Paylaş
Cappadox’un bu yılki sürprizi; detaylı programı ve yeniliklere, keşiflere, maceralara araladığı kapılardan önce temayı belirleyen sloganıydı benim açımdan: ‘Dünyadan Çıkış Yolları’...
2012’de sessizce dünya sahnesinden çekilirken ardında 1990’lardan itibaren gizli bir örgütün üyesi gibi okuduğumuz öyküler, şiirler ve pek azına denk gelip görebildiğim resimler bırakan Sami Baydar’ın en sevdiğim kitabının adıydı bu.
Kitapla aynı adı taşıyan metinde iki kardeş, Yazgülü ve Engin konuşurken, Engin hamakta, gözleri kapalı vaziyette şunları söyler: “Dünyadan çıkış yollarını yalnızca odalara kapatılan çocuklar bilir...”
Cappadox, Pozitif tarafından 2015’ten beri düzenleniyor.
BEN ‘SESSİZ DOĞA YÜRÜYÜŞÜ’NDE SESSİZ DURAMAM ABİ!
Cappadox bu cümleyi rehber edinmesini “Eylemin yetersiz hatta imkânsız olduğu koşullarda, hayal gücünün ve sanatın açabileceği yollara atıfta bulunuyor, özgürleşmenin imkanı olarak şiirsel eylemi -anlam üretimini ve dünyayı yeniden kurmayı- öneriyor” şeklinde açmış.
Elimde yıllardır gözüm gibi koruduğum ‘Dünyadan Çıkış Yolları’nın kopyasıyla Kapadokya yoluna çıkarken program hakkında ‘bilgilenmemeyi’ tercih ettim. Odak noktasına müziği yerleştireceğimi, elimden geldiğince çağdaş sanat eserlerini görme ye uğraşacağımı ve bir tembel teneke olarak ‘sessiz doğa yürüyüşleri’ne, uyuz bir tip olarak da kahkaha terapilerine katılmayacağımı biliyordum.
Cappadox ağırlık merkezini; müzik, gastronomi, çağdaş sanat ve açık hava etkinlikleri arasında dağıtan bir festival.
Katılımcılar, tercihleri doğrultusunda kendi festival deneyimlerini inşa ederken, Kapadokya’nın -laf olsun diye değil, hakikaten- eşsiz doğası da şahıs hikâyelerinde belirleyici bir rol üstleniyor. Bu sene yağmurun da rol çaldığını, hikâyelerde kendisine alan açtığını söylemek gerekiyor bu noktada.
Uçhisar Kalesi’nde Mehmet Ali Uysal’ın ‘Kâğıt Kayık’ını görme maceramdan söz edeyim mesela. Küratör Fulya Erdemci’nin rehberliğinde Uçhisar Kalesi’nin zirvesine tırmanmaya başladığımızda ‘yağan şey’ dilimizde ‘ahmak ıslatan’ şeklinde şahane karşılığı olan türden bir yağmurdu.
Mehmet Ali Uysal’ın Uçhisar’ın zirvesine kondurduğu ‘Kâğıt Kayık’la buluşma anım, göğü kaplayan bulutlar ve uzanıp giden fantastik manzarayla birleşince bir nevi ‘Nuh’un
Gemisi’ne dönüştü ki; bir daha nerede yaşayacaksın böyle bir anı?
Cappadox’un ağırlık merkezlerinden biri olan müzik, şahsi ağırlık merkezim olduğundan kendi programımı da haliyle ona göre şekillendirdim. ‘İçsel Ateşini Bulmak’ başlıklı Çigong deneyimi, ‘Dinamik Bali Maymunu Meditasyonu’ veya ‘Kundalini Yoga’ gibi etkinliklere de, katılımcılarına da elbette büyük saygı beslemekle birlikte uzak kaldım. “Ben ‘sessiz doğa yürüyüşü’nde sessiz duramam abi” demiş biri olarak bu tür hadiselerde diğer katılımcıların iyiliğini düşünürüm.
‘Kapadokya’ isminin Kızılırmak’ın bugün Delice Çayı olarak anılan
Cappadox kolundan geldiği düşünülüyor.
Festivalin son gecesi Perili Ozanlar Vadisi’nde, her yaptığı işe bayıldığım Ah! Kozmos’u (solda) dinledim.
İDİL MEŞE ADINI AKLINIZDA TUTUN DERİM, MÜTHİŞ BİR VOKAL...
Müzikal açıdan nasıl geçti peki Cappadox? İzleme fırsatı bulduğum performansları kronolojik olarak sıralamak gerekirse...
