İSTANBUL Ticaret Odası (İTO), 414 bin üyesiyle Türkiye’nin en büyük tüccar örgütü. İbrahim Çağlar’ın zamansız ölümüyle başkanlık koltuğu boşalan İTO’da geçen hafta yapılan seçimle yeni başkan belirlendi. Başkanlık koltuğuna sürpriz bir isim, Öztürk Oran oturdu. Ancak İTO’da asıl seçimler nisanda yapılacak. Oran da, başkanlık koltuğuna emaneten oturduğunu baştan söyledi. Yaklaşık 25 yıldır İTO seçimlerini izlerim. 2000’li yıllara kadar seçim rekabeti kıran kırana yaşanırdı. Sonra perde arkasında rekabet dönemi başladı. Bu rekabet tüm iş dünyası kurumlarında etkinliği artan Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (MÜSİAD) kendi içinde yaşanıyor.
SEÇİMLER ERTELENMİŞTİ
İTO’yu karıştıran, daha sonra kasımda yapılacak seçimlerin nisana kalmasına neden olan rekabeti de MÜSİAD başlattı. Ağustos ayındaki Meclis toplantısında merhum İbrahim Çağlar’ın “Temiz, ilkeli, dürüst üyelerin çirkin bir oyuna çekilmelerine benim gönlüm asla razı olmaz, olamaz. Mertlikle gelmeyen hiçbir makam, varsın gelmesin” sözleriyle odadaki rahatsızlığı dile getirmişti. Çağlar’ı kızdıran, MÜSİAD’ın temayül oylaması yaptırmasıydı. Bu oylamada öne Dursun Topçu, Şekip Avdagiç ve İsrafil Kuralay çıkmıştı. Olay Ankara’ya yansıdı ve seçimler bilindiği gibi nisana ertelendi. Ancak bu süreçte beklenmedik ve çok acı bir olay yaşandı. İbrahim Çağlar genç yaşta vefat etti. Vefatın üzüntüsü yaşanırken, odanın başkansız kalmaması için seçimler gündeme geldi.
Başkan yardımcılarından Murat Kalsın, Hürriyet yazarı Vahap Munyar’a başkanlık için aday olduğunu ilan etti. Ancak yönetim kurulunun tercihi Öztürk Oran seçildi.
Oran ismi, Murat Kalsın için büyük sürpriz olmuş. Kendi başkan adaylığına üyelerden büyük teveccüh geldiğini söyleyen Kalsın, “Oran’ın ismi hiç ortada yoktu. Son dakika çıkarıldı” diyor. İbrahim Çağlar’la çok yakın olduklarını anlatan Kalsın, ilginç bir iddiada bulunuyor: “Yaşasaydı Çağlar nisan ayında aday olmayacaktı. Benim aday olmamı istiyordu. Onun projelerini ben tamamlayacaktım. Çok yoğun baskı gelmesine rağmen çekilmedim. Nisanda ise çok önemli bir gelişme olmazsa adayım” diyor.
Kalsın, Çağlar’la son anısını da şöyle anlatıyor: “Payitaht’ta çekimden sonra giydiği fesi özel kalem müdürü Hızır Can’a bana getirmesi için vermiş. İçinde Murad yazıyor.” Kalsın, “İTO’nun Nisan’a kadar başkanı Öztürk Oran’dır. Ülkemizin ve odamızın menfaati için yeni başkanla çalışıyor ve başarısını destekliyor olacağım” diyor. Kalsın, İTO’da seçimlerin tekrar erteleneceği söylentilerine ise, “Yeni bir erteleme zarar verir, oda yıpranır” diyor.
AVDAGİÇ: ERTELEME OLMAZ SEÇİMDE VARIM
"Burhan Bey, sen dünyayı bilen insansın onun için turizme başla.” Dönemin Cumhurbaşkanı Turgat Özal’ın bu ‘görevlendirmesi’ ile turizm yatırımlarına 1985’te başladı Burhan Silahtaroğlu... Önce Robinson Club Çamyuva, sonra da Robinson Club Pamfilya, Kapadokya Lodge, Lykia World Ölüdeniz Village, Lykia World Residence yatırımları geldi. 2008’de yapılan 1200 yataklı Lykia World Antalya oteli ve 18 delikli Lykia Links golf sahası da eklendiğinde, turizm sektörüne 5 bin yatakla, 400 milyon Euro’nun üzerinde yatırım yapmış bir grup oldu Silkar. Ancak hızlı büyüme ve destinasyon seçimi nedeniyle son yatırımla birlikte finansman sorunları yaşamaya başlayan grup, 2014’te iflas erteleme kararı aldı. Aradan geçen süre içinde bazı otellerini satan Silkar, sorunları aşmaya çalışıyordu. Geçen haftalarda Lykia World Yönetim Kurulu Başkanı Atilla Silahtaroğlu’ndan bir davet geldi. Başka bir işletmeci tarafından işletilen otel ve golf sahasının yeniden açıldığı belirtiliyordu. Ben de Atilla Silahtaroğlu’nu aradım ve gelişmeleri sordum.
