Çin’de değişik bölgelerden katılan 34 bin erkeğin sperm kayıtlarını inceleyen araştırıcılar havadaki partikül sayısındaki artışın, sperm hareketinde bozulma riskini %9 ile %14 arasında arttırdığını ileri sürmekte. Bunun altında yatan neden ise sperm üreten kök hücrelerin genetik ifadelerinin değişmesi. Genlerin çalışmasındaki değişiklikler, bunların yaptığı proteinlerin yapısında da bazı düzensizliklere yol açmakta ve neticede sperm kalitesi bozulmaktadır.
Hava kirliliği dediğimizde, soluduğumuz havadaki küçük parçacıkların yoğunluğundaki artış anlaşılır. Bu parçacıklar akciğerlerden girerek kan yoluyla vücudun her tarafına yayılabilir. Bu sırada kılcal damarları tıkayabilir ya da hücrelere zarar verebilir. Nitekim kalp damar hastalıkları ile hava kirliliği arasında anlamlı ilişki bulunduğuna çok sayıda bilimsel çalışmada rastlamaktayız. Aslında havadaki partiküller solunum yollarının filtre sistemlerince daha başlangıçta elimine edilmekte. Ancak çok ince olanları filtrelerden kaçıp, vücuda girebilirler. Örneğin 2.5 mikrondan küçük olan yanma ürünleri için filtreler anlamlı bir koruma sağlayamazlar. Bunlar arasında benzin, mazot dumanı ya da organik parçacıklar ile metal partikülleri sayılabilir. Toz, polen, küf gibi 2.5 ile 10 mikron arasındakiler ise filtre sistemine takılmakla birlikte, yine de bir kısmı vücuda girebilmekte. Bunlar daha çok inşaat çalışmalarının yoğun olduğu tozlu alanlarda görülür.
Dünya Sağlık Örgütü, gün içinde soluduğumuz 1 metre küp havada 2.5 mikronluk partiküllerin miktarının 15 mikrogramı aşmamasını önermiştir. Oysa kamyon, araba veya otobüslerin yoğun olduğu bölgelerde bu miktar 40 mikrogramı geçmekte. Bazı dünya başkentlerinde ise havada zaten normalde 12 ile 30 mikrogram partikül bulunmakta. Bu da gösteriyor ki, günlük hayatımızda kirli havaya oldukça sık maruz kalmaktayız.
Hava kirliliğinin nedenine bağlı olarak değerlendirildiğinde ise, yoğun trafiği olan yerlerde vücuda kolayca girebilen 2.5 mikronluk partiküllere maruz kalındığında sperm hareketinde %3.6 düşüş olurken, inşaat alanları gibi tozlu yerlerdeki 10 mikronluk partiküllerin kısmen de olsa filtrelerde tutulması sonucu bu düşüş %2.4 olmakta. Buradan da anlaşılıyor ki, hangi tür olursa olsun kirli hava bir şekilde üreme sağlığını etkilemekte. Dolayısıyla hava kirliliği ile mücadelenin önemi vurgulanırken kısırlık açısından da ele alınması özellikle genç çiftler için dikkate alınmalıdır. Kovid-19 salgını ile uğraştığımız şu günlerde edindiğimiz sokakta maske takma alışkanlığımız belki bu bakımdan da bir fayda sağlayabilir.
Dünya’nın değişik ülkelerinden gelen veriler, kovid-19 virüsünün testislerde değişik yollarla hasar meydana getirebileceğini göstermiştir. Örneğin Brezilya’dan gelen bir bildiride, virüs nedeniyle hayatını kaybeden 11 erkeğin hepsinde de virüsün testise yerleştiği ortaya çıktı. Belçika’da ise hastalığa yakalanan 120 erkek üzerinde yapılan bir araştırmada sperm sayısı ve kalitesinde geçici bozulmaların olduğu görüldü. Bunların %60’ının spermlerinde ilk bir ay içerisinde, %28’inde ise iki ay devam eden hareket düşüklüğü ortaya çıkmıştı. İster hastanede yatarak tedavi olsunlar ister evde geçirsinler, sonuç fark etmiyordu.
