Tabii ki bunların yanı sıra başka faktörler de sperm sağlığının bozulmasına yol açabilir. Zaten her bakımdan normal bulunan çiftlerde bile doğal yolla gebelik beklentisi bir ay için en fazla %30 civarında sonuç verir. Tüp bebeğin bile başarısı %50’yi geçmez. Yine de sperm sağlığı bakımından hareket ve DNA kalitesi başta gelen iki gereksinimdir.
Spermin hareket etmesi, kuyruğundaki kas benzeri liflerin birbiri üzerinde ileri geri kayması ile gerçekleşir. Bu liflerin üzerinde hareket edebilen kollar bulunur. Kol bulunduğu yerden ayrılıp bir adım ilerisine tutunur ve tekrar geri geldiğinde altındaki lifi de çekerek hareket ettirmiş olur. Kolların peşi sıra salınmasıyla da kuyruk hareketlenir ve sperm yumurtaya doğru ilerlemeye başlar. Kolların ileri geri oynamaya başlayabilmesi ancak ortamda yeteri kadar kalsiyum varsa mümkün olur. Dolayısıyla kalsiyum, sperm hareketi için mutlaka bulunması gereken önemli bir ihtiyaçtır. Bunu süt ve süt ürünlerinden alabileceğimiz gibi yeşil yapraklı sebzeler, kuru baklagiller ve kurutulmuş meyveler de başlıca kalsiyum kaynaklarıdır.
Kalsiyumun başlattığı hareketin sürdürülebilmesi ise sürekli bir enerji akışı gerektirir. Sperm enerjisini ATP olarak bilinen yakıttan sağlar. ATP moleküllerini üreten asıl kaynak, spermin boynunda yerleşmiş mitokondri organelidir. Mitokondriyi bir aküye benzetebilirsiniz. Buradan çıkan ATP kuyruğa ulaşarak liflerin ileri geri kayma hareketini sürdüreceği enerjiyi taşır. ATP’nin üretiminde en önemli elementlerden biri ise çinkodur. Spermin çevresinde çinko miktarı azalmışsa, hareket de zayıflar. Çinkodan en zengin besinler ise balık, buğday tohumu, et, ayçiçeği çekirdeği, kabak çekirdeği, ceviz, badem, süt ve yumurtadır.
Spermin normal hareket edebilmesi için keza kuyruğunun da yapısal olarak düzgün gelişmiş olması gerekir. Spermin kuyruğu ile başının birleştiği bölgesi boyun kısmını oluşturur. Bunun hemen gerisinde ise üzerine mitokondrisinin yerleştiği orta parçası bulunur. Eşlerinde gebeliğin gerçekleşmediği erkeklerde spermlerin boyun bölgesinden kırıldığı, boynunun büküldüğü, kalınlaşıp şeklinin bozulduğu dikkat çeker. Burada sorun, spermin orta parçası ve boyun bölgesini saran membran yapısının bozulmuş olmasıdır. Membran bütünlüğünü sağlayan element ise selenyumdur. Selenyumdan eksik beslenilmesi durumunda spermin kuyruğunda farklı şekillerde bozukluk gelişebilmekte. Kabuklu yemişler, tavuk, balık, hindi, deniz ürünleri, tahıllar ve yumurta selenyum için önerilen besinlerdir.
Sperm yumurtaya girdikten sonra embriyoyu geliştirebilmesi için sağlıklı bir genetik malzemeye de sahip olmalıdır. Spermin genetik malzemesi ise DNA’sı olup, DNA hasarları erkek kısırlığının önde gelen nedenlerindendir. DNA hasarı en fazla, içinde yüzdüğü sıvıda zararlı metabolitlerin artması neticesi ortaya çıkar. Toksik oksijen molekülleri olarak da bilinen bu ürünler sigara alışkanlığı, elektromanyetik dalga, tarım ilaçları gibi kimyasallara maruz kalmak, çok sıcakta çalışmak ya da varikosel gibi değişik nedenlerden dolayı artabilir. E vitamini önemli bir antioksidandır, yani oksidatif stresi gidererek DNA hasarı gelişmesinin önüne geçer. E vitamini en fazla avokado, ayçiçeği çekirdeği, badem, buğday tohumu, fıstık ezmesi, ıspanak, kabak, kara lahana, kırmızı biber, kuşkonmazda bulunur.