CLUB MED ZARAR VERDİ
Silahtaroğlu, yaşadıkları sıkıntıların yanlış yatırımdan kaynaklanmadığı düşüncesinde. Türkiye’de finansman maliyetlerinin aşırı yüksek olması ve uzun vadeli finansman imkanı olmadığı için zora düştüklerini anlatıyor. Ancak geriye baktığında, bu süreci aşmak için attıkları adımların hatalı olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Bunlardan bir tanesi Lykia World Ölüdeniz tesisinin satışı ve ikincisi de Lykia World Antalya’nın işletilmesi amacıyla yabancı bir işletmeciyle yaptığımız (Club Med) işletme anlaşması. Çünkü sıkıntılı zamanlarda işletmeyi kapatarak, bize daha fazla gelir kaybı yaşattılar. Bu iki adım da Silkar’ın gelirlerinde büyük düşüşlere sebep oldu.” Bu sıkıntılı süreçte bir de objektiflikten yoksun verilmiş mahkeme kararları ile tesisin üç yıl boyunca haksız işgal edildiğini dile getiren Silahtaroğlu, “Bu kararları veren hakim 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında FETÖ/PDY suçlamasından görevden el çektirildi ve tutuklandı. Bu kararın düzeltilmesi üç yıl sürdü” diyor.
TURİZMİ ÇEŞİTLENDİRECEK
Lykia World Antalya’yı devralarak tüm badirelere rağmen mücadele ettiklerini söyleyen Silahtaroğlu, “İşimize bıraktığımız yerden devam ediyoruz” diyor ve şunları söylüyor: “2017 Eylül’den itibaren Lykia World Antalya Resort’u ve Links Golf sahası yeniden Silkar ailesinin işletme kültürü ile işletmeye başladık. Amacımız 2.5 km sahile sahip Lykia World Antalya’yı yeni Türkiye şartlarına uygun değişik konaklama türlerine ve misafir profiline göre yeniden projelendirmek, yeni yatırımlara ve yatırımcılara imkanlar açmak olacak.” Silahtaroğlu’nun hedefi bölgede sağlık, golf, kongre turizmi çeşitlendirmesi ile yatak kapasitesini artıracak yatırımcılar bulmak. Bunun için yeni ortaklıklara açık olduklarını belirtiyor. “Birden fazla otel yatırımına imkan sunabilecek bir bölgedeyiz. Tahsisler 49 yıl uzatıldı. Halihazırdaki 1200 yatak 4 bin yatağa kadar çıkabilecek durumda. Lykia World ailesi küllerinden yeniden doğuyor.”
Hızlı büyüme, uzun vadeli finansman imkanlarının kısıtlı olması ve turizmde yaşanan tehditler. Ortam kötü.
Türk şirketlerinin küreselleşme hedeflerinde yön çevirdikleri yeni pazar Uzak Doğu... Çin, Hindistan, Japonya gibi ülkelerin şirketleri ile yeni ortaklıklar, işbirlikleri hızla artıyor. Yeni ortaklıklardan biri geçen hafta Rekabet Kurulu’ndan çıkan izinle birlikte Japon devi Marubeni ile Türkiye’nin tekstilde en büyük ihracatçılarından Saide Tekstil arasında gerçekleşti. Marubeni 130 yıllık bir Japon şirketi. Gıda sektöründen kimyaya birçok alanda faaliyet gösteriyor. Türkiye’de Temsa ve Nuh’un Ankara Makarnası ile ortaklığıyla biliniyor. 66 ülkede 40 bine yakın çalışanı var. Cirosu 63.5 milyar dolar.
