Topesto ‘‘N'aber, n'apiyon, nasılsın?’’ sorularına genellikle verdiği ‘‘Normal’’ cevabını değiştirdi. Bir yerde okumuş çok hoşuna gitmiş, şu sıralar ‘‘Nasılsın?’’ diyene ‘‘Uzun boylu, kahverengi gözlüyüm’’ diye cevap veriyor. Bir ara da hava durumuna takmıştı. Soruyorsun, ‘‘N'aber?’’, cevap geliyor ‘‘Güneşliyim... Parçalı bulutluyum... Yağabilirim sağanak şeklinde...’’ Orijinal ya eleman...
Cumartesi evde huzur içinde bir şeyler okurken aradı ‘‘Bir şey yapacak mıyız bugün?’’ diye.
‘‘Benden bugün cacık olmaz. Evde oturacağım, kendime müzik yapacağım, kitap okuyacağım. Eğer keyfim bir sürpriz yapıp 'Usta ben burdayım' diye çıkagelirse, ararım seni’’ dedim.
‘‘Ben sıkıldım oturmaktan, sinemaya filan da mı gitmeyiz?’’ dedi.
‘‘Matrix başlasa giderdim. Haftaya geliyor o (Bu arada dün başladı di mi? Gidilecek tabii...) X2'ye zaten gittik. Bana bulaşma abi sen, kafana göre takıl. Ben bir Bill Withers şarkısı kıvamına gelene kadar yayılayım’’ dedim.
Fakat genç ısrarlı... ‘‘Bak’’ dedim ve devam ettim, ‘‘İstiyorsan, bana bulaşmadan oturacaksan çık gel...’’
Tabii ki çıktı geldi.
İlk 1 saat filan öyle hayalet gibi takıldı. Tex okudu, paraya kıyıp aldığım ‘‘30 Days of Night’’ adlı şaheseri okudu...
Sonra ufaktan bulaşmaya başladı: ‘‘Buzlu çay hayatta çok iyi bir şey di mi? Sen de seviyordun di mi?.. Riko burada olsa, bir kişi daha çağırıp kağıt oynardık di mi?.. Pizzanın üstündeki mısırları sen de yemiyorsun di mi?.. Ben kuşlara mısır da vermeye başladım, iyi di mi?... Galatasaray şimdi şampiyon olamıyor di mi?..’’
‘‘Di ustacım di... Yahu burada olsa dediğin adam Londra'da, bu biiir. Pizzada mısır sevmediğim için, sipariş sırasında mısırsız olmasını istiyorum, etti ikiii. Cimbom kadar başına taş düşsün, üüüüüç!’’
‘‘Ne kızıyorsun ya, iki satır muhabbet etmeye geldik...’’
‘‘Hayır abi muhabbete gelmedin. Bantı başa sarıp dinleyelim istersen. Amış keyifsizlik ırmaklarında akıyordum, sen aradın, ben de 'Bulaşmayacaksan gel' dedim... Sen telefon konuşmamızdan 'Gel buzlu çay tartışalım' gibi bir şey hatırlıyor musun?’’ dedim.
Bu çıkış biraz püskürttü. Ama bu sefer de üzüldüm elemana zor zor çıkıştım diye.
Ben böyle kendi kendime ‘‘Alçaklık ettim lan arkadaşıma’’ diye düşünürken ‘‘Sence Riko, Homer Simpson'a benzemiyor mu? Benziyor di mi?’’ dedi.
‘‘Kalk allahın bir cezası... Yola vuralım bari kendimizi...’’ dedim.
Tünel'e doğru yürürken Riko aradı. İngiltere başbakanının karısı Cherry Blair üzerine küçük fakat yıkıcı bir konuşma yaptık. Güldük.
Bunları niye anlattım peki ben?
Hiç, dedim ya, sıkılıyordum; sizi bulmuşken size bunları anlatayım dedim.
Haydi görüşürüz sonra.
Thin Lizzy, Hawkwind, Yes, Blue Öyster Cult
Başlıktaki isimler, Linkin Park kuşağı için çok mana ifade etmeyebilir. Fakat, benim yaşıtlarım ve yaş olarak komşularımızdan rock müziğe meraklı olanlar ‘‘Ne o abi, ruh çağırma seansı mı yaptın?’’ diyebilirler.
Yok, yapmadım. Hem zaten Thin Lizzy'nin güzel abisi Phil Lynott'ın dışında ölen yok bildiğim kadarıyla bu toplulukların elemanlarından.
‘‘Bayram değil seyran değil, eniştem niye 70'lerin rock alemine daldı’’ denilecek haklı olarak.
Açıklayayım. Büyük Britanya'nın hala en güzel müzik dergisi olan Q Magazine'in son sayısını karıştırıyorum.
Röportajlar filan gayet güzel. Sonra İngiltere'de yaşamamama rağmen her seferinde yaptığım şeyi yapıyorum ve konser ilanlarına bakıyorum.
İçimde Glastonbury Festival'e bir kez daha gitme umudunu yaşatıyorum. Glastonbury'de kimler çalacak netleşmiş değil. Fakat niyeti ve imkanı olanlara şimdiden 16-17 Ağustos'ta yapılacak olan V Festival'i hararetle tavsiye ederim.
Red Hot Chili Peppers, Coldplay, Foo Fighters, PJ Harvey, The Hives ve hala çok sevdiğim Echo & The Bunnymen filan var. Ekip geniş de bu kadarını yazıyorum.
