BU dükkanın daimi müşterileri belki bilir; her perşembe buluşup iricene bir Ren geyiğini boynuzlarından tutmak suretiyle yere deviren bir ekibimiz var. Bir önceki cümleyi Türkçe olarak tekrarlamak gerekiyor tabii, ben de farkındayım. Yani biz bir grup insan (ki aramızda insan demeye bin şahit istenecek arkadaşlar da az değil ya neyse) perşembe akşamları toplanıp çeşitli konular üzerine konuşuyoruz.
Nedir bu konular efendim? Mesela bir ara sadece NBA konuşuluyordu. Ama batug.com yazarlarının, Kaan Kural'ın, Murat Kosova'nın, Yiğiter Uluğ'un filan katıldıkları akşamlar iyi bir NBA seyircisi olmaya çalışan ben bile konuşulanlardan bir nane anlamamaya başladım.
Futbol konuşuluyor, müzik konuşuluyor, ‘‘işrette keder bahsi olmaz’’ ilkesine sadık kalınarak sıkıcı şeyler konuşulmuyor.
Bir de tabii, bu ekipte kadın olmuyor. Başlangıçta zaten yoktu, sonra takılmaya başlayanlar oldu ama onlar da ‘‘Dead-ball foul ne? Gianluigi Buffon kim ve siz onun boyunun 1.88 olduğunu niye biliyorsunuz? Ben burada ne arıyorum?’’ diyerek zamanla sessizce dağıldılar.
Bu toplantılara çok mühim bir mazereti olmadan katılmayanlara pek iyi gözle bakılmıyor. Fakat İstanbul dışındadır filan, anlayış gösteriliyor o zaman.
*
Perşembe geyiği sadece yaz aylarında sekteye uğruyor. Daha doğrusu Ağustos başına kadar iyi geldik, de Ağustos'ta geleneksel çözülme süreci başladı ve 1 ay tatil edildi hadise.
Bir perşembe Domat Efendi'yle ikili bir görüşmemiz oldu. Onun dışında Haşmet ve Yiğiter'le buluşmak için ben bir girişimde bulundum ama Haşmet ‘‘Ya, millet bir toparlansın öyle yapalım’’ dedi.
Böyle diye diye 11 Eylül'ü bulduk işte.
Bütün planlar ‘‘İkinci 11 Eylül Hadisesi’’ adı altında 11 Eylül Perşembe gecesi, sonbahar/kış sezonunun ilk toplantısını yapmak üstüne kurulmuştu.
Fakat olmadı. İzmir'dekiler dönemedi, İstanbul'dakiler hálá yaz rehaveti yaşadıklarından oyun disiplininden koptular ve ilk toplantı tarihi 18 Eylül Perşembe gecesine ertelendi.
Ben de o gün Galatasaray-Juventus maçı için gideceğim Torino'dan döneceğim. Kaçta dönerim, ne halde dönerim bilemiyorum.
Yani benim 18'i için bahanem hazır diyorum. 11 Eylül Ekintisi'nin acısını çıkarmak için iyi fırsat...
Kalbimdeki sarışın
YA evdeki ‘‘Heart Of Glass’’ 45'liğinin kapak fotoğrafı ya da Hey Dergisi'nin verdiği Blondie posterini gördüğümde başlamıştı Deborah Harry'ye olan aşkım.
O güne kadar ileride evleneceğime kesin gözüyle baktığım kişi Bo Derek'ti. Fakat Deborah Harry'yi görür görmez ‘‘Kusura bakma Bo, seni de boş yere oyalamış oldum’’ demiş ve yeni büyük aşkıma yelken açmıştım.
Blondie'nin müzik de yaptığının farkına varmam biraz zaman almıştı. Sonra müziklerini de sevdim.
Blondie zaman içinde, ara sıra dönüp dolaşıp bir iki şarkısını dinlediğim bir grup haline geldi.