BÜYÜK BAŞARI
Saide Tekstil ise 1991’de Duru ailesinin kurduğu bir aile şirketi. Aynı dönemde kurulan birçok şirket piyasadan çekilirken onlar Türkiye’nin en büyük ihracatçılarından oldu. İlk onda yer alıyor. New Look, Forever New gibi ünlü markaların temsilcisi olarak perakende, Hard Rock Cafe, Carluccio’s gibi ünlü yeme içme markalarıyla gıda, Milestone ile gayrimenkul sektörlerinde faaliyet gösteriyor. Mayıs ayında Marubeni ile Saide ortak olmak için Rekabet Kurulu’na başvurmuştu. Onay geçen hafta çıktı. Japon devi Marubeni, Saide’nin yüzde 45.5 hissesini alarak Türkiye’de tekstil sektörüne de gelmiş oldu. Çin krizini atlattıktan sonra yeniden yapılanan ve hızlı moda, katma değeri yüksek ürünler üretmeye başlayan tekstil sektöründe böyle bir ortaklık büyük bir başarı.
GURUR DUYDUK
Marubeni’yi Saide ile ortaklığa ikna eden gerekçeler arasında ise grubun global stratejileri öne çıkıyor. Saide Londra’da hızlı bir planlama üssüne sahip. Marubeni, Japonya ve diğer Asya pazarları müşterileri için Saide’nin üretim ağını kullanarak uygun fiyatlı ve kaliteli ürünlerle satışlarını artıracak bir sinerji yaratmak istiyor. Şirketin kurucusu Mehmet Duru geçen yıl vefat etmiş. Aileden Alev Duru Londra’da yaşıyor. Yönetim Kurulu Üyesi Ayla Duru’ya ortaklığı sordum. Marubeni ile ortaklıktan gurur duyduklarını söylüyor ama henüz daha fazla bilgi verecek durumda olmadığını anlatıyor. Yeni dönem için çalışmaya başladıklarını da ekliyor.
MAKİNECİLER ROBOT AKADEMİSİ KURACAK
DIŞ Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde dış dünyada iş insanlarını temsil etmek üzere 1987’de Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin TOBB) öncülüğünde kuruldu. 30’uncu yılını tamamlamak üzere olan kurul, dış ilişkilerde çok başlılık gerekçesiyle 2014’te sürpriz bir torba yasa ile bakanlığa bağlandı. Başkanını Ekonomi Bakanı’nın atadığı yeni DEİK’te yeni bir yönetmelik yayınlandı. Yönetmeliğin kamuoyuna yansıması kurulun kurucularından Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği’nin (TÜSİAD) devre dışı kaldığı yönündeydi. Ancak TÜSİAD, 2015’te Ekonomi Bakanlığı’na devirden sonra kuruldan ayrılmak için harekete geçmiş ve zorunlu üyelik ve gelirlerinin yüzde 1’ini verme zorunluluğuna karşı Danıştay’da dava açmıştı. TÜSİAD’ın gerekçesi “Gönüllülük esasına göre faaliyet gösteren bir dernek olarak kamu kurumunda görev yapmayı doğru bulmuyoruz” şeklindeydi.
TÜSİAD’ın DEİK yönetiminden resmi olarak ayrılmasının ardından Başkan Erol Bilecik’in yorumunu almak istedim. Bilecik, Danıştay kararı ile zaten DEİK üyeliğinden ayrıldıklarını ve yönetimden çıkmanın doğal olduğunu vurguluyor.
ULUSLARARASI TEMSİL
TÜSİAD’ın bir özel sektör sivil toplum kuruluşu olduğunu ve batı standartlarına sahip olduğunu hatırlatıyor ve “Dış ekonomik ilişkilerde yüzde 80 civarı bir temsil gücümüz vardır. Bu özelliklerimizle Türk özel sektörünü Avrupa ve uluslararası ortamlarda temsil ediyoruz” diyor.