Ben böyle hayal aleminde ilanlara bakarken Thin Lizzy logosu dikkatimi çekti. ‘‘Phil Lynott mezarından kalkıp gelmiş olamaz di mi?’’ dedikten sonra kadroya baktım: John Sykes, Scott Gorham, Michael Lee, Gary Liedeman...
Sonra bu ilanın biraz üstünde Blue Öyster Cult'ı gördüm. Aaa, yanında da Yes'in ilanı var. Daha dikkatli bakınca Hawkwind'i de gördüm.
Deep Purple'ı İstanbul'da iki kez dinledim. Jethro Tull'ı da. Güzel konserlerdi ama haliyle babaların gençlik gidince performans da düşüyor.
Kendime ‘‘2003 senesinde Blue Öyster Cult konserine gider miydin?’’ diye sordum.
Net bir cevap alamadım ama galiba bir ses ‘‘Başka bir şey yok mu?’’ dedi. Vefalı bilirdim kendimi oysa...
17 Mayıs 2000
O gün, o belki de yaşadığım en güzel gün, Kopenhag'daki Parken Stadium'daki şanslı insanlardan biriydim.
Kupayı, UEFA Kupası'nı alıp dönmüştük Türkiye'ye.
3 yıl geçmiş. Galatasaray Dergisi son sayısında çok güzel bir UEFA Kupası özel bölümü hazırladı.
Yazıya oturmadan önce okudum ve tekrar yaşadım o seneyi ve o günü.
Milan'ı yenerek döndüğümüz UEFA Kupası macerası: Bologna, Borussia Dortmund, Real Mallorca, Leeds United, Arsenal...
Bugün statlarda o kupayı alanlara küfür edenlerin de bir kez olsun o yazıyı okumasını, hatırlamasını isterdim o seneyi.
Her neyse... Bugün mühim bir gün Galatasaraylılar. Bence kutlamak gerek.
Ne demişti Gheorghe Hagi final maçından sonra: ‘‘Başka bir şey yok kardeşim. En büyük Galatasaray. Başka bir şey yok...’’
Serin ve buğulu bir festival
Bünyeye Yaz gelecek: Tek dünya, tek kalp, tek vuruş ve kendi bütünlüğü dahilinde, bütün her şey: Tabiat, kalabalık, canlı müzik, dans, temas, heyecan, parti, özgürlük, eşitlik, huzur ve barış... 13-14 Haziran geceleri Park Orman'da binlerce kişinin katılacağı iki büyük konser düzenleniyor.
Yaza, soğukluğunca buğulu bir şişman bardak bira tadında festival gerektiğini hesaba katan Efes Pilsen, 13-14 Haziran geceleri, dünyanın tüm seslerini Park Orman'da bir araya getirmeyi planlıyor. Bu yıl ikinci yaşını kutlayan ‘‘Efes Pilsen One Love Festival’’ geçtiğimiz yaz, ‘‘Müzik motive eder,’’ düşüncesinden yola çıkıp, konserleri zincire bağlamış, 10 bin kişinin katıldığı bir yaz şenliği organize etmişti.
Bu sene ‘‘Niyet olsun, katılım büyüsün’’ hesabı gereği iki geceye yayılan festival, ilk gece One World / Tek Dünya adı altında dünya müziklerine kucak açarken, One Beat / Tek Vuruş isimli ikinci gece, dans müziği ve elektronikanın çağdaş ikonlarını ağırlayacak.
Festivalin bombası Moby'nin yıldızı, 14 Haziran Cumartesi tam geceyarısı parlayacak. Modern müziğin olgun doğmuş ikonu Moby, son zamanların en barışçıl, özgürlükçü ve hoşgörülü sahnesini sunarken, müzikal anlamda iç bütünlüğü yakalamış, dans müziğinden Punk Rock'a, Blues'dan elektronikaya tüm modern müzik türlerini denemiş ve konu yaratıcılıksa, algının kapılarını zorlamış, müzikal olduğu kadar lirik bir ozan. 13 Haziran'daki ‘‘One World’’ gecesi, festivalin tropikal atmosferli, bol danslı, maymun kıvraklığındaki, neşeli kıvrak bölümü. Güçlü davullarıyla Brezilyalı grup Olodum, salsanın Kolombiya'dan parlak sesi Yuri Buenaventura ve İngiliz acid-jazz efsanesi Soul II Soul Sound System ile, ilk geceye yakışır, ‘‘dingin’’ bir ortam hedefliyor.
14 Haziran'daki ‘‘One Beat’’ gecesi ise daha çok yeni nesil elektronik dans müziği hoplayıcılarına hitap eden ve sıkı kulüp kültürü takipçilerini yüreğinin kabininden yakalamayı uman, dartçı tabiriyle; ‘‘Bullseye / Öküz gözü’’ bir ok atıyor. Bol yıldızlı olması umulan ve bu konuda sıkı çalışılan gece, Moby'nin yanı sıra house-techno'nun parlak ekürisi İngiliz Futureshock ile funky elektronika'nın Kuzeyli akrabası İzlandalı Gus Gus'ı konuk edecek. Kapılar saat 19.00'da açılacak ve gün doğarken kapanacak. Biletler, 13 Haziran Cuma akşamı 25 milyon, 14 Haziran Cumartesi gecesiyse, 35 milyon liradan satılacak. Tüm Biletix gişelerinden, Biletix Çağrı Merkezi'nden ((0216) 454 15 55), www.biletix.com internet sitesinden ve Babylon Ana Gişe'den satışa sunuluyor.