde boğulabilirsiniz.
* Yolda yürürken bağırarak dans eden bir adam görürseniz sakın dokunmayın. Elektrik akımına kapılmış olması kuvvetle muhtemeldir. (Bkz. Eray Görgülü’nün bugün yayınlanan haberi)
* Musluk suyu içmeyiniz, çünkü musluktan hangi gün hangi suyun aktığı bilim adamlarınca bile tespit edilebilmiş değildir.
* Merak edip de bir üniversite kampüsüne gitmek isterseniz, diplomat ya da siyasetçi olmadığınızı mutlaka kapıda beyan ediniz. Aksi takdirde iki ayaklı omlet haline gelebilirsiniz.
* Kuğulu kavşağından Kızılay’a yaya olarak gitmek isterseniz, yön levhalarını kesinlikle takip etmeyiniz. Çünkü levhalar Kızılay’ın 180 derece tersini gösterir. Nedenini sormayın, anlatsam da idrak edemezsiniz.
* Sizin ülkenizde her insan masum doğuyor ve suçluluğu ispatlanmadıkça masum kabul ediliyor olabilir. Bizde ise her doğan potansiyel suçludur ve hayatı masumluğunu ispatlamaya çalışmakla geçer. Bu yüzden adım başı yapılan polis çevirmelerinden tedirgin olmayınız.
* Eskişehir Yolu’nda üzerinize doğru koşan bir boğa görürseniz, en yakın ağaca çıkınız ve şarkı söyleyiniz. Çünkü bu durum, bayram olduğunu göstermektedir.
* TBMM ve ODTÜ kavşağından geçerken, kendinizden şüphe etmeyiniz. Gelen koku sizin kabahatiniz değil, Avrupa’dan ödüllü Başkent’in gerçeğidir.
* Toplu ulaşım kullanmayı gözünüz yerse, saatsiz sokağa çıkmayınız. Çünkü kentimizde gece toplu ulaşım hizmeti verilmemektedir. Zaten mümkünse toplu ya da topsuz sokakta fazla gezmeyiniz.
Liste aslında uzayıp gidiyor ama, köşenin kaldırabildiği bu kadar. Her gün yaşadıklarınızla, şahit olduklarınızla bu listeyi kendiniz de geliştirebilirsiniz.
Kentin sorunları çözüldükçe, belki bir gün gerçekten dünya markası olabiliriz.
Yazının Devamını Oku