Türkiye’yi anlatmak için yoğun bir dış temas içinde olan Bilecik, “Dışarıdan Türkiye nasıl görünüyor” sorumu da şöyle yanıtlıyor: “Türkiye son derece zorlu bir süreçten geçiyor. Unutmayalım ki içeride istikrar ne kadar önemliyse, dış ilişkilerimizde de kritik önemde. En büyük ticaret ortaklarımızla ve en yakın müttefiklerimizle dahi iş dünyasını şaşırtan ani beklenmedik gerilimler yaşıyoruz. Dış politika kararları sadece ekonomik çıkarlara göre alınamaz ama ekonomide yaratılacak etkiler de göz ardı edilemez. Batı ile ilişkileri güçlü, AB üyeliğine ulaşmak için üzerine düşen görevleri yerine getiren bir Türkiye’nin ekonomik öngörülebilirliği hem Türk iş dünyası hem de uluslararası çevreler için en çok arzu edilendir.”
DEİK İŞ DÜNYASI İÇİN PLATFORM OLACAK
MÜSTAKİL Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Başkanlığını bıraktıktan sonra DEİK Başkanı olan Nail Olpak geçen perşembe günü bir sohbet toplantısı düzenledi, yönetmelikteki değişiklikleri ve yeni vizyonu anlattı. DEİK’in yönetimini TOBB, TİM, Müteahhitler Birliği ve MÜSİAD oluşturdu. Olpak’ın anlattıklarına göre bu kurumlar adeta bir eş başkanlık statüsü elde etti. DEİK dış gezileri düzenleme görevini sürdürecek ancak gideceği ülkelerdeki organizasyonları, bu dört kurumdan biriyle yapacak.
Olpak’ın anlattığına göre DEİK artık bir platform olacak. Stratejiler belirleyecek. İş konseylerinin seçimi 26 Aralık’ta yapılacak. Seçim sistemi de değişmiş. Başkan adayları listeleriyle seçime girecek. Olpak “Farklı adaylarla seçim yarışı da olabilir” diyor.
Kimi çocukken kimi birkaç yıl önce gelmişler İsrail’e. Ama gönülleri orada kalmış. Türk ürünleri tanıtıldığını duyunca heyecanla gelmişler…Alandaki künefe kuyruğunun, Maraş dondurması kuyruğunun nedeni bu özlem. Antakya’dan gelen din, dil, ırk ayrımına karşı kurulmuş Medeniyetler Korosu’nun Türkçe, İbranice, Kürtçe, Arapça şarkılarının yarattığı duygusallık ise yoğun istek üzerine söylenen İbrahim Tatlıses türküleri ile eğlenceye dönüşüyor.
Türkiye Tanıtım Günü etkinlikleri için önce Kudüs sonra da Tel Aviv’deyiz. Mekanlar ilginç. Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaptırılan tarihi tren garları seçilmiş.
Sektörel tanıtım grupları kaldırılarak yerine oluşturulan Türkiye Tanıtım Fonu’nun ilk etkinliği bu. Proje Akdeniz Su Ürünleri ve Hayvansal Mamulleri İhracatçılar Birliği’nin (ASHİB)...
Ekonomi Bakanlığı Müsteşarı İbrahim Şenel’in katıldığı etkinliğin koordinasyonunu üstelenen ASHİB Başkanı Ali Can Yamanyılmaz, Tel Aviv’de düzenlenen Gıda Fuarı İsrafood öncesinde Türk ürünlerinin tanıtımını yapmak istediklerini, Ekonomi Bakanlığı’nın da destek verdiğini söylüyor. Yamanyılmaz, İsrail’i seçme nedenlerini şöyle anlatıyor: “İsrail gıda sektöründe önemli pazarlarımızdan biri ve ihracatımız sürekli artıyor. Fuara gelen İsrailli yetkililer gıda alanında iki ülke arasındaki işbirliğinin ilerleyeceğine yönelik mesajlar verdiler. Özellikle şekerleme sektörüne büyük ilgi var. Hedefler büyük. İsrailli sektör temsilcileri Türk partnerler ile birlikte üretim yapabileceklerini söylediler. Bu bizim açımızdan olumlu gelişme.”
Yamanyılmaz’ın verdiği bilgilere göre Türkiye ile İsrail arasındaki ticaret hacmi son 13 yılda yüzde 113 artarak, 2 milyar dolardan 2016’da 4.4 milyar dolara yükselmiş. Yamanyılmaz, bu rakamın yaklaşık 3 milyar dolarının İsrail’e yapılan ihracat, 1.3 milyar dolarının ise ithalat olduğunu ekliyor ve şöyle devam ediyor:
“İsrail, Türkiye’nin ihracat yaptığı ilk 10 ülke arasında. Türkiye’nin AB standartlarındaki üretim gücü ve İsrail’e gemi ile bir gecede ürünlerini ulaştıracak kadar yakın olması en büyük avantajı. Sadece Türk Hava Yolları günde 10 uçuş yapıyor. İsrail’le en fazla otomotiv çelik, kimya, demir ve hazır giyim sektörlerinde ihracatımız var. Öyle görünüyor ki yıllık ihracat rakamlarımız 5 yıl içerisinde 2 katına çıkacak.”
