Paylaş
Tartışma çok eski bir tartışma; o 107 bilim insanının kendi kendine mi yoksa arkada güçlü bir şirketin iteklemesiyle mi bir araya geldiği konusu tamamen ayrı bir konu.
Konumuz aslında bilime ve onun sonuçlarına nasıl bakacağımız.
Çünkü aynı Greenpeace küresel iklim değişikliği konusunda bilimsel bulgulara değer verir, onları duyurmak için elinden geleni yaparken mesele genetiği değiştirilmiş organizmalar olunca birden bilime karşı ciddi bir güvensizlik, hatta neredeyse bilim karşıtı bir pozisyona geçiyor.
Oysa GDO konusunun daha serinkanlı konuşulmasına, topluma bu konuda korku yaymaktansa gerçekleri anlatmak için çaba gösterilmesine ihtiyaç var.
Bu konuda ilk bilmemiz gereken şey, gıda olarak boğazımızdan geçen hiçbir şeyin ‘doğal’ olmadığı, bin yıllar içinde hepsinin genetiğiyle oynadığımız gerçeği.
İkincisi, sırf üstüne bembeyaz laboratuvar önlükleri giydiler, duvarlarına da gösterişli diplomalarını astılar diye bilimcilerin yaptığı her şeyi gözü kapalı güvenli kabul edemeyeceğimiz ön kabulü.
Bir küçük çiftçinin kendi kendine toprağındaki tohumlarla oynayıp yeni veya daha dayanıklı bir tür yaratması ile Monsanto gibi gıda devlerinin laboratuvarlarda gen değiştirme teknolojisini kullanarak yeni bir tohum yaratması arasında ciddi bir fark var.
Birincisinin etkisi son derece sınırlıyken ikincisi dünyada yaşayan herkese ulaşabilecek gıda üretiminin konusu olabiliyor. O yüzden, ortaya çıkan veya çıkabilecek bütün yeni tohumların aynen ilaçta olduğu gibi uzun ve zorlu güvenlik testlerinden geçmeden piyasaya çıkamaması gerek. Bu yeni tohumların insan sağlığı ve tarımsal çevreye etkileri konusu enine boyuna araştırılmadan ve güvenirlik onayı alınmadan üretime geçilememeli.
Ancak GDO karşıtı kampanyalar ve bu kampanyaların başlıca sürdürücüsü olan Greenpeace bunu söylemiyor, “Bize GDO’lu tohumların güvenilir olduğunu kanıtlayın” demiyor, “Karşıyız” diyor.
Bugün dünyada GDO’suz mısır ve soya bulmak hayli güç. GDO’lu soya ve mısırın doğada ve insanda zararlı etkiler yarattığına dair bildiğimiz bir şey yok.
On yıllardır insanlar bu ürünleri tüketiyor.
Geçenlerde yazdım, bitkilerde kullanılan gen değiştirme teknolojisinin aynısının insan üzerinde kullanılması, kanser başta olmak üzere bazı hastalıkların tedavisinde insanın bazı hücrelerinin genetiğiyle oynanması söz konusu.
Arkadaki bilim aynı bilim, teknoloji aynı teknoloji. Yarın öbür gün bu bilim ve teknolojinin sadece hastalıkları tedavi etmekle yetinmeyip bazı konularda ‘süperinsan’ yaratmak için kullanılmasının önünde de aslında hiçbir engel yok.
Tamamen hayır demek yerine akıllıca kurallar ve güvenlik duvarları oluşturmak; insanların korkularına oynayıp popülist siyaset yapmak yerine konu bazlı serinkanlı değerlendirmelerde bulunmak daha doğru olmaz mı?
Aynı parçacık fiziği araştırmaları bize atom bombasını verdiği gibi nükleer santralı da verdi, çığır açan teşhis tedavi yöntemlerini de verdi, bilgisayarları da verdi. Ve ilginç biçimde bu yeni gen teknolojileri de aslında parçacık fiziği araştırmalarının bir başka yan ürünü.
‘Doğa’ nedir, ‘doğal olan’ nedir gibi konularda kafamız hayli karışık.
Çoğu zaman dünya üzerinde her gün üç öğün yemesi gereken 7 milyar insan olduğu acı gerçeğini unutup kendi dar çevremizden bir bakışla yaklaşıyoruz beslenme konusuna.
Sizin ekonomik gücünüz elveriyorsa, ruhunuzu da rahat ettirmek için organik beslenin istiyorsanız ama bunu yaparken geri kalan bütün gıdaların zehirli olduğunu iddia ettiğinizde en azından sorumsuz hareket etmiş olursunuz.
İhtiyacımız olan şey, sağlıklı besine ulaşma hakkıdır, devletlerden talep edilmesi gereken şey de bu konuda akılcı kurallar getirmesi olmalıdır.
Toptan savunmak da, toptan yasaklanmasını istemek de eşit derecede bilim dışı davranışlar.
Paylaş