Kapadokya’ya ulaştığım, çantayı otele atıp arkadaşlarımla buluştuğum sırada Kaan Tangöze’nin Uçhisar Çiftlik Evi’ndeki konseri başlamak üzereydi. Malum, ‘Duman’ın solisti’ olarak tanıdığımız Kaan Tangöze harikulade bir solo albüm yayımladı. Çiftlik Evi’nin bulunduğu vadiye yayılan kalabalık, üç saati bulan konserde Kaan’ın ‘bir adam, bir gitar, bir mızıka’ performansı sırasında saf, duru müzik üstümüzü örterken kimsenin atıştıran yağmurdan şikâyet ettiği yoktu. Birinci sınıf bir folk müzik performansı sunuyor Kaan. Kendi besteleri, araya serpiştirilen ‘cover’lar, klasikler... Şöyle seslerle buluyoruz ‘vadiden çıkış yolları’nı: “Bekle dedi gitti / Ben beklemedim / O da gelmedi ya / Ölüm gibi bir şey oldu / Ama ama ama kimse ölmedi.”
İlk kez geçen sene katıldığım Cappadox’ta en etkilendiğim mekân Perili Ozanlar Vadisi olmuştu. Bu sene de oradaki konserleri kaçırmamaya, Sadık Avcı’nın ışık mühendisliği marifetiyle kayaların üstünde oluşturduğu müthiş güzelliği izlemeye çalıştım.
Rhye’ın çok kalemim olduğunu söyleyemeyeceğim. Ama takiben sahne alan ‘Oceanvs Orientalis vs İlhan Erşahin’ performansından çok etkilendim. İlhan Erşahin uzun yıllardır farklı projelerini takip ettiğim bir dostum. Şafak Özkütle’yle beraber türler arasında kısa paslaşmalar yapan harikulade bir iş çıkardı ortaya. Bu noktada, konserde Özkütle ve Erşahin’e katılarak hadiseye bambaşka bir boyut kazandıran İdil Meşe’den de bahsetmeliyim.
İdil Meşe’yi ilk olarak In Hoodies’in Salon İKSV’deki albüm lansman gecesinde dinlemiştim. Müthiş bir vokal... Konser öncesinde kuliste biraz sohbet etme şansımız da oldu. NYU’da (New York Üniversitesi) bursla müzik okumak üzere yola çıkacak yakında. Adını aklınızda tutun derim...
Perili Ozanlar Vadisi’nde festivalin son gecesi yakından takip etmeye çalıştığım iki isim daha dinledim. İlki; her yaptığı işe bayıldığım Ah! Kosmos idi. Performansının başını biraz kaçırmak dışında bir pişmanlığım olmadı; harikuladeydi.
Mehmet Ali Uysal’ın Uçhisar’ın zirvesine kondurduğu ‘Kâğıt Kayık’ı
görmeye giderken yağmura yakalandık. Göğü kaplayan bulutlar ve uzanıp giden fantastik manzarayla birleşince ‘kayık’ bir nevi ‘Nuh’un Gemisi’ne dönüştü. Bir daha nerede yaşayacaksın böyle bir anı?
‘DOĞU’NUN AĞIRBAŞLI ENSTRÜMANLARI, BATI’NIN AHLAKSIZ ALTYAPILARI...’
Daha sonra yine heyecanla takip ettiğim yeni ekiplerden Nusaibin aldı sahneyi. Çekirdek kadrosu Moguz (Muratcan Oğuz), Tarık Aslan, Ezgi Elkırmış ve Onur Özçelik’ten oluşan Nusaibin, Facebook’ta yaptıkları müziği esprili bir şekilde şöyle tanımlıyor: “Doğu’nun ağırbaşlı enstrümanlarını, Batı’nın ahlaksız elektronik altyapılarıyla çalmak...”
Festivalin müzik ve yemek kısmına odaklandığım için diğer etkinliklerden uzak bir çizgide yürüdüğümü belirtmiştim. Ancak Cappadox’un özelliği, direkt ilişkiye geçmediğiniz disiplinlerle, etkinliklerle, eş dost aracılığıyla veya oluşan atmosferden üstünüze yağanlardan nasiplenmenize fırsat tanıması...
Dönüş yolunda hislerime tercüman bir cümle vardı zihnimde. Yine Sami Baydar’dan, yine aynı öyküden, ‘Dünyadan Çıkış Yolları’ndan, yine kahramanımız Engin’den: “Kırlara giden bir yoldan şimdi geri dönüyoruz, ertesi gün yine okul var sanki...”
Paylaş