Birleşik Devletler Ulusal Sağlık Enstitüsü NIH’den gelen 2000 çiftin takip edildiği verilere göreyse, şayet erkek son 2 ay içerisinde kovid-19’a yakalanmışsa gebelik şansları %18 azalmaktaydı. Ancak 2 ay sonra tekrar normal gebelik başarısına geri dönüldüğü de belirtilmekte.
Uzmanlar sperm sayısındaki düşüşün enfeksiyonun ilk 2 ya da 3 ayı içerisinde görüldüğünü, daha sonra büyük kısmında normale geldiğini söylüyor. Bunun nedeni de erkekte bir sperm döngüsünün yaklaşık 3 ay olmasına bağlanmakta, bundan sonra kök hücrelerden yeni sağlıklı sperm üretimi devam etmekte.
Virüsün testisleri hangi yolla bozduğu ise tam aydınlatılmış değil. Burada, içine virüs girmiş hücreler kan yoluyla testise taşınarak doğrudan sperm üretimini bozabilir. Ayrıca, her enfeksiyon hastalığında olduğu gibi korona olgularında da açığa çıkan aşırı lökosit hücumu dokuda yıkıma neden olmakta. Yüksek ateş de sperm kalitesini bozan başlıca bir nedendir. Çünkü sperm üretiminin sağlıklı şekilde devam edebilmesi için, testislerin ısısının vücut ısısından 2 derece daha düşük kalması gerekir. Oysa ateşli hastalıklarda yükselen vücut ısısı nedeniyle testisler de etkilenmekte ve sperm üretimi bozulmaktadır.
Buna karşın kovid-19 aşısının üreme fonksiyonları üzerine zararlı olduğuna dair hiçbir bildirim gelmedi. En son bildirimin yapıldığı Boston Üniversitesi Tıp Fakültesi verilerine göre de aşı olan ya da olmayan erkek ya da kadınlarda gebelik başarısının değişmediği anlaşılıyor. Çeşitli üreme tıbbı dernekleri de benzer yönde görüşlerini bildirmekte. Buradaki tereddüt, kadında aşının düşük yaptığı yönünde sosyal medyada çıkan haberlerden kaynaklanmıştı. Buna göre, fötusun ana rahmine tutunmasını sağlayan plasentada bulunan bazı proteinlerin aşıdaki proteinler tarafından yıkılacağı iddia edilmişti. Oysa sonradan yapılan araştırmalar, böyle bir etkileşimin bulunmadığını bilimsel olarak ortaya çıkardı. Dolayısıyla düşük riskinin de olmayacağı bildirildi.
Kovid-19’a yakalanan erkeklerde bir diğer sorun da cinsel fonksiyonlardaki bozulmadır. Yine istatistikler göstermekte ki, hastaların yüzde 5’inde sertleşme yetersizliği yaşanmakta. Bu da iktidarsız kalma riskinin normale göre 3 kat artması demektir.
Netice olarak, elimizdeki veriler kovid-19 testi pozitif gelen erkeklerde üreme fonksiyonlarının ve cinsel fonksiyonların geçici süre de olsa bir şekilde etkilenebileceğini ortaya koymuş durumda. Oysa aşı sonrası böyle bir etkileşim şimdiye kadar bildirilmedi. Aşı olan ve olmayan çiftlerde gebe kalma oranları arasında bir fark bulunmuyor. Uzmanlar aşılanmanın gerek kısırlık gerekse iktidarsızlık riskine karşı anlamlı bir koruma sağladığını özellikle vurgulamakta.
Probiyotikler, salgıladıkları antioksidan proteinlerle hücrelerin zararlı metabolitlerle parçalanmasına karşı kuvvetli bir savunma mekanizması oluştururlar. Aynı zamanda probiyotikler, süt içindeki besinlerin daha kolay vücuda alınmasına da yardımcı olur. Diğer yandan, bazıları süt içindeki laktoz olarak bilinen şekeri sindiremedikleri için rahatsızlık duyar. Oysa yoğurtta bu şeker parçalandığı için, herhangi bir rahatsızlık duymadan süt ürünlerinden faydalanmaya da fırsat verir. Ancak yoğurtun bizim için ilginç olan tarafı, üreme sağlığındaki faydalarıdır.