İsrail Ticaret ve Sanayi Odası 2. Başkanı Rubin Schussel de İsrailli ticaret adamlarının da Türkiye ile olan ticaret hacmini arttırmak istediklerini bu anlamda yapılan etkinliklerin ve fuarın çok büyük katkısı olacağını söylüyor.
TÜRKİYE’nin yaşadığı büyük sıkıntıların yanında nefes aldıran, umut veren bir gelişme var. Sanata ilgi. Koç, Sabancı, Eczacıbaşı gibi büyük grupların düzenlediği sanat etkinliklerinin yanı sıra sayıları hızla artan koleksiyonerler ve açılan müzeler müthiş bir sanat ekosistemi yaratıyor. “Bugünlerde iki yerde kuyruk var. Apple ile müze ve sergilerde.”
Bu sözleri söyleyen Türkiye’nin en önemli koleksiyonerlerinden Mudo’nun sahibi Mustafa Taviloğlu haklı. Rönesans döneminde sanatçıları destekleyen İtalyan Medici ailesi gibi Türkiye’nin “sanatı destekleyen varlıklı kişileri” yani “mesenleri” artıyor. Bu etkinliklerden biri de aralıkta yapılıyor. Üstelik gelecek için anlamlı bir etkinlik. Üniversitelerde sanat eğitimi alan son sınıf öğrencilerinin eserleri koleksiyonerler ve sanat piyasası ile bir araya gelecek.
ÖNEMLİ İSİMLER VAR
BASE adı verilen etkinliğin yaratıcısı, genç sanatçılara uzun yıllar verdiği desteklerle sanat piyasasında tanınan koleksiyoner Muhsin Bilge’nin oğlu Ali Bilge. Konuşmacı ya da jüri olarak destek veren isimler arasında ise önemli koleksiyonerler Mustafa Taviloğlu, Agah Uğur, Erol Bilecik, Selman Bilal, Emin Hitay var... Kendisi de koleksiyoner olan Bilge, etkinliğe üniversitelerin çok büyük ilgi gösterdiğini söylüyor. Batman’dan Sakarya’ya kadar 20 ilde 52 üniversiteden 1000’e yakın eser başvurmuş. Bunlar içinden, 23 kişiden oluşan uluslarararası jüri, 108 sanatçıya ait 116 eseri seçmiş. Bu eserler Galata Rum Okulu’nda sergilenecek. Ali Bilge 21-24 Aralık’taki etkinlik için “HP, Intel, Kale Seramik ve TEB, Pegasus da destekliyor” diyor.
FİYATLAR UÇMUŞTU
Taviloğlu, Hitay, Bilal ve Uğur, BASE’in Türkiye’de sanatın gelişimi için büyük katkı yapacağına inanıyor. Mudo’nun sahibi Mustafa Taviloğlu, 1972’den itibaren koleksiyon yapmaya başladığını söylüyor. Bugün yaklaşık 3 bin eseri var. Taviloğlu, “Son 10 yıldır sadece genç sanatçıların işlerini alıyorum. Bu yüzden bu proje son derece heyecanlı” diyor.
Taviloğlu, Türkiye’deki sanat piyasasını ise şöyle yorumluyor: “Geçen yıllarda eser fiyatları biraz abartılmıştı, bu süreç koleksiyonerleri yabancı eser almaya da sevk etti. Şimdi fiyatlar normal seviyelere geldi.” Emin Hitay da 300’ün üzerinde esere sahip bir koleksiyoner. 2000’den sonra eserlerde aşırı bir fiyatlama olduğunu bu nedenle Türk sanatçıların eserlerini değil, yabancıları da almaya başladığını söyleyen Hitay, “BASE yeni sanatçılara ufuk açacaktır” diyor. Bil’s Gömlekleri’nin sahibi Selman Bilal, 2007’de İlhan Koman’ın küçük bronz heykeli ile koleksiyona başlamış. Koleksiyonu sadece Türkiyeli sanatçılardan oluşuyor. Bilal, “Bunun sebebi ülkemizden çıkan sanat üretimine destek olmak” diye konuşuyor.
