Yerleşmiş alışkanlıklardan bazılarının doğru ve yanlış yönleri aşağıda görülebilir.
1. Keçiboynuzu kısırlık tedavisinde sperm sayısını artırdığı düşünülerek sıklıkla kullanılmakta. Evet, bazı olgularda bunun faydası görülebilir ama bazı erkeklerde ise tam tersi etki gösterebilir. Keçiboynuzu meyvesi içinde bulunan Herba epimedii olarak bilinen bir bileşiğin yapısında icariin adlı flavinoid maddesi vardır. Bunun en önemli özelliklerinden biri de testiste spermleri besleyen Sertoli hücreleri üzerindeki FSH hormonunun bağlandığı reseptörleri artırmasıdır. Bu yolla FSH hormonunun daha fazla etki göstermesini sağlar. FSH hormonu spermler için çok faydalı olmakla birlikte aşırı miktarda bulunduğu zaman Sertoli hücrelerinin çalışmasını bozar. İşte bu nedenle de FSH hormonunun kanda çok yükseldiği erkeklerde kullanılması sakıncalıdır. Dolayısıyla keçiboynuzu sadece, FSH hormonu düşük ya da normal sınırlar arasında bulunan olgularda spermler için kullanılırsa değeri olur, aksi takdirde yarar yerine zarar verebilir.
2. Bir diğer yanlış alışkanlık ise, antioksidan olarak bilinen bütün ürünlerin aynı şekilde faydalı olacağı beklentisidir. Günümüzde bu amaçla piyasaya sunulan çok sayıda preparat mevcut. Genellikle de içerisinde birden fazla vitamin ya da bitkisel kaynaklı veya sentetik bileşikler bulunur. Bazı maddeler bir arada kullanıldıklarında etkilerinin daha fazla olacağı doğrudur. Örneğin E vitamininin yeterli etki sağlaması için yanında C vitamininin de alınması gerekir. Yüksek doz E vitamini kullanıldığında, tokoperoksil adlı oksidan moleküller açığa çıkarak spermlerin DNA hasarında artışa yol açacaktır. Oysa C vitamini bu toksik maddeleri baskılayarak E vitamininden gelecek zararları elimine eder.
Benzer durum selenyum için de geçerli. Bu elementin antioksidan etkisinde vitamin E ile sinerjik etkileşimi olduğu gösterilmiştir. Her ikisinin birlikte kullanıldığı olgularda semen sıvısında glutatyon peroksidaz adlı antioksidan seviyesi anlamlı derecede artar. O halde selenyum oksidatif stres ve DNA hasarından korunmak amacıyla kullanılacaksa, E vitamini ile birlikte alınması daha faydalı olacaktır. Bunun gibi başka örnekler de var. Anlaşılacağı üzere, antioksidan seçiminde rastgele ilaç kullanmak değil, içeriğine göre bir seçim yapmak daha doğru olur.
3. Yine antioksidan kullanımında sık karşılaştığımız bir diğer durum da hangi amaçla kullanıldığının bilinmemesidir. Her antioksidanın kendine göre bir hedefi vardır. Şayet bu hedefte bir bozukluk varsa, o zaman fayda sağlar, yoksa bir etkisi olmayacağı gibi spermlere zarar da verebilir. Bunun en çarpıcı örneğini karnitinlerde görmekteyiz. L-karnitin’e sperm değerlerini düzelteceği düşünülen çoğu preparatların içeriğinde rastlamaktayız. Bunun görevi besinlerle aldığımız yağları parçalayıp, açil-CoA molekülleri halinde mitokondriye taşımaktır. Mitokondri spermin enerji kaynağıdır. Açil CoA mitokondriye girince asetil-CoA haline çevrilerek enerji üretiminde kullanılır. Oysa asetil-CoA hücre için çok zararlı bir maddedir. Ortamda normalden fazla bulunursa tam tersine oksidatif stres ve DNA hasarına yol açabilir. Şayet L-karnitin gereğinden fazla kullanılırsa asetil-CoA enzimi de artar ve beklenen faydayı göremeyiz. Benzer durum başka ürünler için de geçerli. O nedenle de bu tür antioksidan destek ürünleri olarak bilinen preparatlara başlamadan önce sorunun asıl nedenini bulmak ve buna uygun ilaca başlamak en doğrusudur.
4. İçine girdiğimiz kış aylarında bir başka inanış ise, kalın giysilerle testisleri sıcak tutma eğilimidir. Ancak testisler soğuğu sever. Normalde de skrotum kesesi içinde testisler vücut ısısından 3-4 derece daha düşük ortamda saklanır. Isı arttıkça spermlerin hareketi azalır, DNA hasarı yükselir. Doğru olanı, pamuklu, bol giysilerin tercih edilmesi, sıcak banyo ve saunalardan kaçınılmasıdır.
