Keşke Suriyeli göçmen tartışması böyle başlamasaydı

TABİİ cümleye ‘keşke’ diye başlayınca, onun arkasına dizilecek başka pek çok dilek olabilir; ama geçmişe dönüp tarihi değiştiremeyeceğimize göre meseleye günümüz gerçeklerinden başlamakta fayda var.

Haberin Devamı

Zor da olsa kabul etmemiz gereken bir numaralı gerçek, ülkemizdeki 3 milyon civarı Suriyeli göçmenin önemli bir bölümünün (100 bin kişi bile önemlidir) bundan sonra hep Türkiye’de kalacağı.

 

Evet, eğer günün birinde iç savaş şartları ortadan kalkarsa misafir Suriyelilerin bir bölümü ülkelerine dönmek isteyecektir. Bir bölümü de geleceğini Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da arayacaktır. Ama önemli bir bölümü Türkiye’de kalacaktır.

 

Zor da olsa kabul etmemiz gereken bir başka gerçek, bu insanları uzun süre dışarıyla ilişkisi sınırlı kamplara kapatamayacağımız gerçeğidir. İki sebeple: Birincisi insani; bu insanlar hapis değil. İkincisi mali; bu kadar insanın bütün giderini Türkiye daha ne kadar devlet kesesinden ödeyebilir? (Kalıcı mülteci kamplarının toplumlara ne bedeller ödetebildiğini en basiti Lübnan’dan ve Ürdün’den biliyoruz; Türkiye bu yanlışa düşmemeli.)

 

Haberin Devamı

ENTEGRASYONU KONUŞMAKTA GECİKTİK

 

Yani, şöyle veya böyle, Suriyelilerin Türkiye’de topluma entegre olmasının yollarını aramaya aslında çok daha önce başlamalıydık.

 

Bizim devletimiz ve hükümetimiz her şeyi herkesten iyi bildiğini düşündüğü için böyle tartışmaları sivil toplumla ve akademiyle ortak bir düzlemde yapmaktansa kendi kendine birtakım çözümler üretir ve uygular.

 

Kimseyle tartışmadan üretilen çözümlerden biri, Suriyelilere çalışma izni vermekti. Esasen doğru bir adımdı; Suriyelilerin ucuz işçi, hatta köle gibi kullanılmasını engellemeyi, iş piyasasındaki rekabet şartlarını bozucu davranışları ortadan kaldırmayı hedefliyordu.

 

Peki bundan sonraki aşama ne olabilirdi? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve hükümet bir anda vatandaşlık vermeye sıçradı. Kuşkusuz vatandaşlık vermek de düşünülebilir, çözümlerden biri ama oraya varmazdan önce başka aşamalar da var ve olmalı. Benim ‘keşke’ dediğim bu.

 

Haberin Devamı

ALMANYA TECRÜBESİ

 

Çünkü kaçınılmaz biçimde, ister vatandaşlık verelim ister başka kalıcı şartlar yaratalım, esas mesele Suriyelileri Türkiye’ye ve topluma entegre etmektir.

 

Öyle bir zemin oluşmalıdır ki hem Suriyeliler birkaç kuşak içinde kendilerini artık bu topluma ait hissedebilmeli hem de Türkiyeliler Suriyelileri yadırgamamalıdır.

 

Peki bu nasıl olacak?

 

Dünyada çeşitli ülkelerin yaşadığı iyi kötü tecrübeler var. Bu tecrübelerle ilgili birikmiş akademik bilgi var; sosyal bilgi var.

 

Örneğin Almanya. Türkler (ve diğerleri) bu ülkeye 60’larda ‘misafir işçi’ olarak gitti. Ama orada kaldılar. Almanya bu konuyu bir ‘sorun’ olarak çok uzun süre yaşadı; bugün bile zaman zaman yaşıyor. Ama bakın Almanya’nın en büyük siyasi partilerinden birinin lideri Türkiye kökenli, parlamentoda çok sayıda Türkiye kökenli milletvekili var. Başkent Berlin’de sadece Türkçe konuşarak yaşamak mümkün.

 

Haberin Devamı

VATANDAŞLIĞA VARANA KADAR

 

Almanya’nın entegrasyon kelimesini bulana kadar geçtiği yanlış yollar var, doğru yollar var. Bu tecrübeyi incelemeye çoktan başlamış, kendimize Suriyelileri Türk toplumuna entegre etmek için bir yol çizmeye girişmiş olmalıydık.

 

Ama ne oldu, biz tartışmaya doğrudan bir yabancı düşmanlığı tartışması olarak başladık. Bunda, “Suriyelilere vatandaşlık vereceğiz” cümlesinin en üst düzey ağızdan duyulmasının da rolü oldu.

 

Almanya’nın yaşadığı tecrübeye göre biraz daha kolay bir durumumuz var bizim: Orada sadece yabancı bir dil ve kültüre değil aynı zamanda tamamen yabancı, hatta çoğu zaman ‘düşman’ görülen bir dine mensup insanları entegre etmeye çalıştılar. Bizde hiç değilse din unsuru olmayacaktır.
Türkiye bir an önce bu tartışmayı sağlıklı ve akılcı bir zemine çekmek zorunda. Yoksa yükselen yabancı düşmanlığı ve ırkçılık kısa zamanda durdurulamaz boyutlara erişebilir.

Yazarın Tüm Yazıları