Görüldüğü gibi, spermin yumurtaya ulaşabilmesi ve embriyo geliştirebilmesi için olmazsa olmaz iki önemli gereksinimi ileri doğru hareket edebilmesi ve DNA’sının sağlam olmasıdır. Bunlarda bozulma yapacak çok sayıda genetik ya da metabolik defekt olabilir, ama siz de sağlıklı bir beslenme ve yaşam tarzı ile tedaviye katkıda bulunabilirsiniz. Kalsiyum, selenyum, çinko ve E vitamini sperm sağlığı bakımından günlük beslenme alışkanlığınızda yeri olması gereken önemli elementlerdir. Ancak hemen belirteyim, her birinin de aşırı alınması tam tersi etki yaratabilir, hatta ciddi yan etkilere yol açabilir. Her zaman vurguladığım gibi önemli olan her besinin dengeli tüketilmesidir.
Umarım bundan sonra benzer felaketlerle karşılaşmayız. 2023’ün biz ilgilendiren bir diğer beklentisi ise hiç kuşkusuz, çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerin bu dileklerine bir an önce kavuşmaları. Bakalım önümüzdeki günler bize ne gösterecek…
En güncel beklentimiz kök hücre tedavisi konusunda bir gelişme olması. Aslında bu konuda dünya genelinde oldukça yoğun araştırmalar yapılmakta. Kök hücre tedavisi dendiğinde iki farklı yöntem söz konusudur. Birincisi, testisin dışında, vücudun herhangi bir yerinden kök hücreleri alıp bunları laboratuvarda sperm yönünde olgunlaştırmak ve arkasından tüp bebekte kullanmak. Bu amaçla kemik iliğinden, yağ dokusundan, göbek kordonundan hatta deriden alınan hücreler kullanılmış, neticede bunlar sperm gibi gelişip sağlıklı yavrular dünyaya getirebilmişlerdir. Yöntemin en cazip tarafı testise hiç gereksinim duyulmadan sperm yapılabilmesidir. Üstelik kişinin kendi hücreleri kullanıldığı için etik ya da doku uyumsuzluğu gibi sorunlar da taşımaz. Ancak hemen belirteyim, bunların hepsi hayvan çalışması olup insana yönelik herhangi bir uygulama gerçekleştirilmiş değil. İşte 2023’ün bu yönde verimli bir yıl olması en başta gelen dileğimiz.
İkinci yöntem ise, yine kişinin kendi vücudundan elde edilen bazı hücreleri testise enjekte edip, testiste bozulmuş olan sperm üretiminin yeniden başlatılması seçeneğidir. Bu çok daha ümit veren bir yaklaşım olup, bizim de üzerinde çalıştığımız bir konudur. Gerçekten de testisteki bazı özelleşmiş hücreleri toplayıp dışarıda zenginleştirdikten sonra yeniden testise verdiğimizde sperm üretiminin düzeldiğini gördük. Buna benzer şekilde, kandan ayrıştırılan platelet hücrelerinin testise verilmesi ile de daha kaliteli sperm üretilebileceği anlaşıldı. Yine yakın bir tarihte klinik uygulamaya geçme potansiyeli olan yöntem, kök hücrelerden çıkan ve içinde çok sayıda besleyici faktör taşıyan ekzozom dediğimiz keseciklerin testise nakledilmesiyle gerçekleşecektir. Yeni yılda bu beklentilerimizin de hayata geçmesini umuyoruz.
Geçtiğimiz yıllarda gündeme gelen ve sağlıklı doğumlarını gördüğümüz ROSİ yönteminin başarısını artırma gayretleri de sürmekte. Bilindiği üzere ROSİ, Japonya’da Profesör Tanaka tarafından yeni bir teknikle uygulanmış ve bir kısım azoospermik erkek için baba olma şansı vermiştir. Ülkemizde de bir süredir yapılmakta olup, olgun sperm hücresi çıkmayan TESE vakalarında son çare olarak kullanılmaktadır.
Görüldüğü gibi kısırlık tedavisi konusunda umutlu bir bekleyiş içindeyiz. Bir kısmı kısa vadede gerçekleşebilecek gibi görülmekte. Biraz daha beklersek daha başarılı sonuçların alınacağı da kesin. Hiç kuşkusuz belli bir zaman aralığı vermek mümkün değil, ama en azından artık hiçbir şansımız kalmadı şeklinde umutsuzluğa da kapılmamalıyız. Bu bekleyiş içerisinde çocuk sevgisini tattırabilecek bir alternatif ise evlat edinmektir. Hem bir çocuğa aile kazandırmak hem de anne-baba duygusunu hissettirme fırsatı vermesiyle tercih edilebilir bir seçenek olarak düşünülebilir. Böylelikle biyolojik çocuk sahibi olma yolundaki gelişmeleri daha rahat ve stressiz şekilde takip edebilir, gerçekleştiğinde ise mutluluğunuz iki kat artmış olur.