Netice olarak, yukarıda bazı yanlış bilinen alışkanlıkları sıraladık. Görüldüğü gibi her hasta için kendine has bir tedavi planı yapılmalı. Ama hepsinden önemlisi, önce kısırlığa yol açan nedenin ortaya çıkarılması ve buna göre bir tedaviye başlanılmasıdır. Rastgele yapılan uygulamalar bazen fayda yerine zarar verebilir.
1986 yılında Güney Afrikalı doktor Thinus Kruger tüp bebeğe giren ve gebelikle sonuçlanan olgularda erkeklerin her bir sperminin baş, boyun ve kuyruk kısımlarını detaylı biçimde ölçerek bunları normal değerler olarak önerdi. Buna göre her 100 sperm hücresinden en az 4 tanesinin normal değerlerde bulunması durumunda gebelik şansı da anlamlı derecede artmaktaydı. O nedenle günümüzde sperm tahlillerinde normal morfolojili sperm oranının eşik değeri olarak %4 sayısını görürsünüz. Ancak üzerinden geçen 30 yıl içerisinde bunun çok da tutarlı bir değerlendirme olmadığı ortaya çıktı. Nitekim morfoloji sonucu “sıfır” da gelse, bu erkeklerin beşte biri eşlerini doğal yolla gebe bırakabilmekteydi. O halde sperm şekline bakmanın önemi nedir?
Bir spermin doğal yolla yumurtayı dölleyebilmesi için önce ona ulaşabilecek kalitede harekete sahip olması gerekir. Daha sonra da yumurtayı çevreleyen zarları delerek içine girebilmeli ve nihayet genetik malzemesini yumurtanınkilerle birleştirebilmeli. İşte bunu başarabilmesi için normal bir kuyruğa, düzgün, oval bir başa ve sağlıklı genetik yapıya yani DNA’ya sahip olabilmeli. Oysa tüp bebek yapılacaksa bu kadar detaya gerek kalmadan sadece genetik malzemesinin sağlıklı olması yeter. İşte o nedenle de doğal yol ya da tüp bebek için farklı değerlendirme kriterlerini kullanabiliriz. Örneğin hiç hareket etmeyen bir sperm şayet canlı ise, doğal yolla gebelik beklemeyiz ama tüp bebek için her zaman şansı olacaktır. Bununla birlikte tabii ki bir spermin her parçasının tamamen muntazam bir yapıda olması en idealidir. Tedavide öncelikle hedeflenen de zaten budur.
Sperm şekil bozuklukları genetik yapıdaki bir defekten kaynaklanıyorsa, bunları ilaçla düzeltemeyiz. Globospermi ya da kısa kuyruk gibi bozukluklar bu gruba girer. Ama metabolik bir etken söz konusuysa yapılacak bir şeyler var demektir. Bu grupta da en sık karşımıza çıkan neden oksidatif stres, yani spermlerin içinde yüzdüğü sıvıda toksik metabolitlerin birikmesidir. Sigara, varikosel, sağlıksız beslenme, iş yerinde zararlı kimyasallara maruz kalınması, sauna, sıcak banyo alışkanlığı, elektromanyetik dalgalarla yakın temas oksidatif stresin başlıca nedenleridir. İşte sadece bunlardan sakınılması bile morfoloji bozukluklarının düzeltilmesi için yeterli olabilir. Çünkü erkekte ortalama her 3 ayda bir kök hücrelerden yeni spermler üretilir. Siz yaşam şartlarını bir kez düzenlerseniz, bozuk spermlerin atılmasını takiben arkadan sağlıklı spermler çıkmaya başlayacaktır. O nedenle de spermlerin tedavisi en az 3 ay devam etmeli. Ama daha sonra da aynı tedbirler sürdürülmeli ki spermler yeniden bozulmaya başlamasın.
Oksidatif stresin bir diğer nedeni ise kök hücrelerin sperm yapımındaki bozukluklarıdır. Beslenme ya da yaşam şartlarının düzenlenmesi bu durumda yeterli faydayı sağlamayabilir. O zaman da hormonal dengeyi düzelterek ya da testisi besleyerek daha kaliteli bir üretim sağlanabilir. Sadece bunlar değil, spermin kendi içindeki metabolik bozukluklar da oksidatif strese yol açabilir. Böyle durumlarda bazı ilaçlar ya da antioksidan tedavilerden yararlanabiliriz. Ancak bunun için sorunun spermin neresinden kaynaklandığını anlamak gerekir. Spermin enerji kaynağı olan mitokondrisinin zayıflaması ile spermi çevreleyen membranın içindeki reaksiyon bozuklukları farklı tedavilerden büyük oranda fayda görür.