Yoğurt yapmak üzere süt mayalandığında içindeki protein ve vitaminlerin antioksidan özelliği yaklaşık 2 katına çıkar. Yapımı sırasında ısıtıldığında su kaybı sonucu protein içeriğinin yoğunluğu da artar. Özellikle süt proteini olarak bilinen kazein, güçlü bir antioksidandır. Toksik oksijen bileşenlerinin daha sperm membranına zarar vermeden demir ile bağlanmasını sağlayarak, spermleri oksidatif stresten korur. Antioksidan vitamin içeriği nedeniyle de yoğurtun üreme sağlığına katkısı vardır.
A, C, D, ve E vitaminleri bakımından çok zengin bir kaynaktır. A vitamini ve beta karotenler sperm kök hücrelerinin olgunlaşması için önemli bir aracıdır. A vitamini ve bununla ilişkili retinoik asitin sperm kök hücresi spermatogoniumları çoğaltarak daha olgun seviyeye ulaştırdıkları çok sayıda çalışmada gösterilmiştir. Hatta, süperoksid dismutaz, katalaz ve glutatyon peroksidaz gibi spermleri oksidatif stresten koruyan bileşenlerin de miktarı yoğurtta oldukça yüksektir. Yoğurttaki co-enzim Q10 miktarı da saf sütten daha fazladır.
Co-enzim Q10, hücrelerde enerji jeneratörü olan mitokondrinin çalışması için zorunlu bir bileşiktir. Elektronların mitokondri içerisine girerek, ATP molekülü şeklinde enerji yakıtı üretmesini sağlar. Spermler de bu enerji ile hareket edebilir, yumurtanın etrafındaki zarları geçerek içine girebilir. Oksidatif stresten ve DNA hasarlarından korunmak için mitokondrinin sağlıklı çalışması gerekir. Co-enzim Q10’un sperm membranının zararlı oksijen metabolitleri tarafından parçalanmasını doğrudan önleyici bir etkisi de vardır. Ayrıca, co-enzim Q10’un yoğurt ile ilginç bir ilişkisi de bulunmakta.
Yakınlarda yapılan çok merkezli bir çalışmada, yoğurdun yağ içeriğinin co-enzim Q10’un daha fazla çözünmesini ve bu sayede de sindirim sisteminden emilimini kolaylaştırarak yararlılığını artırdığı gösterildi. Yoğurt içerisine nanopartiküller halinde ya da mikrokapsüller içerisine co-enzim Q10 katıldığında, spermler oksidatif stresten korunarak daha sağlıklı kalmaktaydı. Yoğurt kendine özgü yapısından dolayı, başka antioksidanlar için de güçlü bir besiyeri olabilir. Örneğin yeşil çay ya da E vitamini eklendiği zaman bu etkisinin yaklaşık 10 kat arttığı ortaya çıkarıldı. Günümüzde de çeşitli antioksidanlarla zenginleştirilmiş yoğurt ürünlerini raflarda görmekteyiz.
Fermente süt ürünleri arasında kefirin de yeri vardır. İçinde Torula mayaları, Saccharomyces, Lactococcus, Lactobacillus, Leuconostoc gibi canlı mikroorganizmalar bulunan kefir taneleri ile sütün mayalanması sonucu elde edilen kefir de yoğurt gibi önemli bir antioksidandır. Proteinlerin yanı sıra, kalsiyum, magnezyum, fosfor, potasyum, demir; A, B, D, K ve B12 vitaminleri bakımından zengin bir içecektir. Deneysel çalışmalarda beslenme ve çevresel faktörlere bağlı testis dokusunda oluşan hasarların ve DNA kırıklarının, en az yoğurt kadar kefir tüketimiyle de paralel azaldığı, antioksidan enzimlerin ise arttığı gösterilmiştir.
Netice olarak, fermente edilmiş yani mayalanmış süt ürünleri probiyotik içerikleri ve artmış antioksidan özellikleri nedeniyle erkekte üreme sağlığı üzerinde olumlu etkiye sahiptirler. Bu özellikleri dikkate alındığında, günlük hayatımızda kolay ulaşabildiğimiz yoğurt ve kefir baba adaylarına önerilebilir. Ancak her üründe olduğu gibi bunların da aşırı tüketiminden kaçınılması ve olası allerjik etkileri bakımından dikkatli olunması gerekir.