2023’ün herkes için hayallerinin gerçekleştiği, huzurlu ve sağlıklı günlere fırsat verecek umut dolu bir yıl olmasını diliyorum.
Sperm sayısındaki düşüş sadece belli ülkelerle sınırlı değil. Avrupa’nın yanı sıra Amerika, Afrika ve Asya’da da benzer oranlarda azalma söz konusu. Bu düşüş artık sadece bilim insanlarını ya da klinisyenleri ilgilendirmekle kalmıyor, genel halk sağlığı problemi haline geldi. Nitekim 1973 yılında ortalama sperm sayısı 101 milyon iken, şimdi 49 milyona gerilemiş durumda. Üstelik bu düşüşün hızı da yıllar geçtikçe artarak, geçtiğimiz 50 yıl içerisinde iki kat daha hızlandı. Önceleri sperm sayısı yılda %1,1 düşerken, son yıllarda düşüş hızı %2,6’ya çıktı. Uzmanlar önümüzdeki yıllarda düşüşün %3’e erişmesinden endişe etmekte.
Sperm sayısında düşüşün çok sayıda nedeni olabilir. Ama sigara alışkanlığı, hava kirliliği, bazı ilaçlar, böcek ve tarım ilaçları ile plastik kullanımındaki yaygınlık en dikkat çeken nedenler arasında sayılabilir. Bunların etkisi spermlerin içinde yüzdükleri seminal sıvıda yüksek miktarda zararlı metabolit birikmesiyle izah edilir. Serbest oksijen türevleri ya da kısaca ROS olarak tanımlanan bu toksikanlar önce spermin enerji kaynağı olan mitokondrisini, arkasından da sentriol olarak bilinen hareket motorunu bozmakta. Sentriolün bir diğer önemli özelliği ise, spermin yumurtaya girdikten sonra döllenme yapmasındaki rolüdür. Buradaki bozukluk neticede sağlıklı embriyo gelişmesini önler.
Oksidatif stresin son aşaması spermin DNA’sının yani genetik malzemesinin bozulmasıdır. DNA hasarına uğrayan bir spermin artık döllenme yapma kapasitesi ortadan kalkar. Sperm DNA hasarları erkek infertilitesinin başta gelen nedenleri arasında sayılmakta. Ancak sadece bu kadar değil, hasar testiste kök hücrelerin genetik malzemesini de etkilemişse sperm üretimi bozulur ve tahlillerde azoospermiye kadar giden ciddi düşme görülür. Kök hücrelerin ürettiği hasarlı spermlerin gebelik yapması durumunda aynı sorun gelecek kuşaklara da aktarılarak, yazımızın başında bahsettiğimiz gibi sperm sayısında her yıl artan derecede azalma olması kaçınılmaz hale gelir.
Çevre kirliliğinin yarattığı sorun sadece spermleri etkilemekle kalmıyor, kadında yumurta için de benzer hasarlanma olabilir. Ancak yumurtayı sperm gibi detaylı inceleyemediğimiz için bu konu hakkında bilgilerimiz kısıtlı. Ama şurası kesin ki, kısırlık evli çiftlerin beşte birinde görülüyor. Bu da gösteriyor ki sorun her iki eşi de ilgilendiren ortak bir problem. Dolayısıyla çözümünde hem erkeğin hem de kadının birlikte ele alınması şarttır.
Kısırlık probleminin gittikçe artan bir hızla ilerlemesi çoğu ülkenin politik stratejilerinde tartışılır duruma geldi. Örneğin Fransa’da resmi sağlık mercileri kısırlık konusunda araştırmaların yapılmasını, sağlık çalışanlarının eğitilmesini ve halkın konu hakkında bilgilendirilmesini bir devlet meselesi olarak kabul etti ve çalışmalara başladı. Yine Avrupa Birliği aldığı bir kararla özellikle telefonlardan kaynaklanan elektromanyetik dalgalardan gelecek olası tehlikelere atıfta bulunarak buna karşın önlem alınması tavsiyesinde bulundu. Sigaranın zararları ise hemen her ülkede uzun süredir paketlerin üzerinde vurgulanmakta.
Netice olarak, kısırlığa karşı global bir hareketlilik başlamış durumda. Ancak bunun uzun vadeli sonuçlarını beklerken şimdilik bizlerin yapabileceği kişisel tedbirler almak olmalıdır. Çevresel kaynaklı tehditlerden korunmak, zararlı alışkanlıklardan kurtulmak, sağlıklı bir yaşam tarzını benimsemek ve beslenme şekline dikkat etmek bu anlamda önceliklerimiz olmalı.