Netice olarak, sperm morfoloji bozuklukları her zaman çok önemli olmayabilir. Çok özel bazı durumlar dışında spermin şekline bakarak çocuk olur ya da olmaz şeklinde endişeye kapılmayın. En sağlıklısı, buna yol açan nedenin bulunup, ona göre bir tedbir alınmasıdır. Bunun ilk adımı da sağlıklı beslenme ve yaşam tarzınızdaki değişikliklerden geçer.
Şayet sperm çıkıyorsa ve hareketli sperm de varsa, ne kadar düşük olursa olsun her zaman için gebe kalma umudunuz devam eder. Tabii ki hareketli sperm sayısı azaldıkça şans daha da düşer ancak bunun nedenini araştırmadan, bir tedavi almadan hemen umutsuzluğa kapılmanız da gerekmez.
Öncelikle tahlil raporunu doğru değerlendirin. Sperm hareketi verilirken ileri-hızlı, ileri-yavaş, yerinde hareketli ve hareketsiz şeklinde 4 değer görürsünüz. Dikkat etmeniz gereken, ileri-hızlı ve ileri-yavaş oranlarının toplamının 32’nin üzerinde olmasıdır. İleri-hızlı değerleri çoğunda çok düşük gelir, hatta sıfır çıktığı da olur. Oysa ikisinin toplamı 32 ya da üzerindeyse, bunu da yeterli kabul edebilirsiniz. Bir de sayıya dikkat etmeli. Sayı çok yüksekse, hareket düşük de olsa yine yeterli diyebilirsiniz. Burada da kaç tane ileri hareketli sperm olduğuna bakılmalı. 5 milyonun üzerindeyse sorun yok demektir.
Sperm hareket bozukluklarını düzeltemeyeceğimiz 2 koşul bulunur; genetik eksiklik ve yapısal kusurlar. Genetik sorunları ejakulatta bazı markırlara bakarak kısmen de olsa ortaya koymak mümkün. Yapısal kusur dediğimizde ise, spermin kuyruğunu oluşturan iskeletin doğuştan eksikliği ya da kırıkları anlaşılır. Bunları da ne yazık ki ilaçlarla tam anlamıyla onaramayız. Ama sorun metabolik ise, yani spermlerin beslenmesinde ya da metabolizmasında bir sorun varsa bunları ilaç ve bazı tedbirlerle tedavi etmek mümkün.
Spermlerdeki başlıca metabolik sorun artmış oksidatif strestir. Yani içinde yüzdükleri sıvıda biriken toksik maddeler. Bunu ölçerek spermlerin ne kadar kirlendiğini anlayabiliyoruz. O zaman antioksidan ilaçlar ve yaşam tarzındaki düzenlemelerle bunları temizleyebiliriz. Bazı durumlarda FSH ya da testosteron hormonundan da fayda görmek mümkün. Antioksidan tedavi yöntemlerinden diğer yazılarımda detaylı olarak bahsetmiştim. Burada dikkat edilmesi gereken husus, oksidatif stresin asıl kaynağının bulunup, buna yönelik bir tedavi planı yapılmasıdır. Aksi takdirde tam tersi sonuçlar ortaya çıkabilir.
Bir diğer metabolik sorun ise spermlerin beslenme yetersizliğidir. Spermin hareketi için çinko, selenyum, folat, arjinin, karnitin gibi bazı vitamin, mineral ya da aminoasitlere ihtiyaç vardır. Bunlarda bir eksiklik varsa, dışarıdan takviye edilmeleri faydalı olabilir. Spermin enerji kaynağı mitokondrisidir. Mitokondriyi bir pil gibi düşünebilirsiniz. Nasıl ki pili tükenen bir fenerin ışığı zayıflar, enerji üretimi azalmış bir mitokondri de sperm kuyruğunun hareketini destekleyemez. Bunu da ortaya koyacak testler ve mitokondriyi besleyecek ajanlar mevcut. Sentriol ise kuyruğu hareket ettiren motordur. Hemen spermin başının gerisinde, boyun kısmında bulunur ve tahlillerde boyun bölgesinin şekil bozukluğu şeklinde karşımıza çıkar. İlave testlerle de bozuk olup olmadığı hakkında fikir edinebiliriz. Sentriol hastalıkları diğer nedenlere göre daha zor üstesinden gelinecek yeni bir konudur.
