100 kişi olsaydık bu ülkede, bu devirde, bu şartlarda nasıl bir “insan topluluğu” çıkardı karşımıza?
Eğitimi, gelir düzeyi, alışkanlıkları, yaşadıkları, yaşayamadıklarıyla, “aynı diyarda” birlikte yaşadığını düşünün 100 kişinin...
Araştırma şirketi Konda, anketler, raporlar ve TÜİK’in herkese açık kaynaklarından yola çıkarak 18 yaş üstündeki 56 milyonluk nüfusu 100 kişiye indiren bir çalışma sundu.
100 kişi olsaydık diye başlayalım biz de söze.
50 kadın, 50 erkek olacaktık.
5 OKUMAZ/YAZMAZ
16 kişi üniversite ve üstü eğitim almış olacaktı; 29’umuz lise mezunu, geri kalan 55 kişi ise “lise altı” grubunda yer alacaktı... O 55 kişi arasında yer alan 5 kişi ise okuma-yazma bilmiyor...
70 kişi evli. 24 bekâr var, birimiz boşanmış, birimiz nişanlı, dördümüz eşini kaybetmiş... 70 kişinin 35’i görücü usulüyle, 29’u tanışıp anlaşarak evlenmiş. 6 kişi ise rızası dışında yaşıyor bu hayatı.
Arkadaşımız Hacer Boyacıoğlu’nun haberine göre mesela saf yağdan ibaret dondurmanın paketine kafaya göre “Hakiki” diye yazılamayacak.
“Halis muhlis margarinin” üstüne Alp manzaraları fonuyla yayık görseli koyup tereyağı imajı vermek mümkün olmayacak.
Nakliye sırasında bile çiftlik yakınından geçmeyen yoğurda “Çiftlik yoğurdu” denmeyecek vesaire.
Tüketiciyi yanıltmanın, “kafa bulmanın” önüne geçecek iyi, güzel, hayatın diğer alanlarında da örnek almak gereken bir uygulama.
PARTİLER PARTİLERİMİZ
Mesela siyasi partiler...
Türkiye’de Temmuz 2017 itibariyle (Yargıtay’ın web sayfasındaki listeye göre) “faaliyette olan” 88 siyasi parti var.
Geçen sene bu zaman 96 parti vardı; sayları öyle artar azalır...
“Acelemiz var ağalar... İşler çok beyim... Feci yoğunuz leydim...” diye apar topar gelip geçen bu değişikliğin ardından 1 Ekim’e kadar tatile uzamak biraz tuhaf gelebilir...
Ama öyle demeyin, neler geldi başlarına...
Aaaah, ah!..
Saçları çekildi, kafalarına küllük fırlatıldı, yumruklandılar, tekmelendiler o garipler...
Aslında biraz acayip kaçacak ama bir de ısırıldılar bu 10 aylık yasama sürecinde...
Hakaretlere, mahalle kavgasında edilmeyecek galiz küfürlere maruz kalanlar oldu.
BİR YUMRUK, BİN FİKİR
Pet şişe savaşı yaptılar, meydan muharebesi taktikleri kullanarak toplu halde birbirlerine giriştiler...
Seyretmeyin bence ama ne olduğunu anlatayım...
Kolçak’ın tabutunun başında duran bazı tipler cep telefonlarıyla “foto-safari” yapıyorlar...
Tabutun üstüne ellerini koyarak, mizansenler hazırlayarak poz üstüne poz veriyorlar...
Olur da fotoğraflardan memnun kalmazlar diye bir daha bir daha çekiyorlar...
“Mahkeme kapısında bayram kutlaması mı olurmuş?” demeyin, gazetecinin bayramı böyle oluyor memlekette işte.
267 gündür tutuklu yargılanan gazeteci arkadaşlarımızın ilk duruşması 24 Temmuz Basın Bayramı’na denk gelince “kutlama” adresi de Çağlayan’daki Adalet Sarayı oldu.
Biri çıkıp “Saraylarda kutluyorsunuz işte bayramınızı, daha ne olsun?” dese ne diyeceksin?..
Bu noktada duruşma tarihini 24 Temmuz’a denk getirenlere “bir şekilde” şükran borçlu olduğumuzu da söyleyebilirim.