Her ne kadar grip istirahat ve birtakım önlemlerle atlatılıyor olsa da bazen çok daha ağır seyrettiğini görüyoruz. Grip bir üst solunum yolu hastalığı olmakla birlikte diğer organlarımızda hasar yapma riski taşır. Bunlar arasında testislerde sperm kalitesini etkilemesi de bulunuyor.
Grip hastalığının etkeni influenza adlı bir virüs. Ateş, terleme, kas ve eklem ağrısı, öksürük ile seyredip etrafımızdakilere damlacık yoluyla bulaşır. Bunun bir özelliği yıllar içerisinde virüs tipindeki değişmedir. Dolayısıyla her yıl farklı bir virüsle enfekte olabiliriz. Bu nedenle de risk altındaki kişilerin her yıl değişik virüs tiplerine karşı aşı olması önerilir. Grip virüsünün testislerde sperm üretimini bozabileceği bilimsel araştırmalarda gösterildi. Burada hem virüsün doğrudan testislere ulaşması hem de hastalık sırasında yükselen ateşe bağlı sperm kalitesinde ortaya çıkan bozulma sorun olmakta.
Normalde testisler skrotum kesesi içinde vücut ısısından 3-4 derece daha düşük bir ortamda bulunur. Ancak bu sayede spermler normal canlılıklarını sürdürebilmekte. Ateş yükseldikçe sperm hareketi de bozulmaya başlar. Ateşin testislerdeki kök hücreleri etkilemesi neticesi sperm üretimi de azalır. Sperm üretimindeki azalmanın tahlillere yansıması zaman aldığı için sayıdaki düşüşü hastalık başladıktan 2-3 ay sonra görürüz. O nedenle, bugün yapılan tahlilinizde sperm sayısını düşük bulursanız bunun nedenini birkaç ay önce geçirdiğiniz grip enfeksiyonuna bağlayabilirsiniz. Şayet sorun sadece ateşe bağlı bozulma ise hastalık iyileştikten sonra önceki değerlerine geri döner. Oysa virüsün bir diğer etkisi spermlerin genetik malzemesini de bozmasıdır.
Grip geçirenler üzerinde yapılan çalışmalarda spermlerin DNA hasar oranının arttığı anlaşıldı. Neticede spermin yumurtayı dölleme kapasitesi bozulur ve canlılığını kaybeder. Özellikle yüksek ateşin 3 günden fazla sürdüğü olgularda bu etki daha belirgin olmakta. Grip virüsünün spermler üzerindeki olumsuz etkileri deneysel hayvan modellerinde de gösterilmiştir. Bir mikroorganizma testise girdiğinde, vücut bundan korunmak için ortama daha fazla lökosit çıkarır. Lökositler vücudumuzun savaşçılarıdır. Bununla birlikte çok fazla olurlarsa tam aksine dokuya zarar vermeye başlarlar. Ortama salgıladıkları moleküller diğer hücrelerin normal çalışmasını bozabilir, hatta parçalayabilir. Ağır enfeksiyonlarda kalıcı hasar bırakma riski vardır. Gerek ergenlikte geçirilen kabakulak gerekse yakın zamanda yüzleştiğimiz kovid hastalığının üreme sağlığı bakımından en önemli sonuçları da zaten testis iltihabı yaparak kısırlığa yol açma tehlikesidir. Grip için bu kadar şiddetli bir enfeksiyon görmüyoruz. Ama fark edilmeden üreme sağlığını etkileyebileceği de gerçek.
Bütün bunların yanı sıra testislerde sperm üretimi ortalama her 3 ayda bir yeniden başlar. Dolayısıyla sekel bırakmadan geçirilen bir grip enfeksiyonu sırasında bozulan sperm değerleri bir süre sonra normale dönecektir. Hastalık sırasında sperm kontrolü yaptırmanız doğru olmaz, büyük olasılıkla düşük gelecektir. Ateşli dönemlerin ardından 6 ay geçince sperm tahlili yapılması daha sağlıklı olur. O zamana kadar yeniden sağlıklı sperm üretimi başlayacağı için tahliliniz de normale dönmüş olur.
Grip virüsünün zararlarında korunmanın en basit yolu hastalığa yakalanmamaktır. Bunun için soğuk havalarda sıkı giyinmek, terli dolaşmamak, kalabalık ortamlardan uzak durmak, sık el yıkamak, elinizle yüzünüze fazla dokunmamanız, doktorunuza danışarak aşı olmanız önerilir. Ama çok daha önemlisi özellikle kalabalık ortamlarda maske kullanılmasıdır. Sadece kovid hastalığı için değil, diğer zamanlarda da maske takarak her türlü virüsün vücudumuza girmesine mani olmamız gerekir. Gribe yakalanınca istirahat, bol sıvı, sağlıklı beslenme, ateş düşürücü önlemler çoğu kez yeterli olmakta. Ama daha ağır seyretmesi durumunda fazla gecikmeden tıbbi yardım almanızda fayda var.