ANTİK Yunan’dan Osmanlılara kadar birçok medeniyete başkentlik yapmış bir il Edirne. Uluslararası araştırmalara göre Floransa’dan sonra en fazla tarihi varlığa sahip ikinci kent. Fatih Sultan Mehmet’in doğum yeri. Bu zenginlik önemli bir turizm potansiyeli yaratıyor ve bölgede en fazla turist çeken kentlerden biri Edirne. Belediye Başkanı Recep Gürkan, şu anda 3 milyon olan turist sayısını on yıl içinde 10 milyona çıkarmayı hedefliyor. Bu konuda kentin tüm ilgili kurumlarıyla birlikte bir turizm master planı hazırlanıyor. Ünlü otel zincirlerinden Ramada’nın faaliyete başladığı, Hilton’un yer aradığı Edirne ile ilgili başkan Recep Gürkan hedeflerini şöyle anlattı:
Başkanlığınızın dördüncü yılına yaklaşıyorsunuz. Görev sürecinizi değerlendirir misiniz?
30 Mart seçimlerinde belediye başkanı oldum ve göreve başladım. Yaklaşık 3.5 yıldır görev yapıyorum. Geldiğimde temel belediyecilik hizmetleri açısından yani alt yapı, içme suyu, yol gibi hizmetler açısından çok eksikler vardı. Ancak kentleri sadece alt yapı hizmetleri ile dünya kenti yapamazsınız. Kentin kimliğine uygun kültürle, sanatla ve istihdama dönük sosyo kültürel ve sosyo ekonomik çalışmalarla desteklemeniz ve geliştirmeniz lazım. Bir gün otururken bir üniversite öğrencisi tweet attı bana. Seçimlerde sıraladığım 43 projeyi listelemiş gönderdi. Ben de masama koydum. Gerçekleştirdikçe üzerini çiziyorum.
Üç buçuk yılda kaçını çizdiniz?
Bugün itibari ile 43 projenin 38’ini gerçekleştirdik. Kalan bir buçuk yılda da onları gerçekleştireceğiz. Ben göreve başladığımda bütün kurum yöneticileri birbiriyle kavgalıydı Edirne’de. Belediye başkanı valiyle, borsa başkanı ziraat odasıyla kavgalıydı ve kaotik bir durum vardı. Türkiye’de eğer iki kurum yöneticisi birbiri ile medeni ölçüde ilişki kurmazsa işler yürümüyor. Önce barış ve huzuru tesis etmeye çalıştım. Hatta benim en büyük projem buydu. Edirne’nin barış ve huzur kenti olması kentin tarihi kimliğine de uygun bir tanım. Bizim binamızın duvarında bir tablo var. Tabloda 1902 yılının belediye başkanı ve 12 meclis üyesi resmedilmiş. 6’sı Türk ve Müslüman. Diğerleri ise bir İtalyan, bir Rum, bir Ermeni, bir Romen ve bir Yahudi’den oluşuyor. Yani Edirne kimliğiyle, dokusuyla toplumsal uzlaşmacı, birlikte iş yapma kültürünü fiilen yaşama geçirmiş bir kent.
Herkesi bir araya getirmeyi başarabildiniz mi?
Sağ olsun diğer yöneticiler destek verdi. Bugün Edirne’de bir çalışma yapılacaksa hangi partiden olduğuna bakılmaksızın tüm partilerin il başkanları ortak payda altında buluşup projelerimizi gerçekleştiriyoruz. 31 meclis üyemiz var. Herkes elini taşın altına koydu. Bu şunu getiriyor. Bir kentin gelişimini ilerlemesine yönelik projeler üretirseniz, ortak aklı devreye sokarsanız, bu projeleri ben yaptım değil biz yaptık mantığı ile oluşturur ve uygulamaya taşırsanız ardından mutlaka başarı geliyor. O durumda herkes üretilen projede kendinden bir şeyler buluyor. İçme suyu sorunumuzu Veysel Eroğlu ile protokol oluşturarak çözdük. Yılda 20 milyon metreküp temiz su getiriyoruz. Evsel atıkları arıtacak arıtma tesisimiz yoktu, 5 Ekim’de başladık. Aralıkta içme suyu şebekesi ve kanalizasyon yenileniyor.