Netice olarak, sperm hareket bozukluğu birçok nedenden kaynaklanabilir. Bir kısmı tedavi ile düzelebilirse de diğerlerinde doğal yolla gebelik şansı düşük kalacağı için tüp bebek gerekebilir. Duruma göre piezzoelektrik ile sperm ya da yumurta aktivasyonu yapılarak fertilizasyon başarısını artırmak denenebilir.
Plazma tedavisi günümüzde saç dökülmesinden diş problemlerine, eklem hastalıklarından cilt gençleştirmesine kadar tıbbın çeşitli alanlarında başarıyla uygulanmaktadır. Ancak son yıllarda kadın ve erkeğin kısırlık sorununda da bu yöntemin etkili olacağı gösterildi. Yumurta zayıflığı olan kadınlarda yumurtalıklar içine ya da yapışıklık gelişmiş rahim duvarına enjekte edildiğinde etkili bir iyileşme sağlayabilmekte.
Erkekte ise sperm üretimini artırması hedeflenmekte. Deneysel çalışmalar plateletlerin sperm kök hücrelerini uyararak hem çoğalmalarını hem de olgunlaşmasını hızlandırdığını ortaya çıkardı. Burada yapılan işlem, kişinin kendi kanından hazırlanan plateletten zengin plazmanın testise enjekte edilmesidir. Ancak henüz yeni tanımlanan bir tedavi olması nedeniyle kesin sonuçları hakkında bir fikrimiz yok. Bununla birlikte, ön araştırmalarda herhangi bir yan etkisinin olmadığı ve güvenle kullanılabileceği görülüyor. Kısıtlı sayıdaki uygulamalarda da yüz güldürücü sonuçları olduğu anlaşıldı. Yine de rutin uygulamaya girmesi için biraz daha zamana ihtiyaç olduğunu söyleyebiliriz.
Plazma tedavisinin en önemli özelliği kişinin kendi kanından alınan hücrelerin kullanılıyor olmasıdır. Bu hücrelerin çekirdeği bulunmadığı için de testisteki kök hücrelerin genetik yapısında bir değişiklik ortaya çıkarmamakta. Dolayısıyla çocukta anomali gelişme riskini de artırmıyor. PRP’nin hazırlama ve uygulama kolaylığı da bir diğer avantajıdır. Ancak testise verilmesi sırasında çok dikkat edilmeli. Fazla miktarda verildiğinde doku hasarı yapması, uygulama sırasında gerekli hijyene dikkat edilmezse testis iltihabı gelişmesi ya da kanama gibi olumsuz yan etkileri de olabilir.
Plazma tedavisi bir kök hücre tedavisi değildir. Sadece testisteki sperm üreten hücrelerin iyileştirilmesi ve beslenmesine yönelik destek sağlayan bir uygulamadır. O nedenle de tedaviye alınacak hastalarda testisteki kök hücrelerin tamamen kaybolmamış olması gerekir. İleri derecede atrofi gelişmiş çok küçük testislerde ya da ciddi genetik kusur saptanan olgularda her zaman sonuç alınamayabilr. Bunun için önceden detaylı bir muayene ve bazı testlerin yapılması, bunlara göre tedaviye geçip geçmemeye karar verilmesi çok önemli. Daha etkili bir sonuç almak için beraberinde testisteki destek hücrelerini besleyen adjuvan tedavilerden de fayda görülebilir.
Ancak sperm üretiminin bozulmasına yol açacak birden fazla sorun olabilir. Plateletler her zaman bunları tedavi edemeyebilir. O nedenle her şeyden önce mutlaka asıl nedene yönelik ön incelemeler yapılmalı. Bir eksiklik ya da bozukluk bulunursa, öncelikle bunun düzeltilmesi gerekir. Aksi takdirde rastgele PRP uygulaması bir yarar sağlamayacaktır.
Her ne kadar bunların şansı çok düşük kalsa da sonuç alınabiliyor olması tüp bebeğe alınacak hasta sınırını biraz daha genişletmemizi sağladı. Son yıllarda kısırlık tedavisinin hedefinde bu şekilde kuyruksuz üreme hücrelerinin başarısını nasıl artırabileceğimiz üzerinde çalışmaların yoğunlaştığını görmekteyiz.
