Ağaçta kalan sevimli hayvanın kurtarıcısı, bayramda yalnız kalan yaşlıların umudu, milli günlerde şanlı bayrağın gururlu taşıyıcısıdır.
Güven verir, zorlukları aşmaya yardım eder.
Dost elini uzatan da sevgi çiçeklerini derleyip buket yapıp sunan da odur.
Yakışıklıdır, güzeldir, pırıl pırıldır tanıttığı ürün, marka, şirket kadar.
“Başın sıkıştığında beni ara” der, “Hallederiz” der, “Yeter ki işin görülsün, biz mal değil sevgi pazarlıyoruz abiler, ablalar, sevimli yavrular” der...
Elbette öyle olacaktır, normaldir, oyunun kuralı budur.
“Aslında derdimiz sana bu ürünü satmak abicim. Sana şunu satacağız, bunun için uğraşıyoruz burada. Paran var mı sen ondan bahset; yoksa bekleme yapma, uza...” diyecek hali yoktur.
Reklamlar bitip esas program,
Soma’daki maden faciasında 14 can kaybeden İzmir’in Kınık ilçesi Köseler köyünde öğretmendir Giray Kale.
HaberTürk’ten Mehmet İnmez’in haberi sayesinde tanıdık “aklı başında olmayan” bu öğretmeni.
Ne yapıyormuş, neler yapıyormuş duydunuz mu?
Özetlemeye çalışayım.
31 yaşındaki Giray Kale, 4 yıl önce Köseler’de göreve başladığında öğrencilerin okula devam etmediğini, tarlada çalıştıklarını görmüş.
LAFINI DİNLEYEN DE DELİ
Görmüş ama kafasını çevirip başka yöne bakmamış. Deli olduğunu hemen o anda anlamalılardı zaten ya her neyse...
Kafasını çevirmemiş, durumu kabullenmemiş de ne yapmış peki?
Cappadox’un bu yılki sürprizi; detaylı programı ve yeniliklere, keşiflere, maceralara araladığı kapılardan önce temayı belirleyen sloganıydı benim açımdan: ‘Dünyadan Çıkış Yolları’...
2012’de sessizce dünya sahnesinden çekilirken ardında 1990’lardan itibaren gizli bir örgütün üyesi gibi okuduğumuz öyküler, şiirler ve pek azına denk gelip görebildiğim resimler bırakan Sami Baydar’ın en sevdiğim kitabının adıydı bu.
Kitapla aynı adı taşıyan metinde iki kardeş, Yazgülü ve Engin konuşurken, Engin hamakta, gözleri kapalı vaziyette şunları söyler: “Dünyadan çıkış yollarını yalnızca odalara kapatılan çocuklar bilir...”
Cappadox, Pozitif tarafından 2015’ten beri düzenleniyor.
BEN ‘SESSİZ DOĞA YÜRÜYÜŞÜ’NDE SESSİZ DURAMAM ABİ!
Cappadox bu cümleyi rehber edinmesini “Eylemin yetersiz hatta imkânsız olduğu koşullarda, hayal gücünün ve sanatın açabileceği yollara atıfta bulunuyor, özgürleşmenin imkanı olarak şiirsel eylemi -anlam üretimini ve dünyayı yeniden kurmayı- öneriyor” şeklinde açmış.
Elimde yıllardır gözüm gibi koruduğum ‘Dünyadan Çıkış Yolları’nın kopyasıyla Kapadokya yoluna çıkarken program hakkında ‘bilgilenmemeyi’ tercih ettim. Odak noktasına müziği yerleştireceğimi, elimden geldiğince çağdaş sanat eserlerini görme ye uğraşacağımı ve bir tembel teneke olarak ‘sessiz doğa yürüyüşleri’ne, uyuz bir tip olarak da kahkaha terapilerine katılmayacağımı biliyordum.
Boğaz kenarında bir banka oturup pırıltılı bir mavi örtüye dönüşen denizi izleyecek kadar şanslı aylakların edebi bir ayaklanma başlatması işten değil...
Uzun sürmüş bir kışın yorgunu ruhlar böyle böyle “Geldi güneş, gitti yağmur ve şimşek...” tarzı huzur atakları yaşarken haberler yağmaya başlıyor...
OOOF, OOF, OF!
KHK marifetiyle kaybettikleri işlerine dönmek için açlık grevi yaparken evlerine düzenlenen baskınla gözaltına alınan, sonra da tutuklanan eğitimciler Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya savcılıkta şu soru da sorulmuş: “Ölüm orucu eylemi yapmanız konusunda size ne tür menfaatler sunulmaktadır...” Yani şöyle denmiş: “Ölümden çıkarınız nedir?”
7 yaşındaki Muhammet ve 6 yaşındaki kardeşi Furkan Yıldırım, Silopi’deki evlerinde uykuya yattı, ölüme yakalandı.
Muhammet ve Furkan’ın uyudukları odaya kontrolden çıkan bir zırhlı polis aracı girmişti.
Aile üyeleri ve görgü tanıkları “Olay yerine girmemize izin verilmedi, savcı ertesi gün geldi, aracı kullanan memur alkollüydü” gibi iddialarda bulundu; bu iddialar Şırnak Valiliği tarafından yapılan bir açıklamayla “gerçekdışı” olarak nitelendirildi.