Sıcak ortamların sperm yapımını olumsuz etkilediği bilinen bir gerçek. Özellikle sauna ya da sıcak banyo alışkanlığı olanların bu bakımdan risk altında oldukları çoğu yayınlarda vurgulanmakta. Yüksek ısı sperm sayısını ve hareketini azaltıcı bir etkiye sahiptir. Ateşli hastalıklardan sonra sperm sayısının %30 düştüğü gösterildi. Uzun süreli yüksek ısıya maruz kalmak sperm sağlığını bozuyorsa, mevsimlerin de buna benzer bir etkisi olması beklenir. Hayvanların soğuk aylarda doğurganlıklarında anlamlı değişiklik olduğu uzun zamandır bilinmekte, acaba bu insanlar için de geçerli mi?
İsrail Ben-Gurion Üniversitesi’nden bir grup araştırıcı bu konu üzerine eğilerek 6455 erkeğin spermlerini 3 yıl boyunca incelediler. Sonuçta, sperm sayısı normal olan erkeklerin eşlerini gebe bırakma şanslarının kışın ve baharın ilk aylarında anlamlı ölçüde arttığını gördüler. Sperm sayısı ve hareketinde baharın ilerleyen aylarında anlamlı bir düşüş olmaktaydı. Bu da kışları eşlerin gebe kalma başarısının daha kolay gerçekleşmesini sağlıyordu. Nitekim sonbaharda doğum yapanların sayısında artış olması da bunu destekler niteliktedir. Gerçekten de dünyada güneye yaklaştıkça, ülkelerdeki doğum sayıları ekim ve kasım aylarında kuzeydekilere göre daha fazla görülmekte. Coğrafi koşullara göre doğum hızlarındaki değişim %35’e kadar oldukça anlamlı düzeylere erişmekte. Yine dünya genelinde yapılan ilginç bir araştırma, güney ülkelerinde yaş günü kutlamalarının daha çok sonbahar aylarına rastladığını ortaya çıkardı.
Mevsimlere göre gebelik hızındaki farklılıklar sadece havanın sıcaklığı ile izah edilemez. Soğuk ortamda vücudun hormon yapımındaki değişmeler, gün ışığına maruz kalma süresi gibi diğer faktörler de bundan sorumludur.
Diğer yandan, araştırıcılar kış aylarında sperm kalitesinde meydana gelen değişimlerin sadece sperm değerleri normal olan erkekler için geçerli olduğunu belirtmekte. Yani sperm sayısı düşük olan erkeklerde bu şekilde bir fark olmamakta. Burada testislerin çalışmasını bozan başka faktörler de bulunabileceği için, sıcaklığın tek başına bir önemi kalmamakta. Aksine, sperm sayısı 15 milyonun altında olanlarda yaza yaklaşırken ya da sonbaharda motilite daha yüksek değerlere ulaşabilir.
Ayrıca şunu da unutmamalı, sperm sağlığı yaşam tarzı ile yakından ilişkilidir. İleri yaş, sigara bağımlılığı, stres, hareketsizlik gibi diğer alışkanlıklarımız da sperm kalitesini ciddi anlamda bozar. Dolayısıyla çocuk yapma zamanını mevsimlere göre ayarlamak için bir endişeniz olmasın, önce sağlıklı bir yaşam tarzı edinmeye dikkat etmeniz daha önemlidir.
Netice olarak, şayet sperm değerleriniz normal ise, zararlı alışkanlıklarınızı terk edip sağlıklı yaşam konusunda da önlemlerinizi aldıktan sonra çocuk yapma girişimleriniz yönünden kış aylarını iyi değerlendirmenizde fayda var.
İlerleyen yıllar sadece bedensel anlamda değil yanı sıra spermlerde de yaşlanmaya yol açmakta. Böyle bir risk olasılığını göz önüne alarak, çocuk yapmaya başlamak için fazla beklenmemesi önerilir.
Bununla birlikte kısırlık nedenleri arasında yaş tek faktör değildir; genetik, hormonlar, yaşam tarzı veya genital sistemi ilgilendiren başka çok sayıda bozukluk üreme başarısının azalmasında rol oynayabilir. İsteksizlik, ilişki sıklığının azalması, meni atılımında zayıflama gibi cinsel sorunlar da buna önemli katkıda bulunur. Dolayısıyla çocuğu olmayan çiftlere toplumda hiç de nadir rastlamayız ama buna rağmen elimizde de oldukça etkili tedavi seçenekleri bulunmakta.