İNGİLTERE’nin başkenti Londra, son zamanlarda Türk vatandaşlarının konut yatırımlarında tercih ettiği kentlerden biri. Türklerden konut satın alma talebi artınca, Türk müteahhitleri de Londra’da gayrimenkul projesi fırsatlarını araştırmaya başladı. Ant Yapı bu şirketlerden ilki oldu. Kısa süre önce gayrimenkul sektörünün önemli ödüllerinden biri olan International Property Awards için Londra’daydım. Çeşitli dallarda 10 ödül alan İki Design’ın ortağı mimar Murat Kader’le birlikte üç genç gayrimenkulcü ile tanıştım. Mesa’nın veliahtı Mert Boysanoğlu, TAV’ın CEO’su Sani Şener’in oğlu Ozan Şener ve Aslan Yapı’dan Mahmut Arslan. Mesa, 60 yıllık bir şirket. Türkiye’nin ilk müteahhitlik firmalarından biri. Kurucusu Erhan Boysanoğlu. Sera Grup Atatürk Havalimanı ile birlikte Türkiye ve dünyada 15 havalimanının işletmecisi TAV’ın kurucularından ve CEO’su Sani Şener’in kurduğu aile şirketi. Aslan Yapı da son yıllarda mütehhitlik hizmetleriyle hızlı büyüyen bir inşaat şirketi. Londra’daki sohbetlerimizde pazara ilgilerini belli ederken ortak işler yapmaktan da söz etmişlerdi. Duyduğuma göre bu grup şimdi sürpriz bir proje için çalışmalara başlamış. Genç yatırımcılar araştırmalarını sürdürüyormuş. Projeyi muhtemelen Murat Kader tasarlayacak ve üç genç müteahhit de uygulamasını yapacak.
DEVİR DEĞİŞTİ
Bugüne kadar babaları ile sohbet ettiğim Mert Boysanoğlu ve Ozan Şener’le Londra’da ‘babalar ve oğulları’ temalı ilginç bir de sohbet yaptık. İki kuşak arasındaki yönetim ve anlayış farkını konuştuk. Mert Boysanoğlu ilk kuşağın farklı bir özveri ile çalıştığını söylüyor. “Ben doğduğumda babam yanımda yokmuş. Bizden de aynı şeyi bekliyorlar” diyor ve şunları söylüyor: “Babamın hobisi yok. 90 yaşında şantiyeden dönüp ölmek istiyorum, diyor. Bizden de bunu bekliyor. Her sabah şirket içi görüntülü bir sistemimiz var, 8.30’da yerimde miyim diye arar beni. Oysa dönem değişti. Elimdeki telefonla ben zaten 24 saat çalışıyorum artık. ‘One man show’ bitti. Kurumsallaşma, profesyonellere yetkileri bırakma dönemi. Ben kendimi profesyonel çalışan olarak görüyorum. Bizde hala izin kağıdı var.”
Ozan Şener de Boysanoğlu ile aynı fikirde. “Patronun şirketi profesyonellerle birlikte yönetmeyi öğrenmesi gerekir” diyor. İkisi de maaş ve primle çalıştıklarını anlatıyor.
KEŞKE GELSE
Ozan Şener şirketi babası Sani Şener’in kurduğunu ancak yönetimi kendisine bıraktığını söylüyor ve “Babam ben seni okyanusa ittim ama etrafına can simitleri de attım, der. Şirketi o kurdu ama ilgilenemedi. TAV’ı büyüttü. Zarar ettim sadece hataların şunlardı diye yol gösterdi” diyor. Sani Şener’in 2020’de hisselerinin tamamı Fransız Aeroports de Paris’e geçen TAV’da CEO’luk görevi bitiyor. Şener, Yönetim Kurulu Başkanı olarak devam edecek. “Sani Bey Sera’ya döner mi” diye soruyorum. Ozan Şener şunları söylüyor: “Biz öyle ya da böyle işler başardık ama ne kadar büyütürsek büyütelim Sera ona küçük gelir. Bazen konuştuğumuz rakamlar çok farklı. Bence o TAV İnşaatı büyütür. Ayrıca biz onun artık hayatını yaşamasını istiyoruz. Keşke gelse. Vizyonumuzu artırır.”
BİM İRAN KARARINI VERDİ, ŞİRKET KURUYOR