Sonra, bundan 4 yıl önce, Ekonomi Servisi için bir toplantı takip etmeye gittiğim Büyük Britanya'da, canlı olarak seyretme fırsatını yakalamıştım.
Daha doğrusu, süper sıkıcı bir CEO Zirvesi takip ettikten sonra, ceketi, kravatı Paddington Garı'nda bir dolaba tıkıp, ‘‘bir pantolon-bir tişört’’ halinde Glastonbury'ye akmıştım.
Blondie de o sene ekibi yeniden toplamıştı ve Glastonbury'de de çalacaktı. Debbie Abla haliyle yaşlanmıştı fakat bence hálá güzeldi. Kırmızının bu kadar çok yakıştığı bir kadın daha bilmem mesela...
Bütün bunları niçin anlatıyorum? Blondie, 6 Aralık'ta İstanbul'da, Bostancı Gösteri Merkezi'nde bir konser verecekmiş.
Daha çok vakit var ama ben şimdiden uyarayım. ‘‘Rapture’’ı, ‘‘Atomic’’i, ‘‘Heart Of Glass’’ı, ‘‘Denise’’i, ‘‘Hanging On The Telephone’’u, ‘‘Union City Blue’’yu, ‘‘The Tide Is High’’ı, ‘‘Call Me’’yi, bu büyük pop ikonu ve arkadaşlarından dinlemek için çok fazla fırsatınız olmayabilir hayatınızda.
‘‘I'm Always Touched By Your Presence, Dear’’ı da söyler mi acaba. İsteriz söyler, söylemezse de canı sağolsun...
Kaleci arayan bu ismi bir kenara kaydetsin
GEÇEN hafta sonu, Danone Uluslar Kupası'nda oynadıkları 7 maçın 6'sını kazanan fakat 5'inci olan minik millilerle birlikte Paris'teydim.
Turnuvayı, bizim takımın teknik direktörü Rıdvan Dilmen'in ‘‘Bunlar dünyalı değil, uzaydan ışınlanmışlar’’ dediği Güney Afrika takımı hakkıyla kazandı.
10-12 yaşındaki çocuklardan oluşan takımlar bunlar. Fakat Ajax, Güney Afrika'dan bir çocuğu hemen bağlamış. Duyduğum kadarıyla, Rıdvan da Fenerbahçe için iki çocuğun ismini Aziz Yıldırım'a verecekti.
Bu yıl Zidane'ın himayesinde yapılan turnuvanın finalini, ünlü futbolcu da seyretti ve maç sonunda kupa törenine katıldı.
Şampiyonun dışında altı adet de özel ödül dağıtıldı. En İyi Kaleci ödülünü de hakikaten hayranlıkla seyrettiğim Özkan Karabulut aldı. Özkan, penaltılara kalan üç maçın alınmasında en büyük rol sahibiydi. Fiziği yaşına göre gayet iyi.
Gençlerbirliği'ndeymiş. İyi kaleci arayanlar bu çocuğun adını bir kenara not etsin. Ali Yavaş hocam, sözüm biraz da sana. Hürmetler.
Endişe içindeyim
HÜRRİYET, Tolga Han'ın dans öğrettiği bir VCD seti veriyor. Versin, dansa meraklı olanlar öğrensin ‘‘Tango, Salsa, Disko, Hip Hop Cha-Cha, Oryantal’’ eğlensin.
Fakat hadisenin duyurulduğu gazete ilanlarında ‘‘Tolga Han'ın girdiği eve dans girer. Bu sefer dans etmeyi bilmeyen hiç kimse kalmayacak’’ gibi ibareler endişe verici.
Kendi adıma herkesin her an Salsa veya Cha-Cha yapabileceği bir ülkede yaşamayı tedirgin edici buluyorum.
Gözümü kapattığımda Hip Hop yapan kitleler görüyorum ve endişe ediyorum. Böyle bir durum...