Hiç kuşkusuz erkeğin eşini gebe bırakma kapasitesi yaşla yakından ilgilidir. Ancak bozulma kadına göre daha yavaş ilerler. Yıllar geçtikçe testislerin çalışması önceki yıllara göre gittikçe zayıflar. Spermin sayısı azalır, hareket ve şeklinde bozulma ortaya çıkar. Bütün bunlar sonuçta yumurtayı dölleme kapasitesini azaltır.
Yapılan istatistiklere göre 40 yaşını geçen bir erkekte üreme başarısı her yıl için %23 düşmekte. Bunlarda evliliği takiben ilk bir yıl içerisinde eşini gebe bırakabilme oranı 30 yaşına göre %30 azalmıştır. Tüp bebeğin bile tutma şansı 35 yaşından genç olanlarda %52 iken daha ileri yaşlarda %25’e kadar düşer.
Yaşlandıkça çocuk olma oranlarında azalmanın en önemli nedeni spermlerin genlerindeki bozulmadır. Genlerimizde yıllar geçtikçe işe yaramayan artıklar birikir. Başlangıçta bunlar tolere edilebilirken öyle bir zaman gelir ki biriken artıklar artık genin normal çalışmasını engellemeye başlar. Fakat bundan da önemlisi yaşam tarzımız ya da çevresel faktörlerin genlerimizde bıraktığı izlerdir. Epigenetik değişiklikler olarak adlandırılan bu izler, her üç ayda bir kök hücrelerden gittikçe kalitesi bozulmuş spermlerin yapılmasına yol açar. Ancak erkeğin en büyük şansı, şayet gerekli önlemler alınırsa yeni gelişecek spermlerdeki hasarlanmanın azaltılabileceğidir.
Kısırlık nedeniyle tetkik edilen çiftlerin üçte birinde sadece erkeğe ait bir neden bulunurken, geri kalanında kadına ait sorunlar sorumludur. Dolayısıyla sadece erkek yönünden değerlendirip, yaş nedeniyle yumurtada gelişebilecek olası bozuklukları göz ardı etmek yanıltıcı olabilir. Çünkü erkeğin yaşı ilerlerken eşinin de yaşlanacağını unutmamalı. Kadında yumurta kalitesi 35 yaşından sonra anlamlı ölçüde azalır. Her ne kadar menopoza girene kadar gebe kalma potansiyeli devam eder ama şans düşer. Bu çok önemli, çünkü yıllar ilerledikçe spermlerin içinde yüzdüğü seminal sıvıda bazı toksik maddeler birikmekte. Bunlar da neticede sperm DNA hasarına yol açmakta. Hasarlı DNA’ya sahip bir sperm yumurta içine girer girmez yumurtanın ilk işi bu hasarları onarmaktır. Her ne sebeple olursa olsun şayet yumurtanın gücü zayıflamışsa, mevcut enerjisini spermin tedavisine harcayacağı için artık embriyonun gelişmesini destekleyemez hale gelir. İşte bu nedenle ileri yaş çiftlerin kısırlık probleminde her iki eşi de birlikte değerlendirmek çok önemlidir. Böyle durumlarda spermi tedavi etmekle hem gebelik başarısını artırmış oluruz hem de yumurtanın elinde kalan enerjisini en efektif şekilde kullanmasına da fırsat veririz.
Yaşlanmayı engelleyemeyiz, ama yaşam tarzımızda yapacağımız bazı düzenlemelerle en azından geciktirebiliriz. Sağlıklı beslenme, düzenli uyku ve stresi azaltmak bunlar arasında ilk akla gelenler olmalı. Yine de çocuk sahibi olmaya niyetleniyorsanız, daha yolun başındayken bilgi edinmenizde ve fazla geciktirmemenizde fayda var.