Çikolatanın faydası içeriğindeki kakaodan gelir. Çünkü kakaoda, fenolik antioksidanlar olarak bilinen flavonoidler ve proantosiyanidin gibi oksidatif strese karşı güçlü koruyucular bulunmaktadır. Oksidatif stres ise özellikle son 10 yıl içinde değişen çevre şartları neticesi ciddi bir kısırlık problemi olarak karşımıza çıktı. Bunun başlıca kaynağı cep telefonları, bilgisayarlar ve baz istasyonlarının yaydığı elektromanyetik dalgaların yanı sıra sigara, hava kirliliği, çalışma ortamındaki zararlı kimyasallar gibi çok sayıda etken olup, zamanla spermlerin içinde yüzdüğü sıvıda ROS dediğimiz zararlı oksijen ürünlerinin birikimine yol açarlar.
İşte, DNA hasarı olarak bildiğimiz ve spermlerin ölümüne kadar uzanan bu süreçte en büyük pay, artmış ROS seviyesidir. Kakaonun faydası da yüksek antioksidan tesiriyle bu noktada karşımıza çıkmakta. Yapılan çalışmalarda, kakao tüketiminin ROS düzeyini düşürerek oksidatif stresten, dolayısıyla DNA hasarlarından koruyucu etkisi bulunduğu ortaya çıktı. Oysa yıllardır çocuk sahibi olamayan çiftlerin en ciddi sorunlarından biri artmış DNA hasarıdır. Gerek sperm sayısında ve kalitesindeki bozulmalarda gerekse tekrarlayan gebelik kayıplarında DNA hasarlarının etkili olduğu uzun süredir biliniyor. Gerçekten de yakın tarihli çalışmalarda özellikle kakao ve flavonoid içeriği yüksek olan koyu çikolata tüketenlerin DNA hasarından daha güçlü korundukları gösterildi.
Çikolatanın etki mekanizmalarından bir diğeri ise, L-arjinin aminoasitinin vücutta üretimini artırıcı özelliğinden gelmekte. L-arjinin, kısırlık yakınması olan erkeklerin reçetelerinde sık rastlanan bir ürün. En önemli özelliği ise vücutta nitrik oksit adlı moleküle çevriliyor olmasıdır. Nitrik oksit damar genişletici özelliği ile kalp-damar hastalıklarında önerilen bir tedavidir. Bunun yanı sıra antioksidan etkisiyle de erkekte üreme sağlığını düzenler. Hatta penil ereksiyonda temel aracı molekül olma özelliğinden faydalanılarak, sertleşme problemi çeken erkeklerin tedavisinde önemli bir yer edinmiştir. Nitrik oksit kaynağı L-arjinin yarı esansiyel bir aminoasit olup, hastalık durumlarında dışarıdan takviye edilmesi gerekir. O nedenle de oksidatif stresin yarattığı doku harabiyeti ortaya çıkınca L-arjinin alınması faydalı olabilir.
Ancak şunu da belirtmek gerekir; her ne kadar kakao birçok bakımdan faydalı görülse de çikolata şekliyle tüketildiğinde yoğun bir karbonhidrat yükü getirir. Bu haliyle de özellikle obezite ve diyabet hastalarının diyetinde kısıtlanmaktadır. Ayrıca, antioksidan etkisini veren flavonoidler belli bir süre geçtikten sonra vücuttan atılarak etkisini kaybeder. Dolayısıyla bunu bir ilaç gibi görmemek lazım; sadece sağlıklı, düzgün beslenme alışkanlığımız içerisinde yardımcı bir destek olabilir. Oysa flavonoidleri kırmızı pancar, kırmızı lahana, havuç, kayısı, domates, patates, soğan, patlıcan, elma, armut, şeftali gibi besinlerle de almamız mümkün.
Netice olarak, dışarıda kar yağarken camın arkasında bir fincan sıcak çikolata içmek günlük yaşantının stresine karşı iyi bir alternatif sunarken aynı zamanda baba adayları için sağladığı faydalarıyla da içinizi ısıtabilir.
Baba adaylarının aşırı alkol tüketiminin vücutta üreme hormonları, sperm kalitesi ve genetik yapı üzerinde ciddi bir tehdit oluşturduğu uzun zamandır biliniyor. Bununla da kalmaz, çocukta davranışsal ya da yapısal çeşitli kusurlara da yatkınlık yaratır. Çalışmalar alkolün beyinden FSH ve LH hormon salgılanımını azalttığını, prolaktin hormonunu yükselttiği, bu nedenle de testis gelişimi bozularak hem testosteron hormonunun eksildiği hem de sperm üretiminin bozulduğunu gösteriyor.
