Dünyanın dört bir yanında tam 2 milyon 866 bin 979 Türkiye vatandaşı seçmen olarak kayıtlı. Ciddi ve büyük bir rakam bu. 7 Haziran için bu vatandaşlarımız 1 milyon 41 bin 470 geçerli oy kullandı. Katılım düşük kaldı; yüzde 36.84.
Yüksek Seçim Kurulu’nun açıklamasına göre yurtdışındaki seçmenlerden aslan payını yüzde 44.4 oranıyla AK Parti aldı; onu yüzde 18.9’luk oy oranıyla HDP izledi; CHP yüzde 14.04 ile üçüncü, MHP yüzde 8’le dördüncü parti oldu. Biliyorsunuz, seçimin sonunda AK Parti 258 milletvekili çıkardı; yurtiçi-yurtdışı, gümrük kapıları dahil hesapladığımızda her bir AK Partili milletvekili ortalama 73 bin 129 oyla seçildi. Buna göre, yurtdışı oyların AK Parti’ye katkısı 6 milletvekilliği oldu.
Aynı hesabı 132 milletvekili kazanan CHP için yaptığımızda, 1 milletvekilliği için bu partinin ortalama 87 bin 258 oy aldığını görüyoruz. Yurtdışı seçmen CHP’ye 1.6 milletvekili getirdi.
HDP’nin 80 milletvekilinin her biri için ortalama 75 bin 731 oy alması gerekti. Yurtdışı seçmen bu partiye 2.5 milletvekili kazandırdı.
MHP’de 80 milletvekili ortalama 94 bin oyla geldi. Yurtdışının katkısı bu rakamdan hareketle sadece 1 milletvekili oldu.
Tabii benim bu hesabım afaki bir hesap. Bizim uyguladığımz d’Hont sisteminin türlü çeşitli cilveleri olabiliyor; partilerin çıkardıkları milletvekilliklerinin her birinin kaç oya mal olduğu seçim çevresinden seçim çevresine büyük farklılıklar gösterebiliyor. (Örneğin HDP Diyarbakır’dan 10 milletvekili çıkardı; milletvekili başına ortalama 66 bin oy aldı bu parti. İstanbul 1. bölgeden ise aynı parti 3 milletvekili çıkardı ve bunların her biri için 110 bin oy alması gerekti. Yani aslında her oy eşit değil, seçim çevresinden seçim çevresine oyun ‘değeri’ de değişebiliyor.)
Kaldı ki, yurtdışından alınan oylar, YSK tarafından belli bir algoritmaya dayanılarak illere dağıtıldı; o yüzden benim ‘Şu parti yurtdışı oylarıyla şu kadar milletvekilliği kazandı’ demem çok anlamlı değil; ama yine de bu hesap da bize bir şeyler söylüyor, çünkü o oylar sahiden milletvekilliğine dönüştü, bazı yerlerde önemli farklar da yarattı.
SİYASİ liderler, biz onları sevelim sevmeyelim, bu dünyada çok istisnai yerler işgal eden insanlar.
O yüzden siyasi lider, genellikle geçmişin veya bugünün öteki liderlerinin davranışlarına bakar, o davranışlardan, o tarihten kendince dersler çıkarıp kendine bir davranış tarzı belirler.
Türkiye’de açık açık itiraf edilmese de, bütün siyasi liderler, ki buna Recep Tayyip Erdoğan da dahil, Atatürk’ü ya başarılarıyla geride bırakmaları gereken bir rakip ya da kendi davranışlarını meşru kılacak bir rehber gibi görürler zaman zaman.
Falih Rıfkı Atay’ın ‘Çankaya’sında Atatürk’ün zaman zaman kurmaylarına çok sinirlenip ‘Hadi seçime gidelim öyleyse, halk sizi mi seçecek, beni mi’ dediği anlatılır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu pasajdaki Atatürk’ten çok etkilendiğini, kendi siyasi popülaritesine çok güvendiğini ve etrafına da ‘Sizi ben seçtirdim, benim sayemde oradasınız’ı sık sık hatırlattığını çok sayıda özel sohbetten biliyoruz; bunlar yazıldı çizildi. (‘Beni Atatürk gibi Çankaya Köşkü’ne hapsedemezsiniz’ cümlesini Erdoğan’ın ağzından hiç duymadık ama bugünlerde Erdoğan’ı canıyürekten savunan pek çok kalem bu cümleyi yazıyor, tesadüf değil.)
Demirel’in trajedisi
BUGÜN toprağa vereceğimiz Süleyman Demirel bu ülkenin çıkardığı çok önemli siyasi liderlerden biriydi; her bakımdan istisnai bir yer işgal etti.
Gençler kime oy verdi?
TÜRKİYE büyük bir hızla yaşlanan bir ülke. 1970’te nüfusumuzun ortalama yaşı 19’du, bugün 30.7.
Bu yaşlanmanın nedenleri ve sonuçları bu yazının konusu değil ama bilmemiz gereken gerçek, ülke nüfusunun eskisi kadar hızlı artmadığı.
