İKİ hafta üst üste bienal yazısı sıkar mı acaba? Fakat yapacak bir şey yok, takıldım bir kere.
Mesela bir video yerleştirme hadisesi var, gidip gidip bakıyorum ‘‘Bu sefer anlayacağım’’ diye. Yok işte, kafanın kapasitesi belli. Ama, ben de çok haksız sayılmam.
Antrepo'nun alt katındaki karanlık salonlardan birine giriyorsunuz. Pijamalarıyla bir adamın görüntüsü yansıtılmış dört duvara birden. Yerde ekranları tavana bakar vaziyette bir grup televizyon durmakta. Arada bir ekranlar aydınlanıyor...
Pijamalı adam (Bu arada elinde oyuncağı var, onu da söyleyeyim) birden çocuk sesiyle konuşmaya başlıyor. Daha doğrusu dört görüntü birbiriyle konuşuyor. Yok efendim ‘‘Orada kimse var mı?..’’ filan.
Bekliyorum bir şey olacak diye, olmuyor tabii. Bitiyor, bir daha başlıyor. Hayır, illa herkes her şeyi anlayacak diye bir şey yok tabii ki.
Ama hakikaten ne demek istiyor bu sanat eserini yaratan kişi?
Ben bu soruyla kafayı kırmışken imdadıma Fatih özgüven yetişti. Sadece Fatih Özgüven çevirmiş diye bir kitabı okuyabilirim mesela. Jim Thompson gibi ortak zevklerimiz vardır.
Fatih Özgüven, Radikal'de ‘‘Filmler ve Hayat’’ diye bir köşeye sahip. Oradaki yazılarını da merakla beklerim. Genellikle salak filmleri doğradığı yazılarına ayrıca bayılırım.
Her neyse, baktım Özgüven ‘‘Antrepo'da Sinema’’ başlıklı bir yazı yazmış. Hemen okudum. Aaa, bir baktım o benim takıldığım filmden de (Aslında bir taneye takılmış değilim de yerimiz yetmez) bahsediyor. Fatih aynen şöyle yazmış:
‘‘Mesela Björn Melhus 'Bazen'de, elinde oyuncağı, kendi sesi olmayan bir sesle konuşan ürkmüş bir 'oğlan çocuğu'nun görüntüsünü aynı odanın dört duvarına değişen ölçeklerde yansıtarak korku filmi havasında 'ergenlik dehşeti'msi, distopya havalı bir şey anlatıyor.’’
Neticede belli ki Fatih sevmiş ve bir mana çıkarmış.
Korku filmi havası yaratıldığı kısmına katılıyorum. ‘‘Poltergeist’’ filmini küçük bir kızla değil de, eşek kadar bir adamla çekmişler gibi duruyor ve biraz ürkütücü bir hava doğuyor.
Hatta ilk seyredişimde, ben odada yalnız olduğumu düşünüyordum. Meğer bir kadın girmiş ben seyrederken, fark etmemişim. Kadın bir öksürdü, aklımı kaybediyordum korkudan.
Fatih'in yazısını okuduktan sonra, üşenmedim bir daha gittim seyrettim.
Yok abi, kesin bende bir şey var, yine bir şey anlamadım. Ne yapılır bu durumda? Eh telefon numarası olduğuna göre Fatih Özgüven'i aramakla başlanabilir işe.
Fatih 'anlamak' konusundaki düşüncesini net bir şekilde ifade etti: ‘‘Bu anlamak/anlamamak konusuyla ilgili bir meselem var benim de. Orada, mesela televizyonların arasında bir yerde bir anahtar mı var sanılıyor. Anahtarı takıp, yapılan işin anlamını öğrenmek gibi bir yaklaşım olabilir mi? Sadece yapılan işe yaklaşabilirsin veya yaklaşamazsın...’’
Türk filmlerinde zengin kızın dalga geçmek için yalıdaki partiye davet ettiği kavruk delikanlı gibi ‘‘Ben yaklaşamayanlardanım galiba’’ dedim.