Haberde Türk vatandaşlığına geçen 50 bin Suriyelinin 24 Haziran seçimlerinde Suriye uyruklu bir milletvekili adayı çıkarmak için Yayladağı, Antakya ve Osmaniye’de imza kampanyası düzenledikleri belirtiliyordu.
AKP’den aday olması istenen Suriye Türkmen Meclisi’nin eski başkanı Samir Hafez için 5 bin imza toplanmış ve Cumhurbaşkanlığı’na iletilmiş; hedef olarak da 30 bin imza belirlenmiş.
Samir Hafez de “Benim veya bir başkasının olması önemli değil ama bu insanların diğer azınlıklar gibi bir kontenjana ihtiyaçları var. Yakında 120 bin belki 130 bin kişiye vatandaşlık verilecek. Bu sayı daha da artabilir” dedikten sonra eğitim, sağlık, vatandaşlık gibi sorunların ana damarlarını sıralamış...
Türkiye hem yetkili kurumlar hem de sivil toplum örgütleri aracılığıyla sayıları 3.5 milyonu aşan mültecilere yardım için destansı denebilecek bir performans sergiledi.
Toplum olarak da iyi bir sınav verdiğimizi söyleyebiliriz. Homurtular münferit hadiseler dışında “hoşgörüye kuvvet yükselmeyen bir dip dalgası” boyutunda kaldı genellikle.
Ancak bu boyutta bir göçün yarattığı sorunları bütünüyle halletmek mümkün değil.
AAH SAYIN HAFEZ AH!
Peki Suriyeli mültecilerin veya
“Milli güvenliği bozucu nitelikte olduğu” gerekçesiyle grev hakkının “erteleme” kisvesiyle kadük hale getirildiği...
İSİG (İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi) tarafından açık kaynaklardan derlenen vakalara göre sadece mart ayında en az 122 işçinin hayatını kaybettiği...
Neyse işte durum ortada, anlatmaya gerek yok görüyorsunuz...
“Görüyorsunuz” diyorum ama mesela Ankara Valiliği’nin sakıncalı bulduğu sloganlar listesini gördünüz mü?
1 Mayıs Tertip Komitesi’nin yazılı olarak sunduğu slogan önerilerinin bazılarının “sakıncalı” bulunarak üstünün çizildiğini gördük bundan 10 gün kadar önce...
Bugün Ankara’da “Kazım Karabekir Caddesi AKM yanında toplanılarak Anadolu Meydanı’na kadar yürümek suretiyle” yapılacak 1 Mayıs kutlamalarında sakıncalı bulunan bazı sloganları hatırlayalım...
“Kadın cinayetleri münferit değil politiktir.”
“Erkek vuruyor devlet koruyor.”
Maç 20’nci saniyede Garry Rodrigues’in girdiği pozisyonla başladıktan sonra bir süre orta sahada trafik sıkışıklığı ve seri taç atışlarıyla devam etti. Topa hâkim olan taraf Galatasaray’dı ama topa hâkim olmak bu sıkı düğümü, bu çatır çatır süren mücadeleyi lehine çevirmeye yetmiyordu.
22’nci dakikada, o ana kadar zerre esnemeyen siyah-beyaz savunma hattı umulmadık şekilde kolayca deliniverdi. Muslera’nın rakip alana şavulladığı topu Gomis, Rodrigues’e indirdi, o da ekürisi Yuto Nagatomo’nun önüne yuvarladı. Rakip savunmayı kilitleyen gol pasını sürpriz isim Fernando noktaladı.
BAYRAM HAVASI
- Büyük ölçüde dengeli ilerleyen maçta topa hâkim olma sırası Beşiktaş’a geldi. Ancak Beşiktaş pozisyonları koklasa da gol üretemedi. Bu süreçte G.Saray da Gomis’le yakaladığı türden pozisyonlar üretti fakat yalnızca bir gol çıktı işte.
İkinci yarı Beşiktaş toplanmaya çalıştıysa da açık konuşmak gerekirse rakibini yıpratacak aşamaya taşıyamadı oyunu. 66’ncı dakikada Gomis, Tosic tarafından yaka paça indirilince hem penaltı kazanıldı hem de rakip 10 kişi kaldı. Ancak sezonun kahramanı topu direğe nişanlayarak hem golü kaçırdı hem de kendisini oyundan düşürdü.
Moral üstünlüğü için beliren bu ışığı kovalamaya başlayan Beşiktaş’ı yıkan Rodrigues oldu. Maç boyunca aradığı ama bir türlü bulamadığı fırsatı yakaladı ve sarı kırmızlı camiaya, “Size bayram havası getirdim” diyerek golünü attı.
Ligin ilk yarısında rakibine boyun eğen, belki de tarihinin en kötü performanslarından birini gösteren G.Saray bu galibiyetle birkaç kuş birden vurdu. Kalan haftalarda önde koşmak için Başakşehir ve Beşiktaş maçlarındaki ciddiyet ve hırsını koruması yeter. Esas bayram o zaman kutlanır. G.Saray’ı can-ı gönülden kutlarım. Yürüyedur!..
MAÇIN ADAMI: NAGATOMO
“Kanun yapımı (siyaset) ve sosis üretimi halkın gözü önünde yapılmamalıdır; ikisi de mide bulandırır...”