Alkol doğrudan testislerde testosteron salgılayan hücreleri haraplayarak ve yine testosteron üretiminden sorumlu büyüme faktörlerinin çalışmasını engelleyerek de sperm kalitesini bozucu bir etki gösterir. Gerçekten de dünyada yapılan tüm araştırmalarda, alkol tüketim miktarı arttıkça sperm değerlerinde de buna paralel bir bozulma olduğu görülmekte. Birkaç yıl önce yayınlanan ve 16 bin erkeğin tahlil sonuçlarının incelendiği bir çalışmada da konunun ciddiyeti bir kez daha vurgulandı.
Alkolün testislerdeki en önemli etkisi, zararlı oksijen metabolitlerini artırarak sperm membranındaki yağ ve protein yapının bozulmasına yol açması. Bu da enerji jeneratörü olan mitokondrisinin çalışmasını bozarak spermin tükenmesine ve neticede DNA hasarı yaparak hücrenin ölümüne sebep olmakta. Aşırı alkol tüketimi ile sperm DNA hasarları arasında anlamlı bir ilişki olduğu çalışmalarda gösterilmiştir. Hatta yıllar içerisinde azoospermiye kadar giden bir bozulma da görülebilir.
Uzun süreli alkol kullanımının bir diğer zararı da spermi besleyen genital bez hücrelerinin genetik yapısında oluşturduğu değişikliklerdir. Epididim, prostat ve seminal veziküller spermin olgunlaşmasını destekleyen başlıca bezlerdir. Bunların genetik yapısındaki değişiklikler salgıladıkları ürünleri de bozarak sperm sağlığını olumsuz etkilemekte. Burada ilginç olan bir nokta, genetik yapının kişiden kişiye değişik olması. O nedenle de bazılarında alkolün zararlı etkileri daha şiddetli görülürken, bir diğerinde daha hafif gelişebilir.
Dolayısıyla, bir tanıdığınızın alkolden etkilenmemiş olması, sizi de etkilemeyeceği anlamına gelmemeli. Benzer bir bulguya kendi hastalarımızda da rastladık. Örneğin protamin adlı gen spermin olgunlaşmasında rol alır. Kısırlık nedeniyle incelemeye aldığımız bazı erkeklerde bu genin yapı taşlarında polimorfizim dediğimiz yer değişikliklerinin olduğunu gördük. Polimorfizim taşıyanlarda spermlerde kuyruk gelişimi de bozulduğu için azoospermiye daha sık rastlanılır. Genetik yapıdaki böyle kişisel farklılıklar nedeniyle de alkolün kimde ne derece bozulma yapacağını önceden kestiremeyiz. En sağlıklısı, hiç riske girmemek için aşırı alkol tüketiminden kaçınılmasıdır.
Alkol alışkanlığı olan erkeklerde asıl tehlike, çocuklarında ortaya çıkabilecek bedensel ve davranış bozukluklarıdır. Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalarda alkol tüketiminin yavruların zayıf doğmasına, kemiklerde, sinir sisteminde gelişim bozukluğuna ve hormonal düzensizliğe yol açtığı gösterildi. Benzer etkiler insanda da söz konusu olabilir. Gerçekten de uzun süreli alkol tüketen erkeklerin genetik yapılarında epigenetik dediğimiz bir mekanizmayla, alkolün yaptığı hasarların çocuğa da geçebileceği ortaya çıktı.
Her ne kadar sosyal içicilik dediğimiz ara sıra alkol alımının zararlı olmayacağı ileri sürülse de yukarıda bahsettiğimiz kişisel farklılıklar nedeniyle kimde ne kadarının tolere edilebileceğini bilemeyiz. Kısacası, alkol bağımlılığı sadece kendi sağlığımız değil, yavrumuzun sağlığı için de ciddi bir tehdit oluşturmakta. Zamanında bu alışkanlığın terk edilmesi bütün bu risklerden kurtulmak için en etkili tedavidir.