Kuyruk, sperm hücresinin yumurtaya doğru ilerlemesinde temel gereksinimdir. Testiste üretilmesinin ardından yumurtaya ulaşabilmesi için spermlerin önünde kat edecekleri metrelerce yol bulunur. Bunu da ancak kuyruk salınımlarıyla yüzerek gerçekleştirebilirler. Bununla birlikte, hareket etmeseler bile canlı olduklarını gösterdiğimiz spermlerle de tüp bebekte gayet güzel sonuçlar alabiliyoruz. Nitekim ROSI yöntemi, bu şekilde kuyruksuz spermlerle yapılan bir tüp bebek tekniğidir. Bilimsel araştırmalar ROSI’nin başarılı sonuç vermesinde uygun hücre seçiminin çok önemli olduğunu gösterdi. Çünkü kuyruğu görülmeyen bir sperm hücresini ilk bakışta iltihap hücrelerinden ya da testisteki diğer hücrelerden kolayca ayırt edemezsiniz. Bu, uzun tecrübe gerektiren ayrı bir iştir. Sadece şekil olarak tanımlamak yetmez, aynı zamanda genetik yapısının da belli bir olgunluk aşamasına gelmiş olması gerekir.
Sperm hücresi testisteki kök hücrelerden gelişir. Olgunlaşıp çocuk yapabilir duruma gelmesi ise yaklaşık 74 gün almakta. Spermin çocuk yapabilir duruma gelmesinde en kritik evre, bölünerek genetik malzemesinin yani kromozomlarının sayısının yarıya inmesidir. Aynı şekilde yumurta da genetik kargosunun sayısını yarıya indirir ve bu sayede sperm ile yumurtanın birleşmesiyle normal sayıda kromozomlara sahip çocuk dünyaya gelir. İşte, tam bu genetik yarılanmalar olurken beraberinde kuyruk gelişimi de başlar. Spermin kuyruğu, sentriol dediğimiz iki küçük organelden kaynaklanır. Oysa sentriol sadece kuyruğu yapmakla kalmaz aynı zamanda yumurtaya girdiğinde embriyonun gelişmesini de başlatıcı bir özelliğe sahiptir. Yakın tarihli araştırmalar tüp bebek başarısızlıklarının önemli bir nedeninin sentriol bozuklukları olduğunu gösterdi. Şayet sentriol çalışmıyorsa kuyruk da gelişmeyeceği için kuyruğu olmayan bir spermin kadını gebe bırakması söz konusu olmayacaktır. O nedenle de kuyruksuz hücrelerin tüp bebekte kullanımı kısıtlı kalmıştır. İşte kuyruksuz spermlerin tüp bebekte sonuç vermesi için mutlaka kromozom sayısının yarıya inmiş ve sentriolünün de çalışmaya başladığı evreye gelenleri seçmek son derece önemlidir.
Diğer yandan spermler sağlıklı sentriollere sahip olsa da bunlarda başka nedenlerden dolayı gözle seçilebilir bir kuyruk gelişemeyebilir. Bazı genlerin eksikliğinde bu şekilde kuyruk gelişiminin tamamlanmadığı gösterilmiştir. Oysa kuyruk gelişimi yetersiz kalmış spermler tüp bebekle yumurta içerisine verildiklerinde, normal embriyo gelişimini başardıkları görülmekte. Şayet kuyruklarını göremediğimiz ama sentriolü sağlıklı spermler seçilebilirse tüp bebeğin de başarısı artacaktır. Ancak spermin çocuk yapabilecek kapasiteye erişmesi için sadece sentriolün gelişmesi değil, çok sayıda başka genlerin de aktifleşmeleri gerekir. Günümüz teknolojisi sayesinde özel genetik testler ile artık böyle hücrelerin varlığını gösterebiliyoruz. Bu belirteçlerin yeterli seviyede olduğu hücreleri seçersek, kuyruksuz spermlerle de tüp bebekte başarılı sonuç almak mümkün olabilecektir. Bu yönde tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yoğun bilimsel araştırmalar yapılmakta. Kısırlık tedavisinde kök hücrenin pratikte kullanıma girmesi için henüz çok uzun zaman varken, testisteki olgunlaşma yoluna girmiş kuyruksuz hücrelerin kullanımı azoospermi hastaları için gerçekçi bir umut olabilir.
Hücrelerimizin içi sıvı plazma ile doludur. Yine zehirli metabolizma artıklarını vücudumuzdan su sayesinde atarız. Suyun faydaları saymakla bitmez. Susuz bir hayat mümkün değildir. Yemeden günlerce canlı kalabiliriz ama susuzluğa en fazla saatler içinde dayanabiliriz. Bütün bunların yanı sıra suyun üreme sağlığımızda ayrı bir yeri vardır.