Bu dava olmasa bu kadar gazeteci nasıl buluşacaktık?
Eski dostları nasıl böyle toplu halde görüp dertleşebilecektik?
Bayram gibi bayram işte!
HAFAZANALLAH
Bu noktadan hareket edeceğiz ve “Garth Brooks’un (meşhur bir country şarkıcısıdır), Elvis kadar albüm sattığı bir piyasada adalet yoktur” noktasına kadar gideceğiz.
Önce bir araştırmaya bakalım.
Müzik dünyasının hem en büyük üreticisi hem de en geniş tüketici kitlesine sahip olan ABD, müzik dünyasının ana kumanda merkezi haliyle.
Nielsen’in araştırmasına göre 2017’nin ilk 6 ayındaki “müzik tüketimine” bakıldığında pastadan yüzde 25.1 oranında dilim alan hip hop ve R&B’nin ilk kez lider olduğunu görüyoruz.
Rock müzik ise yüzde 23.1’de kalmış.
YENİ OYUN DÜZENİ
Yani haber doğru, başlık doğru... Ama konu biraz daha yakından bakmayı hak ediyor.
İnternet devrimi sürecinde kaidesinden sarsılan ancak yıkılmayan müzik dünyası yeni sisteme uyum sağlamayı başardı.
Islıklanan Carole müydü acaba? Yoksa Ali Sami Yen’in “Bir renge ve isme sahip olmak ve Türk olmayan takımları yenmek” diyerek temel harcını döktüğü G.Saray’ı bu duruma düşüren zihniyet mi? ‘Zihniyet’ derken Selçuk’un veya Özbek’in veya Tudor’un zihniyetinden ötede bir yeri işaret ettiğimi bilin isterim. Koca G.Saray camiası, kulübün anahtarını teslim edecek başka bir ‘kafa’ bulamıyor mu? Dediğim futbolcusundan teknik direktörüne, başkanından kulüp doktoruna bir silsile...
Bu silsileyi belirlemek, kulübün geleceğiyle ilgili parlak ve gerçekçi bir vizyon oluşturmak sorumluluğunu taşıyanlar, yani ‘seçenler’ maçta homurdanıp eve dönmekten ötesini yapmakla sorumludur.
BRAVO GERÇEKTEN
Bruma, Sneijder, Podolski gitmiş; G.Saray’a hem skor katkısı sağlayan hem de çoğu zaman ıstırap verici oyun kalitesini anlık da olsa yükseltebilen isimler gitmiş. Sahada ne olacağı, zamanla ne yöne evrileceği belli olmayan bir kadro ve mesela bu kadronun başında da Tudor var. Kimdir Tudor? Şu ana kadar yaptığı bir değişiklikle çehresini değiştirdiği maç hatırlayanınız var mı? Tudor’un bu sezonu G.Saray’ın başında bitirebileceğine kendisi inanıyor mudur acaba? Suçu ona yıkacak halimiz yok ama manzara ortada işte...
Bu kadroyu, bu yönetimi, bu zihniyeti kurtarsa kurtarsa Harry Potter kurtarır. Onu transfer etsinler, çare Harry Potter.
G.Saray’ı düşürdükleri hale bak şunların... Mayıs ayında Avrupa’da kupa kaldıran takım, Temmuz ayında pasaportunu kasaya koyuyor...
Yazıklar olsun...
Haziran 2013’te bir gözünü polisin ateşlediği gaz fişeğiyle kaybetti Sarıkaya...
O günden beri sağ gözünün hakkını arıyor adalet dünyamızın hep karışık ve daha da karışık hale gelmeyi başaran koridorlarında.
Bir arpa boyu yol kat edemedi demeyelim haydi; en azından umutlanmasını sağlayan minik gelişmeler de oldu...
Ama vardığı noktanın boyu bir arpadan da uzun sayılmaz.
4 YIL 6 SAVCI
Bu yıl verdiği bir röportajda şunları söylüyordu Sarıkaya:
“4 yıl önce vücut bütünlüğü tam iken şimdi bir gözümde görme yetisini kaybettim. Bizi vuran polislerin yargılanması için açtığımız davada ise 4 yıl boyunca 6 savcı değişmesine karşı halen soruşturma aşamasından bir adım ileri gidilemedi...”
Aslında davada