Kolesterol özünde yağdır. Büyük kısmı karaciğerde yapılır, lökositler yani beyaz kan hücreleri içinde ve bedenimizdeki tüm hücrelerin membran yapısında bulunur. Aslında kolesterol organlarımızın normal çalışması, dolayısıyla vücut sağlığı bakımından son derece önemli bir maddedir. Güneş ışınlarından deride D vitamini yapılması kolesterol sayesinde gerçekleşir. Bunun yanı sıra testosteron, östrojen ve progesteron başta olmak üzere çoğu hormonların ana maddesi de yine kolesteroldür. O nedenle kanımızda belli miktarda kolesterolün dolaşmasını isteriz. Ne zaman ki yükselmeye başlar, o vakit tehlike sinyalleri gelir. Damar duvarında birikerek beyin, kalp, böbrek olmak üzere çoğu organda ciddi fonksiyon kaybı ortaya çıkar ve neticede felç, hafıza kaybı, yüksek tansiyon, böbrek yetmezliği gibi sağlık problemleri kendini gösterir. Kolesterol yüksekliğinin bir diğer önemi erkeğin üreme kapasitesinde sebep olduğu bozulmadır.
Erkeklerde yüksek kolesterol ile kısırlık arasında önemli bir ilişki bulunur. Sperm sayısı ve hareketliliği azalır, bozuk morfolojili sperm sayısı artar. Penisi besleyen damarlardaki daralma da sertleşmeyi engelleyerek hem cinsel ilişki düzenini bozar hem de meninin dışarı atılma gücünü azaltır. Bilimsel araştırmalar erkekte yüksek kolesterolün üreme başarısını azalttığını, eşlerini gebe bırakmada problem yaşadıklarına dikkat çekmekte. Total kolesterol yükseldikçe meni hacmi azalacak, canlı sperm sayısı anlamlı derecede düşecektir. Buna neden olarak da fazla kolesterolün kök hücrelerin sperm üretme kapasitesini engellemesi ve yumurtaya girip döllenmeyi gerçekleştirememeleri ileri sürülmekte. Yine 7 binin üzerinde erkekte yapılan bir araştırmada yaşla birlikte sperm kalitesinin bozulduğu ama kanda yağ düzeyinin artmasına paralel olarak özellikle normal şekilli sperm sayısında ciddi bir düşüş olduğu bulundu.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, aslında kolesterol erkeklik hormonu olarak da bilinen testosteronun yapılabilmesi için gerekli bir maddedir. Bu sayede testisler normal çalışarak sperm üretimini destekleyebilir, penis normal sertleşmesini sürdürebilir. Ancak kolesterolün iki çeşidi vardır, iyi kolesterol yani düşük yoğunluklu olanı (LDL) ve kötü kolesterol yani yüksek yoğunluklu (HDL) olanı. Kötü kolesterol kanda dolaşarak damarlarda daralma yaparken, iyi kolesterol karaciğere ve dokulara girip yıkılır, böylelikle de damar sertliği gelişmesini engeller. Tahlillerde gördüğümüz total kolesterol bu ikisinin toplamıdır. Dolayısıyla sadece totale bakmamalı, önemli olan her ikisinin de belli bir denge içinde kalmalarıdır. Tahlillerde görülen bir diğer yağ ise trigliserit olup, fazla alınan kaloriler sonucu hücrelerde birikerek benzer sağlık problemlerine yol açabilir. Bunun da yükselmesini istemeyiz.
Anlaşılacağı üzere sağlıklı bir üreme için baba adaylarının kolesterolüne dikkat etmesi gerekiyor. Burada hedef, iyi kolesterol HDL’yi yüksek, kötü olan LDL’yi ise düşük tutmak olmalı. Bunun için ne yapılmalı? Öncelikle fazla kilolarınızdan kurtulun. İnsülin direnci olan ve kan şekeri yükselmeye meyilli erkeklerde bu daha da önem kazanır. Karın çevresinde biriken yağlar azaldıkça HDL’nin de yükselmeye başladığını göreceksiniz. Hazır gıdalardaki ilave şekerler ve abur-cubur atıştırmalıklar bu anlamda baş sorumlulardır. Hayvansal yağ yerine özellikle sızma zeytinyağını tercih etmek, tavuk, balık, ceviz, badem gibi omega-3 yağ asidi içeren gıdalara yönelmek, kızartma yerine ızgara ya da fırınlanmış yiyeceklere ağırlık vermek, kepekli tahıllar, meyve, sebze tüketmek faydalı olabilir. Vitamin ve mineraller ile bitkisel içerikli preparatlar da destek olabilir. Bunlara düzenli günlük egzersizler, günlük hayatın getirdiği stresle mücadele ve alkol alışkanlığını terk etmek eklenebilir. Ama kesinlikle sigaradan kurtulun.
Netice olarak, çocuk sahibi olmaya niyetleniyorsanız daha yolun başındayken sağlıklı beslenme, egzersiz ve günlük rutinlerinizi bir düzene sokmak, gerektiğinde bir uzman desteği almak daha kısa sürede hedefinize ulaşmanızı sağlayacaktır.
