YILDIZ Dağları veya aklıma işlediği adıyla Istranca Dağları, Trakya’da Karadeniz’i süzerek dikilir.
Bağrından doğan sular Ergene’ye, Karadeniz’e de dökülür ama başka yollarla da iner aşağı.
Efendi Dere, Çavuş Dere, Madara Dere, Rezve Dere, Bulanık Dere’dir bazılarının ismi mesela.
Ve bu dereler İğneada’nın göllerine ve çevresine hayat taşır: Erikli Gölü, Mert Gölü, Saka Gölü...
Bu derelerin taşıdıkları bereketli kum, eşine benzerine nadir rastlanan bir doğa harikasının inşasına temel taşı olur: Longoz Ormanları...
Denizle gölün arasına çekilen bu olağanüstü hatta oluşan bu güzelliğe Türkiye’de de, Avrupa’da da çok ama çok nadir rastlanıyor.
Boyları 15 metreye ulaşan ağaçlardan mürekkep bir ormandan söz ediyoruz.
“Gençlerbirliği’nin ne yapacağı önemli…”
Ankara ekibi ilk yarıda zorlu bir deplasmanda ne yapmak gerekirse onu yaptı denilebilir.
Kapandı, rakibini kalesine yaklaştırmadı, El Kabir gibi hızlı ve etkili oyuncularıyla Galatasaray’a baskınlar düzenledi ve golü de buldu.
Peki Galatasaray bu süreçte ne yaptı?
“SÖYLEYECEK sözüm kalmadı artık...”
*
Adını yazmama gerek yok meleğin...
10 yaşında bir kız çocuğu; arkadaşımın kızı.
Avuç içine sığdığı günden itibaren büyümesini izlediğimiz “fıstık”, her çocuğun hak ettiği gibi sevgiyle yetiştirildi, yetiştiriliyor.
HENÜZ yakınları morg morg gezerek sevdiklerini parçalanmış bedenlerinden tanımaya çalışırken kavga başladı.
Beyler böyle yas tutuyor...
*
Siyasette nalıncı keserini kapan sahneye koştu, gündemi kendine yonttu. Lafları “çok ama çok” önemliydi; sessizce, saygıyla, acıyla durmayı beceremediler.
Beyler böyle yas tutuyor...
Aksice laf yetiştirerek dinlediğin ama seyretmediğin “hafta sonu konuklar geçidi” programının mırıltısı eşliğinde gazete okuduğun bir güne daha...
“Şimdi haber merkezimize ulaşan bir habere göre...” diyor sonra sunucu...
Bu cümlenin ardından hayırlı haber gelmeyeceğini ömrü boyunca dehşetle, şokla, acıyla, isyanla sınanarak öğrenmiş her memleket evladı gibi gazeteyi kucağına bırakıp cümlenin devamına odaklanıyorsun...
*
Gün kararıyor.
Uyandığın gün değişiyor.
Artık ölenlerin üzerlerinin taşıdıkları “Savaşa İnat! Barış Hemen Şimdi” yazılı pankartlarla örtüldüğü, en beterinden bir güne uyanmış bulunuyorsun...
18 Şubat 2015’te, İngiltere’nin güneybatısındaki Cornwall civarında “havada bir elektriklenme” hasıl oldu.
Rusya’nın Soğuk Savaş yıllarından itibaren geliştirerek ürettiği dev bombardıman uçağı Tupolev Tu-95, İngiltere’nin burnunun dibinden geçiyordu.
“Ayı” lakaplı bu muazzam, gürültücü makine gölgesini Cornwall sahilerine düşürürken, İngiliz jetleri de havalanmış “Ne geziyorsun bizim mahallede” şeklinde bir tepkiyle yanından uçmuşlardı.
Bu ilk hadise değildi. Rusya, 2014’te patlayan ve Kırım’ı cebine indirmesiyle neticelenen “Ukrayna operasyonu”ndan beri bu tür “muzırlıklar” yapıyordu.
David Cameron bu “Oha! Bombardıman uçağı!” dedirten hadise sonrasında espriyle karışık bir değerlendirme yapmıştı: “Maceranın bu bölümünde ülkeyi koruyacak hızda jetlere, pilotlara ve sisteme sahip olduğumuzu öğrenmiş bulunuyoruz...”
Şakaya vurmayacaktı da ne yapacaktı?
Ukrayna’nın başına gelenleri hatırlasanıza...
OLUR olmaz bir yerlerde “yumurta küfesi” görürseniz şaşırmayın, paniğe kapılmayın; herhalde iktidar bırakmıştır...
*
Ne yumurta küfesi? Ne iktidarı?
Açıklayayım...
7 Haziran seçimleri öncesinde muhalefet partileri seçim bildirgelerini açıkladıktan sonra gürültü kopmuştu.
Dünyanın dört bir yanından geçmiş olsun dilekleri, destek ve dayanışma mesajları yağdı, var olsunlar...
Sivil toplum kuruluşları, istisnasız bütün partiler net ifadelerle saldırıyı kınadı, sağ olsunlar...
*
AKP, üç saldırganın parti üyesi olduklarının ortaya çıkmasının ardından hemen ilişiklerini kesti.
“Ya ne yapacaktı?” demeyelim yine de biz, en azından bu sefer doğru olanı yaptılar.