Gerek kadında gerekse erkekte üreme kanallarında gametlerin hareket edebilmesi suyun sağladığı akışkan ortam içerisinde mümkün olabilir. Erkekte spermler testiste, seminifer tubüller dediğimiz çok ince kanalcıkların duvarlarında üretilir. Olgunlaştıkça da lümene dökülürler. Testislerde spermler kendi başlarına hareket edemedikleri için ilerlemeleri ancak lümendeki suyun akışına kapılarak gerçekleşir. Testisi terk ettikten sonra, 5 metre uzunluğunda tek bir kanaldan ibaret epididim dediğimiz bezin içine girer. Burada kuyruk hareketleri başlar ama yüzebilmeleri için yine suya ihtiyaçları vardır. Sıra erkeğin vücudundaki işleri bitip de kadında vajen içine atılmaya geldiğinde çok daha fazla miktarda su gerekir. Bu da prostatın hemen yanındaki seminal veziküller olarak adlandırılan iki küçük bezden sağlanır. Spermlerin içinde yüzdüğü sıvının üçte ikisi bu bezlerden gelir. Spermin kadın genital kanalında rahatça yüzerek ilerleyebilmesi için bu sıvının bol miktarda olması önemlidir. Aksi takdirde seminal plazmanın kıvamı koyulaşır ve spermlerin yüzmesini güçleştirir. Suyun yetersiz kalması durumunda spermler rahim içinde serviks dediğimiz kanalı geçemez ve yumurtaya ulaşamazlar. İşte bu nedenle su, erkekte üreme sağlığı için son derece önemlidir.
Sadece ilerlemeleri için değil, besin maddelerinin sperme ulaşabilmesi için de vücudumuzun suya ihtiyacı vardır. Su olacak ki kapiller damarlar içinde vitaminler, mineraller, proteinler, şeker ve diğer besinler üreme bezlerine kadar gelebilsin ve burada meni kanallarını döşeyen hücrelere girip işlensin ve nihayet spermin içine girmek üzere lümene atılabilsin. Örneğin spermin enerjisini sağladığı früktoz şekeri, ancak seminal vezikül bezleri içinde eridikten sonra kullanılabilir hale gelir. Ya da domatesten aldığımız likopen bağırsaktan emilip sperme kadar ulaşarak oksidatif stresten ve DNA hasarlarından koruyabilsin. Antioksidan olarak bildiğimiz vitaminler, selenyum, çinko, folik asit, karotenler ve diğerleri hep su içerisinde taşınırlar. Aslında suyun kendisi de kalsiyum, magnezyum, demir, çinko gibi mineral kaynağıdır.
Suyun bir diğer önemi de spermin asiditesinin korunması içindir. Spermin asiditesi pH değeri ile ölçülür. Normalde bunun 7’nin üzerinde olması gerekir. Su dengesi bozulduğunda pH düşerek ortam asitleşir ki bu şartlarda spermlerin canlılığı tehlikeye girer. Dolayısıyla yeterli su almamız, sperm sağlığı için en başta gelen gereksinimdir.
İdeal olanı, gün içinde saat başı bir bardak su içilmesidir. Ne yazık ki çoğumuz farkında olmadan bunu ihmal ediyoruz. Az su aldığımızı en kolay olarak idrar rengindeki değişmeden anlayabiliriz. Normalde açık sarı olan idrarın koyu sarıya dönüşmesi, vücutta su miktarının düştüğüne işaret eder. Şayet az su içmeyi alışkanlık haline getirdiyseniz, zamanla biriken kalsiyum kristallerinin atılması sırasında ağrılı idrar yapmaya başladığınızı bile fark edeceksiniz. O nedenle günlük yaşantınızda size su içmenizi hatırlatacak şekilde çevrenize bazı işaretler bırakmanızda fayda var.
Genelde su plastik şişeler içinde bulunur. Plastikte bisfenoller olarak bilinen ve östrojen etkisi gösteren kimyasallar vardır. Uzun süre beklemesi sırasında bu kimyasallar suya geçer. Özellikle güneş ışığına maruz kalmış şişelerde ısının etkisiyle bu daha fazla gelişmekte. Bisfenollerin sperm sağlığına olumsuz etkileri artık iyi biliniyor. Bundan kaçınmak için suyun cam şişede ya da güneş ışığından uzakta muhafaza edilmesinde fayda var. Tabii ki suyun kaynağı, temizliği, saflığı, hijyenik koşulları da dikkat edilmesini gerektiren diğer unsurlardır.
Netice olarak, tüm vücut sağlığınızın yanı sıra üreme sağlığı bakımından da gün içinde düzenli ve yeteri miktarda su tüketmeye özen gösterin. Çevrenizdekileri de bu konuda uyarın ki, onlar da size yeri geldiğinde bunu hatırlatsın.
