Paylaş
Ama henüz hepsini görmedik.
Bizim ırkçılarımız Suriyelileri istemiyor.
Peki ama ne yapacağız? Onları savaşa ve ölüme geri mi göndereceğiz? Burada toplama kamplarına mı kapatacağız? Denize mi dökeceğiz? Otobüslere bindirip Yunanistan veya Bulgaristan sınırına mı bırakacağız?
Türkiye’nin bütün dünyadan övgüler alan mülteci kampları var; iki tanesini ben de gördüm.
Tamam ama bu kamplarda ancak geçici barınma olabilir; ne bileyim bir doğal felaket yaşanmıştır, insanlar bir süre burada barınır ama sonra döner. Oysa bizim kamplarımızda yıllardır yaşanıyor.
Hiç düşünüyor musunuz, bu insanların bir günü nasıl geçer diye. Aynı kampta on binlerce canı sıkılan insan; yapacak iş yok, zaten büyük bir travmadan kaçılmış.
İşte tam da bu sebeple o kamplar geçici olabilir ancak; kalıcı olunca sorunlar çıkması kaçınılmaz.
ÇÖPÜN YANINA SIĞINMIŞ AİLE
Aynı şekilde, ülkemizde doğan çocukları var Suriyeli göçmenlerin; onlarla beraber kaçan küçük çocuklar var.
Tam hesabı kimse bilmiyor ama eğitim çağında 700 bin Suriyeli olduğu söyleniyor Türkiye’de.
Gece yarısı Etiler’de bir çöp konteynırının yanına sığınmış anne ve iki küçük oğlunun yüzleri günlerdir gözümün önünden gitmiyor. Dilencilik ve sokakta yaşamak o ailenin seçimi olamaz.
Kaçınılmaz olanla yüzleşme zamanı: Suriye’den göçenlerin hatırı sayılır bölümü ülkemizde kalacak, bizimle birlikte yaşayacak, bizimle kader ortaklığı yapacak artık.
Soru şu: Onları toplumumuza entegre mi edeceğiz, yoksa asimile etmeye mi çalışacağız?
ASİMİLASYON ÇIKMAZ SOKAK
Asimilasyonu kendi vatandaşımız Kürtlere ve Alevilere karşı on yıllarca yapmış, bir bakış açısına göre hâlâ daha asimilasyon politikalarından vazgeçmemiş bir ülkeyiz.
Asimilasyonun iyi bir şey olmadığı, başarmaya çalıştığından çok daha büyük sorunlara yol açtığını kendi Kürtlerimizden ve Alevilerimizden öğrenmiş olmalıyız.
O zaman, aramıza katılan en az 3 milyon Arapça konuşan insanı asimile etmeye değil topluma entegre etmeye çalışmalıyız.
ANADİL HAKKI
Bunu onların anadillerini öğrenme ve gündelik hayatta kullanma, hatta devletle ve belediyelerle ilişkilerinde kullanma haklarını peşinen yok ederek yapabilir miyiz? Bence yapamayız. Peki Suriyelilerden esirgemediğimiz (Almanya başta olmak üzere Batı ülkelerinde yaşayan Türkiye kökenliler için de en
üst düzeyde sürekli talep ettiğimiz) bu doğal hakları Kürtlerden esirgemeye nasıl devam ederiz?
3 milyon kişiye bir günde Türkçe öğretemeyeceğimize göre, onlar için eğitimin Arapça dilinde yapılmasını bizim ‘Tevhidi Tedrisat Kanunu’muza nasıl sığdıracağız? Eğer onları sığdırmayı başarabileceksek, Kürtleri ve Alevileri neden sığdıramayalım?
İŞE ALIMDA AYRIMCILIK
Sadece eğitimde de değil. Daha şimdiden gösterilen ırkçı tepkilere bakınca Suriyelileri Türkiye’de vatandaş olsalar bile çok zor bir hayat ve çok zor sosyal ilişkiler bekliyor.
Burada devletin ve diğer kamu kurumlarının tavrı önemli olacaktır. Suriyeliler mesela işe girişte ayrımcılığa uğrayacak mı? Hiç kuşkusuz uğrayacak; sigortasız çalışmaya zorlanacak, kalifiye işlerden (onlar kalifiye olsalar bile) uzak tutulacak, ev kiralamaları bile zor olacaktır.
Böyle alanlarda kamunun tarafsız ve eşitsizliği giderici yönde hareket etmesi çok önemli. Peki ama bizim kamu kurumlarımız mevcut vatandaşlarımız arasında tarafsız ve eşitsizliği giderici hareket eden kurumlar mı sahiden?
Ve hepsinden önemlisi, içimizdeki bu ırkçılıkla nasıl hesaplaşacağız? Irkçılığı hep birlikte ayıplayabilecek miyiz? Ayıplamayı başarsak bile kendimiz ırkçılık yapmadan durabilecek miyiz?
Türkiye kendi sosyal gelişme tarihinin en ilginç dönemine giriyor bence.
Paylaş