Kısırlık nedeniyle tetkik edilen çiftlerin yarısında erkeğin sperm değerlerinde düşüklük bulunmakta. En korkulanı da azoospermi olup olmadığıdır. Çünkü azoospermi olgularının ancak %10’u tedavi ile doğal sperm çıkışına kavuşacak, geri kalanı ise TESE yöntemi ile testislerde sperm aranmasına maruz kalacaktır. Bir diğer önemli parametre ise spermin hareketi. Gebeliğin gerçekleşebilmesi için, testislerde üretilen sperm hücrelerinin önlerindeki yaklaşık 5 metrelik uzun bir yolu kat ederek yumurtaya ulaşması ve etrafını çevreleyen zarlarını geçebilmesi gerekir. Bunu da ancak saniyede 5 mikron yol alan spermler başarabilir. Daha düşük hıza sahip olanların şansı da azalır. Normal demek için, sperm hücrelerinin en az üçte biri kendilerini ilerletebilecek belli bir hıza sahip olmalıdır. İşte, kısırlık araştırmasında ilk basamakta yapılan sperm tahlilinde sayı ve hareket değerlerine bakılması, tedavinin prognozu bakımından çok önemli bilgiler verir.
Sperm tahlili günümüz pratiğinde laboratuvarlarda yapılmakta. Bunun için özel donatılmış örnek verme odaları bulunur. Ancak her laboratuvar ortamı ideal şartlara sahip olmayabilir. Ayrıca, hoşa gitmeyen bir ortamın yaratacağı stres çıkan ejakulatın volümünü de olumsuz etkileyebilir. Böyle durumlarda dışarıda, kendinin tercih ettiği bir mekânda örnek vermesi ve bunu da kısa sürede laboratuvara ulaştırması istenir. Bu da her zaman mümkün olmayabilir. Kısacası sperm tahlili bazen ciddi bir sorun yaratmakta.
Günümüz teknolojisi takip edilemeyecek kadar hızla ilerlemekte. Bunların başında da cep telefonlarında kullanmaya başladığımız uygulamalar geliyor. Nitekim artık sperm tahlili de cep telefonuna sığdırılarak, yaşantımıza girmeyi başardı. Bu teknik 2 önemli ögeye dayanmakta: CD ya da DVD’lerin okunmasında kullanılan lens ve spermin taşınacağı mikroakışkan lam sistemi. Son yıllarda geliştirilen mikroakışkan sistemlerin sağlıklı sperm seçiminde başarılı sonuçlar verdiği bilimsel araştırmalarla gösterilmişti. Yeni uyarlanan teknikte ise, sperm örneği bu sistemin ince kanalcıklarına çekilmekte ve arkasından verilen ışık da lenslerle toplanarak telefona yüklenen programa aktarılmakta. Birkaç saniye içinde peş peşe alınan görüntüler işlenerek, örnekteki spermlerin sayısı ve hızı hesaplanıyor. Daha sonra da bu veriler telefon ekranında görüntülenmekte. Özellikle azoospermi olgularında sperm çıkışının başlayıp başlamadığının anlaşılmasında ya da çıkan spermlerin kalitesi üzerine tedavinin etkisinin takip edilmesinde faydalı olması beklenebilir.
Her ne kadar piyasaya verilmiş olsa da henüz telefon ile sperm tahlili uygulamaları pratikte kullanılabilecek bir yaygınlığa erişmemiştir. Kullanım kolaylığının ve sonuçlarının doğruluğunun anlaşılabilmesi için daha zamana ihtiyaç var. Ama ne olursa olsun, böyle bir sistemin geliştirilmiş olması bio-teknolojideki ilerlemelerin hangi boyuta geldiğini anlamada ilginç bir örnektir.
Testislerde sperm üretimi spermatogonyum dediğimiz kök hücrelerde başlar. Bunlardan gelişen hücreler yaklaşık 2 buçuk aylık bir sürenin sonunda olgun spermler haline dönüşerek meni ile dışarı atılır. Bu olgunlaşma süreci yine testislerde bulunan ve Sertoli hücreleri olarak adlandırılan bir grup destek hücresi tarafından idare edilir. Spermler, Sertoli hücrelerine gömülü vaziyette kalarak olgunlaşır ve zamanı gelince de yerlerinden koparak taşıyıcı kanallara dökülür ve buradan da testis dışına taşınırlar. Bunu, dalında olgunlaşan bir meyvenin zamanı gelince koparak yere düşmesine benzetebiliriz. İşte bizim çalışmalarımızda da bir grup azoospermi olgusunda sperm hücrelerinin yerinden koparak dışarı atılmasının bozulduğunu gösterdik. Normal gelişimlerini tamamlamalarına rağmen taşıyıcı kanallara dökülemedikleri için de tahlillerinde azoospermi çıkmakta.