Bunlardan birisi de B12 vitamini. Gerçekten de neredeyse toplumun üçte biri bu vitamini yetersiz almakta ve bununla bağlantılı rahatsızlıklardan yakınmakta. Erkek kaynaklı kısırlık nedenleri arasında da B12 vitamini eksikliğinin önemli bir yeri olduğunu görüyoruz. Çünkü B12 vitamini bitkisel besinlerde bulunmaz, temel kaynağı kırmızı et ve yumurta başta olmak üzere hayvansal ürünlerdir. Ülkemizde yapılan araştırmalarda B12 eksikliği saptanan şahısların beşte birinde yetersiz beslenme ön plana çıkmakta. Aslında tek neden et tüketimi azlığı değil, mide-bağırsak hastalıkları, bazı anemi türleri, kullanılan ilaçlar da buna yol açabiliyor. En sağlıklısı kanda B12 vitamini ölçümü yaptırılması, düşükse bunun nedeninin araştırılması.
B12 vitamini, ya da diğer adıyla kobalamin, hücrelerin genetik yapılarının sağlıklı çalışması ve hücre çoğalması için gereklidir. Bu nedenle de eksikliğinde sperm hücrelerinin çoğalma kapasiteleri azalır ve tahlillerde sperm sayısı düşük çıkar. Hatta testis dokusunda atrofiye kadar giden doku kaybı gelişebilmekte. Diğer yandan hücrelerimizin normal çalışabilmesi için çekirdeğinde DNA’sı üzerinde belli yerlere metil molekülü bağlanmalı. İşte B12 vitamini DNA’ya metil sağlayan önemli bir kaynaktır. Bu vitamin eksikliklerinde spermlerde DNA hasarının arttığı gösterilmiştir. DNA hasarındaki yükselme sperm kalitesini ve embriyo gelişmesini bozarak erkeklerde kısırlık yaratan önemli bir faktördür. Bilimsel araştırmalar, B12 vitamini verilen erkeklerde sperm sayısının ve motilitesinin arttığını, DNA hasar oranlarının ise anlamlı ölçüde azaldığını göstermekte. B12 vitamini aynı zamanda antiinflamatuvar etkiye sahiptir, yani testiste iltihap hücrelerinin, lökositlerin birikmesini önler. Oysa lökositler salgıladıkları zararlı oksijen ürünleriyle oksidatif stres yaratarak spermin hareketini, yumurtayı dölleyebilmesini önler, daha ileri aşamalarında da DNA hasarı yaparak spermlerin ölümüne neden olur.
B12 vitamininin bir diğer işlevi de homosistein maddesinden, vücudumuz için gerekli metiyonin aminoasitinin yapımına aracılık etmesidir. Eksikliğinde vücutta homosistein birikir ve toksisiteye yol açar. Bilimsel araştırmalar aşırı homosistein birikiminin testislerin çalışmasını ve sperm kalitesini ciddi derecede bozduğunu ortaya çıkardı. Homosisteinin fazlası, nitrik oksit olarak tanıdığımız ve hem sperm hareketi hem de cinsel fonksiyonlarda çok önemli rol oynayan bir aracı molekülün de üretimini engellemekte. O nedenle de yeteri kadar B12 vitamini almalıyız ki hem spermlerde bu şekilde bir hasarlanma ortaya çıkmasın hem de cinsel aktiviteler normal sürdürülebilsin.
B12 vitamini hayvansal gıdalardan temin edilebilir. Şayet bu yeterli değilse dışarıdan hazır preparatlar şeklinde de alınabilir. Ancak ağızdan alındığında sindirim sisteminden emilimi kolay olmamakta. Kronik gastrit, ülser, kolit gibi çoğumuzda görülebilecek hastalıklar bunun vücuda girişini kısıtlamakta. Ayrıca, B12 vitamininin emilimi için midemizden salgılanan bir enzime de ihtiyaç vardır. Farkında olmadan bu enzim eksikse, yine ağızdan alınacak preparatlar etkisiz kalacaktır. Böyle durumlarda aralıklı olarak B12 enjeksiyonları yapılabilir. Yine de alınabilecek en kolay tedbir olarak dengeli bir beslenme alışkanlığı edinmek en iyisidir.
Gerçekten de antioksidanlar hayat kalitemizin sürdürülebilmesinde son derece önemli unsurlar. Çünkü vücudumuz gün içinde sürekli olarak serbest radikaller dediğimiz bir takım zararlı oksijen moleküllerinin saldırısına maruz kalmakta. İşte antioksidanlar bizleri bu saldırganlardan koruma vazifesi görür. Açık havada kalan demir nasıl zamanla oksijenin etkisiyle paslanıyorsa, hücrelerimiz de bu zararlı oksijen saldırıları karşısında bir bakıma paslanmakta, işlev göremez hale gelmekte. Bu tehditlerden spermlerimiz de payını alır ve bir süre sonra canlılıklarını kaybederler.