Aracı kullanan polis memuru tutuklandı, haber arşivdeki yerini aldı...
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, İstanbul milletvekilleri Selina Doğan, Onursal Adıgüzel, Diyarbakır İl Başkanı Mehmet Sayın ve Şırnak İl Başkanı Mehmet Uğur’dan oluşan bir heyet Silopi’ye gitti, tutuklu memur da dahil olmak üzere çeşitli isimlerle görüşerek bir rapor hazırladı.
Raporda 2016 ve 2017’nin ilk 5 ayını kapsayan süreçte, “resmi olmayan rakamlara göre” 7’si çocuk, 13 sivilin zırhlı araçların karıştığı vakalarda hayatını kaybettiği belirtiliyor.
17 ayda 13 kişinin hayatını kaybetmesi “Engel olunamaz mı bu kazalara, ölümlere?” sorusunu gündeme getiriyor. En azından getirmeli, öyle değil mi?
Rapordaki ifadeleri okuduğumuzda nasıl engel olunabileceğiyle ilgili bir fikir oluşuyor aslında.
Yüzde 81’i sevdiği veya merak ettiği bir konsere gitmiyor/gidemiyor.
Yüzde 66’sı kitap veya müzik satın almıyor/alamıyor.
Yüzde 55’i zaten “neredeyse hiç” kitap okumuyor.
Yüzde 43’ü için sinemaya gitmek söz konusu değil.
Ocak ayında MEB tarafından açılan web sitesinde askıya çıkarılan taslağa 28 günde 175 bin 342 yorum yapılmıştı.
Bu yorumların, tartışmaların, karşı çıkışların ve alkışların ne derece etkili olduğunu bu hafta içinde öğreneceğiz Cumhuriyet’ten Ozan Çepni’nin haberine göre.
BU HAFTA GELİYOR
Çepni’nin “Evrim yok, Atatürk daha az” başlığıyla yayınlanan haberinden aktaralım son durumu:
“2017-2018 eğitim döneminde 1, 5 ve 9 sınıf öğrencilerine okutulmaya başlanacak müfredatın bu hafta içinde açıklanacağı öğrenildi.
Edinilen bilgiye göre, ‘Atatürkçülük’ kavramını sosyal bilimler derslerinin müfredatından tamamen çıkaran, Atatürk’ün işlenişinin kapsamını daraltan, Biyoloji ders programından Darwin’in Evrim Teorisi’ni çıkaran ve birçok seçmeli derste ‘cihat’ kavramını anlatmaya hazırlanan MEB, gelen binlerce eleştirinin ardından bazı konularda değişikliğe gitti.
Bakanlık ayrıca son şeklini almış müfredat ile birlikte aylardır bekletilen Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi müfredat taslağını da değerlendirmeye sunacak...”
Bilgisayar terminolojisine abanarak ifade etmek gerekirse
Onları gayet iyi anlıyorum, çünkü ben de aynı hisler içindeyim. Bu boşvermişliği, bu üzerindeki formanın anlamını ve kıymetini bilmemeyi, bu futbol terimleriyle açıklanması zor oyun anlayışını, hedefsizliği ve bu hedefsizliği zerrece takmamayı ancak bir ermiş gibi davranırsanız izleyebilirsiniz çünkü.
HEDEFSİZ Mİ G.SARAY?
Futbolculara ve takımdan sorumlu idari/teknik kadroya göre öyle olabilir. Ancak inanılması güç de olsa hâlâ kendilerinden galibiyet bekleyen on milyonlarca taraftar var. Avrupa bileti için “daha konforlu” bir koltuk rezervasyonu yaptırabileceğine inananlar var. Her şeyi bir kenara bıraktım, o forma ve görkemli tarihine ayıp olmasın diye oynayabileceklerine inanan saflar (benim gibi) var. Hal böyleyken sahada ne yaptığı belli olmayan, şut yerine fantastik pas deneyen, uygun pozisyondaki arkadaşını gole taşıyacak pası atacağına çalımlar diyarında yolunu kaybeden bir takım oyuncular izliyoruz...
Oyunun ilk yarısında bir klasik olarak topa hâkim olan ancak kendine hâkim olamayan G.Saray’dan örnekler izledik. Topa yüzde 72 oranında hâkimdi ancak rakip kaleyi yanılmıyorsam sadece golde bulabildi.
İkinci yarıda da aynı “kabile düzeni” devam etti.
YA MUSLERA OLMASAYDI
Fırsatları bencillik ve beceriksizlikle harcarken oyundan ve hatta (ne yazık ki) ligden düşme noktasına gelmiş Gaziantep ekibini yeniden maça ortak etti. Muslera iyi bir kaleci ve ahlaklı bir profesyonel olmasaydı geriye düşmesi işten değildi. Sneijder’in serbest vuruştan gelen golü 3 puanı cebe koydu ama bu takım, bu manzara, bu oyun, bu vurdumduymazlık, bu sezon unutulmaz. “Bitse de gitsek” diyerek G.Saray’da görev yapanlar gider neticede; kalan hep bu dev çınar ve gerçek sevdalıları olur. Hakikaten bitsin de sezon gidin...