Sperm hücrelerinin destek hücrelerinden kopması ADAMTS adlı bir grup enzim yardımıyla gerçekleşir. Bu enzimin görevi, kök hücrelerden gelişen sperm hücrelerinin olgunlaştıkça ileri doğru gitmesini sağlamaktır. Son aşamaya gelindiğinde de taşıyıcı kanallar içerisinde dışarı atılabilmeleri için bunları tamamen serbestleştirir. Oysa bazı azoospermik erkeklerde ADAMTS enzimi düşük seviyede olabilir. Enzim eksikliği nedeniyle serbestleşemeyen sperm hücreleri, testiste kalarak dışarı çıkamaz. Biz de tahlillerde azoospermi olarak yorumlarız. Gerçekten kendi sonuçlarımızda da bazı azoospermik erkeklerin bu enzimlerinde azalma olduğu ortaya çıktı.
Şayet enzimde bir azalma olduğunu gösterirsek tedaviyi de ona göre düzenleyebiliriz. ADAMTS enzimi Sertoli destek hücreleri tarafından salgılanır. Sertoli hücrelerinin en önemli besin kaynağı ise FSH hormonudur. İşte, enzim eksikliği olan erkeklerde bu şekilde bir hormon tedavisi başarılı sonuç verebilir. Ancak hormon tedavileri ile her olguda istenen neticeyi alamıyoruz. Bunu da araştırdığımızda, FSH hormonunun bağlanacağı algıçlarda genetik bir defekt olduğu ortaya çıktı.
Böyle hastalar hormon tedavisine beklenen yanıtı veremez ve son çare olarak TESE ameliyatı önerilir. TESE ile çıkarılan dokular mekanik yöntemlerle parçalanarak içlerindeki sperm hücrelerinin dışarı çıkması beklenir. Oysa ADAMTS eksikliği olanlarda mekanik parçalama da yetersiz kalabilir. Bu şekilde yetersiz kalınması durumunda ortama eklenen bazı enzimler spermlerin koparak serbestleşmelerini kolaylaştırabilir ve bu da TESE sırasında daha başarılı netice almamıza yardımcı olabilir. Kendi bulgularımızda da bu şekilde yapıldığında sperm bulma olasılığının anlamlı derecede arttığını gösterdik.
Netice olarak, erkekte azoosperminin nedeni testislerde enzim eksikliği olabilir. Semende yapılan genetik incelemelerle bu enzimlerin düzeyi düşük bulunursa bir süre hormon tedavisi fayda verebilir. Olmazsa, enzimatik ayrıştırma tekniği ile TESE yapılması başarıyı artırabilir. Buradan da anlaşılacağı üzere, doğrudan TESE ve tüp bebeğe geçmeden önce erkeğin detaylı bir tetkik programına alınması takip eden sürece önemli destek sağlayacaktır. Her zaman vurguladığım gibi, önce doğru tanı konmalı sonra buna yönelik tedavi planlanmalıdır. Ancak bu şekilde başarı şansı da artacaktır.
Işın tedavisinin erkekte üreme fonksiyonları üzerine etkisi testiste geliştirdiği hasar neticesi ortaya çıkar. Bu da tedavinin dozu ve süresine bağlı olarak değişir. Şayet doğrudan testis üzerine veriliyorsa, doğal olarak sperm üretiminde de ciddi bozulma beklenmeli. Bazı testis tümörlerinde, kan kanseri tedavilerinde ya da kemik iliği nakli için tüm vücut ışınlamasında bu şekilde doğrudan uygulama yapmak gerekir. Vücudun başka yerlerindeki organlar üzerine uygulama yapılırken ise testise rastlayan ışınların etkisi söz konusudur. Buna saçılan radyasyon da denmekte. Saçılan ışın tedavilerinde testislerde bozulma daha hafif olur.