Siyaset sahnesindeki durumun mide değilse de kafa bulandırıcı olduğu konusunda sanırım çoğumuz hemfikirdir.
Sosis üretimini ise muhabirlik yıllarımda görmüştüm; “John Godfrey Saxe doğru konuşmuş millet, sessizce dağılalım” demekle yetineyim.
Hal böyleyken heves duyanı artar ama eksilmez siyasetin...
İçimdeki endişenin kaynağını şöyle özetleyebilirim:
“Ya başta yetkililer olmak üzere yetişkinler, yetişkinlerimiz samimiyet krizi geçirirlerse?.. Ya gerçekler ortaya dökülüverirse...”
Bugün artık 24 Nisan olduğuna göre, tıpkı geçen sene yaptığımız gibi bayram coşkusu içinde pek duyulmayan, göz ardı edilen istatistiklere bakalım mı?
Gözleri kapatmak, uzaklara bakarak ıslık çalmak opsiyoneldir...
Bu yıl rehberimiz Eğitim-Sen’in “Çocuklarımız ve Gerçekler” başlıklı raporu olacak...
İYİLEŞME YOK GERİLEME VAR
Rapora baktığımızda, geçmiş senelerdeki raporlarla karşılaştırdığımızda görüyoruz ki çocukların sorunlarında, özellikle de kız çocuklarının durumunda iyileşme yerine gerileme var.
Kız çocuklarının okul yerine evde eğitime yönlendirildiğini görüyoruz mesela... Ortaöğretim seviyesinde
Maçın ilk 22 dakikasında gelen 3 gole şaşırmak yerine, skor 2-2’ye gelene kadar neden bu kadar beklendiğini sotmak daha doğru olur.
Ne demek istediğimi ilk yarı sona ererken yaşanan “bir ana” bakmak yeterli olacaktır: Gomis’le 3-1’i bulmak üzereyken başarısız olan Galatasaray aynı pozisyonun devamında 2-2’den kıl payıyla kurtuldu.
Özetle tam bir “vurdi, vurdi, vuruldi” maçı.
Oysa Galatasaray, özellikle de berbat mı berbat deplasman karnesi göz önüne alındığında rüya gibi bir başlangıç yaptı. Önce 4’üncü dakikada Gomis’in takipçiliğiyle bulduğu gol geldi. Alanyaspor’un toparlanıp hızlı ve tehlikeli çıkışlarla üstüne gelmeye başladığı sırada Mariano’nun ceza sahasına bir el bombası gibi attığı topla “kendi kendini” vurmasıyla da farkı ikiye çıkardı.
Fakat Galatasaray bu, rahat durur mu hiç? 22’de rakibi tekrar oyunun içine çekecek golü ne yaptı etti yedi.
Sonrası gol kaçırma şovu şeklinde gelişti iki takım açısından da.
İkinci yarıda Alanya’nın penaltıdan beraberliği yakalamasının ardından teknik direktör hamleleri geldi. Terim başta etkisini zaman içinde yitiren Rodrigues, durgun Feghouli ve ne işe yaradığını hakikaten anlayamadığım Belhanda’yı dışarı alarak hücum hattını tazeledi.
Neticede
Hadise haberlerde, filmlerde gördüğümüz şekilde klasik olarak gelişiyor.
Elinde “altıpatlar” tabir edilen tabanca ile (malum, internetten kredi kartına taksitle alabiliyorsunuz) markete giren soyguncu, tehditle kasiyerden 1000 TL’yi (ç)alıyor...
Bu durumu “normal” olarak değerlendirmek elbette mümkün değil ama dünya üzerinde market bulunan hemen her yerde gerçekleşebilecek kriminal bir hadise ile karşı karşıyayız.
Ancak marketin güvenlik kamerası kayıtlarında bu soygunu “orijinal”, “benzersiz” kılan bir fark var.
Aslında bir “hadise” filan yaşanmıyor bu harcamalar karşısında ama biz yine de habere büyüteç tutalım...
Fatih Belediyesi’nin 2017 yılı gelir ve giderleri ile hesap ve işlemlerinin denetimi için oluşturulan rapora göre mehter takımı harcamaları için 11 milyon 490 bin TL ödenmiş.
CHP’li meclis üyelerine göre 2017 sonu itibariyle 341 milyon 925 bin TL borcu olan, İstanbul Defterdarlığı’nın vergi alacağı için İller Bankası gelirine haciz koydurduğu bir belediyenin yaptığı gereksiz bir savurganlık.
Mehter takımı gösterileri için bir ilçe belediyesinin yılda 11 milyon 490 bin lira harcamasını “acil ihtiyaç” olarak gören çıkar mı bilmem, bence de bu devirde en basitinden savurganlık sayılır.
ALAN MEMNUN, SATAN DAHA MEMNUN
Yine de alan memnun, satan herhalde daha memnun, dinleyenlerden yorum alma şansımız ise yok...
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın henüz taze olan “Lüksten, gösterişten kaçının” uyarısı bu tür harcamaları kapsıyor mu bilemiyorum.
Ancak kendisine durumdan vazife çıkartan bir vatandaş olarak işi gücü bir kenara bıraktım ve Fatih Belediyesi’nin mehter harcamalarını biraz olsun düşürmek mümkün mü diye küçük bir araştırma yaptım...