Aslında spermler hareket etmek ya da yumurtaya girebilmek için besin kaynaklarından enerji üretirken bu serbest oksijen radikalleri normalde de açığa çıkar. Ancak testisler kendi yaptıkları antioksidanları sayesinde bunlardan korunmakta. Oysa bir de çevreden gelen tehditler sonucu oksijen radikallerinin arttığı durumlar var. Örneğin sigara, cep telefonları ya da baz istasyonlarından yayılan elektromanyetik dalgalar, çok sıcak ortamda çalışmak, tarım ilaçları gibi toksik kimyasallara maruz kalmak gibi durumlar serbest radikallerin birikmesinde başlıca etkenlerdir. Ayrıca yediklerimizle, içtiklerimizle veya soluduğumuz havayla da bunları farkında olmadan vücudumuza sokuyoruz. Yapılan çok sayıda bilimsel araştırma, spermlerin içinde yüzdüğü plazmada biriken radikallerin kısırlığa yol açtığını göstermekte.
İşte, bu saldırgan oksijen moleküllerinden korunmanın yolu antioksidan desteğini artırmaktan geçer. Tabii ki en doğal olanı oksidatif hasara yol açacak kaynakların önünü kesmektir. Sigarayı bırakmak, elektronik cihazlardan uzak durmak, yediğimize, içtiğimize dikkat etmek, yaşam tarzımızı düzenlemek, kısacası sağlıklı yaşamak bu anlamda son derece önemli. Ancak günümüz koşulları ne yazık ki her zaman buna olanak tanımıyor. Böyle olunca da dışarıdan antioksidan desteğine ihtiyaç ortaya çıkıyor. Folik asit, C vitamini, E vitamini, çinko, selenyum, beta karoten, CoQ10, likopen, B vitaminleri, kuvarsetin yaygın olarak bildiğimiz antioksidanlardır. Bunların her birini farklı besin kaynaklarından da temin edebiliriz. Örneğin yumurta B12 ve D vitamini kaynağıdır. Fındık, chia tohumu, kabak çekirdeği, ceviz omega-3, çinko ve E vitamini bakımından zengindir. Demir ve B12 vitaminini kırmızı etten alabiliriz. Ispanak, karalahana, pazı benzeri koyu yapraklı sebzeler demir, folik asit, B6 vitamini ve E vitamini içerir. Balık ve deniz ürünlerinde D vitamini, omega 3, çinko, selenyum, B12 vitamini ve CoQ10 bol bulunur. Elma ve soğan kuvarsetinden, mercimek, fasulye, nohut ve diğer baklagiller de demir ve folik asitten zengindirler. Likopen için domates, karpuz, kayısı önerilir. Turunçgiller ve koyu yeşil yapraklıların yanı sıra çoğu sebze ve meyve C vitamini kaynaklarıdır. Antioksidanları besinlerden edinebileceğimiz gibi hazır prepartlardan da destek alabiliriz. Ne yazık ki bozulan çevre şartlarının toprak ve suyun içeriğini de etkilemesi nedeniyle doğal besin kaynakları vitamin ve mineral bakımından yetersiz kalmakta. Hazır preparatlar bu eksikliğin giderilmesinde oldukça faydalıdırlar.
Bununla birlikte antioksidanların çok dikkatli kullanılması gerekir. En güveniliri bunların doğal gıdalarla alınmasıdır. Çünkü mükemmel işleyen mekanizmasıyla vücudumuz ne kadar gerekiyorsa o miktarda antioksidanı seçerek kabul eder, fazlasına müsaade etmez. Hazır preparatlar ise kontrolsüz alınırsa bazı maddelerin fazlaca birikmesi nedeniyle yan etki yapabilir. Bazı antioksidanların ise tek başına etkileri yokken, yanında yardımcı ürünlere de ihtiyaç bulunur. Örneğin E vitamininin etkisi, C vitamini ile alınırsa daha fazla olur. DNA hasarlarının tamirinde Folik asitin yanı sıra çinko ve selenyum desteği de gerekir. Diğer yandan, aşırı doz E vitamininin karaciğer için toksik olduğu gösterilmiştir. Kuvarsetinin yüksek miktarlarda tam tersine DNA hasarını artırıcı etkisi ortaya çıkabilir.
Netice olarak antioksidanlar hayat kalitesi ve üreme sağlığı bakımından son derece önemlidir. Ancak bunlar rastgele alınan ampirik bir tedavi olarak görülmemeli. Önce spermlerdeki sorunun nedenini bulup, o nedenin düzeltilmesine yönelik uygun antioksidan kullanılırsa faydalı olacaktır. Aksi takdirde sonuç alamayacağımız bir masraf olarak kalır.