Tedavi sırasında testis üzerine gelen ışınlar sperm hücrelerinin çoğalmasını engelleyebilir ya da kalitesini bozabilir. Şayet kök hücrelerini hasarlarsa, azoospermiye kadar değişen sperm kaybı görülür. Sperm üretiminin tamamen kaybolmadığı durumlarda da DNA hasarı yaratarak gebelik şansını düşürebilir. Testiste bulunan bir diğer hücre grubu ise, testosteron üretiminden sorumlu Leydig hücreleri olup, bunların ışından etkilenmesi ile testosteron üretimi düşerek hem sperm yapımı bozulur hem de cinsel sorunlar başta olmak üzere hormon eksikliğine ait diğer sıkıntılar ortaya çıkabilir. Çocukluk çağındaki ışın tedavilerinde testosteron üretiminde bozulmaya çok daha nadir rastlıyoruz.
Ancak günümüzde kullanılan ışın tedavisi yöntemlerinde bu hasarları en aza indirecek şekilde önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Hassas doz ayarlamaları yapılarak ve testisleri koruyucu önlemler alarak sperm kayıplarını belli ölçüde telafi etmek mümkün olabilmekte. Genel olarak erişkin erkeklerde olguların yarısında, ilk 1-2 ay içerisinde sperm değerlerinde bozulma başlar. Düşük doz tedavilerde bu 3 aya kadar da uzayabilir. Tedavinin bitmesini takiben 4-6 ay geçince bozulma en üst seviyeye erişir. Doz arttıkça bu süre daha da kısalabilir. Çocuklarda yapılan ışın tedavileri testiste henüz olgunlaşmamış olan kök hücreleri hasarlayarak erişkin dönemde kısırlık nedeni olmakta. Bunlarda tedavinin spermleri ne derece etkileyeceğini ise ancak ileriki yıllarda yapılan kontrollerde anlayabiliyoruz.
Işın tedavisini takiben sperm üretiminin eski haline dönmesi en erken 6 ay en uzun ise 5 yıl içinde olur. Olguların beşte birinde ise, yine tedavinin derecesine bağlı olmak üzere kalıcı azoospermi gelişebilir. Kemik iliği nakli gibi tüm vücudun ışın aldığı durumlarda sperm üretimindeki bozulma daha şiddetli olur ve ancak %20’sinde yeniden sperm üretimi başlayabilir. Bazı erişkin kanserlerinde ve çocuklarda Hodgin lenfomada lenf bezlerini tedavi etmek amacıyla karın seviyesinde ışınlama yapılır. Bunlarda testislere uzak kalındığı için, sperm üretiminde bozulma da çok daha az sıklıkta görülür. Özellikle testislerin üzeri kapatılarak korunmuşsa, herhangi bir değişiklik olmayabilir de.
Işın tedavisinin ileride erkeğin baba olma şansını yok etmemesi için alınacak önlemler de vardır. Bunların başında tedavi öncesi spermlerin dondurularak saklanması gelir. Böylece, azoospermi bile gelişse tüp bebek yapılarak çocuk sahibi olunması sağlanabilmekte. Dondurarak saklama işleminin spermler üzerine bir zararı olmaz. Artık çok az sayıdaki spermleri bile başarıyla saklamak mümkün olabilmekte. Azoospermi olan erkeklerin bir kısmında TESE işlemi ile testislerden olgun ya da henüz tam olgunlaşmamış ama döllenme kapasitesi taşıyan sperm hücreleri çıkabilir ve tüp bebek ile gebelik de sağlanabilir. Çocuklarda ise henüz sperm üretimi başlamadığı için sperm saklama da olamaz. Bunlarda ameliyatla alınan testis doku örneklerinin saklanması yapılabilir. İleride saklanan hücreler yeniden testise nakledilerek ya da laboratuvarda olgunlaştırılarak tüp bebekte kullanılabilir. Her ne kadar henüz bu uygulamalar gelişim safhasında olsa da ileride çocuk sahibi olma şansı verebilir.
Netice olarak, erkekte ışın tedavisi bazı kanser olgularında hayat kurtarıcıdır. Ancak bunun yanı sıra çocuk sahibi olma kapasitesinin de korunması gerekir. Her uygulamada mutlaka üreme fonksiyonlarında bir bozulma olması beklenmese de tedbir amaçlı sperm ya da testis dokusu saklanması bu endişeyi ortadan kaldıracaktır.