Şayet çok belirgin bir faktör söz konusu değilse, evlenmeden ya da evliliğin üzerinden 1 yıl geçmeden sperm tahlili yapılması da doğru olmaz. Globospermi ya da nokta-başlı spermler gibi çok nadir bazı bozuklukları bir yana bırakırsak, sperm tahlili hiçbir zaman, çocuk olup olmayacağı konusunda kesin bir gösterge değildir. Sadece eşini gebe bırakma potansiyelinin ne oranda olduğu hakkında öngörüde bulunabilir. Ölü ya da canlı hiç sperm çıkmayan azospermik erkekler bile testislerden alınacak spermlerle baba olma şansına sahiptir. Aksine, tamamen normal tahlil sonucu olan olguların da çocuğu olmayabilir. Sperm tahlili ilk yapılacak temel test olmakla birlikte çok yüzeyel bir değere sahiptir. O nedenle de tek bir tahlile bakıp ümitsizliğe kapılmayın, bir ileri basamak inceleme sonuçlarını bekleyin.
Erkek yönünden kesinlikle çocuk sahibi olunamayacak belli başlı 2 durum vardır; her iki testisin de yokluğu ve Y kromozomundaki bazı genlerin eksikliği. Bunlar varsa, evet, günümüz tıbbı ile bir tedavinin henüz mevcut olmadığı söylenebilir. Ama bunların dışında kalan erkeklerde çoğu kez yapacak bir şeyler vardır. Tabii ki hepsinde sonuç alınamayabilir ancak ilerisi için her zaman bir umut olacaktır. Unutmayın, sonuçta erkek de kadın da tamamen normal bulunsa bile, doğal yolla gebe kalma oranları bir ay için en fazla %20-30, tüp bebek ile de her denemede %50 civarında kalmakta. Yine de aylık denemeler devam ettikçe ya da tekrarlayan tüp bebek uygulamalarıyla bu şans sürecektir. Artık çocuğunuz olamaz diye kesin bir çizgi çekemeyiz. Bu noktada karar verdirecek husus eşlerin sabrı, özellikle tekrarlayan tüp bebek denemelerinin kadının sağlığını ne derece etkilediği ve azospermik erkeklerde TESE ameliyatlarının testiste yaratacağı hasar potansiyelidir. Her başarısız deneme sonrasında bunları değerlendirip, devamına öyle karar vermek gerekir.
Gebelik başarısı üzerine etkili olan sadece eşlerin klinik takibi değildir, tüp bebek tekniğiyle ilgili uygulamalar da başarıyı artırabilir. Sperm seçimi, yumurtanın hazırlanması, embriyo transferi gibi aşamalarda her laboratuvar farklı yöntemleri tercih edebilir. Örneğin sperm seçiminde IMSI, çip, MACS ya da yumurtanın aktive edilmesinde iyonofor, stronsiyum veya piezzoelektrik gibi her biri kendine has özellik taşıyan değişik metotlar kullanılır. Bunlardan sadece biri en iyisidir diyemeyiz, ama bir sonraki denemede daha farklı bir yol izlenebilir.
Kısırlık nedenini sadece sperme yüklemek de doğru olmaz. Sayı ne olursa olsun hareketi, metabolizması ve DNA kalitesinde bir sorun yoksa, bu spermlerin çocuk yapma potansiyeli var demektir. Önce bunlar kontrol edilir, gerekiyorsa uygun tedavisi yapılır ve sağlıklı hale getirilirse erkek için bir sorun kalmadı demektir. Bir sorun kalmadı derken günümüz teknolojisi ile tanı koyabileceğimiz sorunlardan bahsediyoruz, yoksa daha nedenini bilemediğimiz sperme ve yumurtaya ait çok sayıda bozukluk olabileceğini biliyoruz ama teşhis edebilecek durumda olmadığımız için bunlar söz konusu edilmez.
Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere, baba olmaya niyetlenen bir erkek ne kısırım diye ümitsizliğe kapılmalı ne de bir sorun yokmuş gibi ilgisiz kalmalı. Evlenmeden önce kontrol amaçlı bir sperm tahlili yaptırması ise en büyük hata olur. İdeal olanı, çocuk sahibi olmaya niyetlenildiğinde bir uzmana danışılmasıdır. Ön muayene sonrası bir sorun yoksa her 5 erkekten dördü 1 yıl içinde zaten doğal yolla eşini gebe bırakabilecektir. Olmazsa, o zaman daha detaylı incelemeler başlar. Hepsi bir yana, her erkek ileride baba olma hayalini riske atmamak için olabildiğince sağlıklı bir yaşam tarzı edinmeye özen göstermelidir.