‘Yaşlanıyoruz’ diyorum ama yine de genç nüfus, hadi tam da bizi ilgilendiren yaş aralığıyla söyleyeyim, 18 ile 26 yaş arası nüfus Türkiye’de hatırı sayılır büyüklükte.
Türkiye’de (yurtiçinde) 2007 yılında 42 milyon 571 bin 284 kişi 18 yaşını doldurmuş ve oy verme yeterliliğine sahip olmuş. Bugün bu rakam 53 milyon 765 bin 231. İşte bu aradaki farkı oluşturan 11 milyonu aşkın insan tam olarak 18-26 yaş aralığı. Yani kabaca her 5 seçmenden 1’i 27 yaşından küçük.
Dün yazmaya çalıştım; ülkenin siyasi anlamda kaderini 14 ay önce yapılan yerel seçimden bugüne Halkların Demokratik Partisi’ne yönelen
3 milyonu aşkın oy belirledi.
Yine dün yazdım; genel seçimin reel anlamda yegâne kazananı HDP, diğer bütün partiler yerel seçimden bugüne gelirken ciddi sayılması gereken miktar ve oranlarda oy kaybetmiş. Çarpıcı olan seçimden başarılı çıktığı söylenen MHP’nin yerel seçimden genel seçime kadar kendi oylarının yüzde 7.8’ini kaybetmesi. AK Parti’nin 14 aylık kaybı yüzde 6, CHP’ninki ise yüzde 2.6.
HDP’ye yüzde 104’lük oy artışının nereden geldiğini sorgulamaya çalıştım dün. Çeşitli sandık çıkış araştırmalarının da bulguladığı, benim de rakamlar üzerinden giderek gördüğüm, HDP’nin 6 milyon oyunun
900 bin kadarının Kürt olmayan seçmenlerin oyu olduğu. Bu da kabaca yüzde 2 civarında bir oy ediyor. Geri kalan artı 2 milyondan fazla oy Kürt seçmenden geldi.
10 Kürt’ten 6’sı HDP’ye verdi
Ülkeyi değiştiren 3 milyon kişi... Kim bunlar?
SEÇİMİN üzerinden bir hafta geçti; rakamlar netleşti ve daha serinkanlı, derinlemesine analizler yapma imkânı arttı.
7 Haziran 2015 genel seçiminin pek çok ayırt edici özelliğinden söz edilebilir ama bunlar içinde bir tanesi çok öne çıkıyor; o da Halkların Demokratik Partisi HDP’ye barajı geçirtmekle kalmayıp bu partiyi yüzde 13’e tırmandıran 3 milyondan fazla yeni seçmen.
Geçen hafta, 10 Haziran Çarşamba günü Hürriyet’te yayınlanan yazımda 2015 genel seçim sonuçlarını 2011 genel seçimiyle kıyaslamıştım. Ama unutmamak lazım, 2014’ün 30 Mart’ında da bir yerel seçim yapmıştık; yani bu seçimden sadece 14 ay önce. Bugün, genel seçimi yerel seçim rakamlarıyla kıyaslayacağım.
Önce bir hatırlatma yapmalıyım: Yerel seçimde katılım çok yüksek (yüzde 89) oldu ve 44 milyon 866 bin 446 geçerli oy kullanıldı. Genel seçimde ise katılım o kadar yüksek olmadı (yüzde 83.92) ve geçerli oy sayısı 46 milyon 161 bin 049 olarak gerçekleşti. 14 ay arayla yapılan iki seçimde geçerli oyların sayısı yüzde 2.88 oranında arttı.Bu rakam önemli; çünkü eğer oylarınızı en azından geçerli oy artışı kadar arttıramadıysanız, aslında oy kaybetmişsiniz demektir. Yayınladığım tablodaki ‘Reel kayıp/kazanç’ sütununa bakarsanız partilerin gerçekte kazandığı veya kaybettiği oyları görürsünüz. Bu rakam ışığında baktığımızda, 2014’e göre geçen hafta oylarını reel anlamda arttıran bir tek parti var: HDP. Geri kalan bütün partiler oy kaybetmişler aslında.HDP’nin yerel seçime göre oy kazancı 3 milyon 129 bin 150 ama reel kazancı biraz daha az: 3 milyon 44 bin 648.
BUGÜN cumartesi. Normal şartlarda bu köşede siyaset değil bilim-eğitim-sağlık konulu yazılar okuyorsunuz. Hafta sonları siyasetten kaçıyorum; aslında fırsatım oldukça hafta içinde de kaçıyorum.
Ama ülkede genel seçim yapılmış, bu seçimde 13 yıllık iktidar partisinin tek başına iktidarı sona ermiş, memleketin her kahve masasında, her berber koltuğunda, her taksisinde, her evinde koalisyon olasılıkları konuşulurken siyasetten kaçamam.
Sabahları 10 tane gazete okuyorum; bu gazetelerde bir dolu köşe yazarı var. Geçen gün üşenmedim saydım; tam 47 tane köşede hangi iki veya üç partinin koalisyon kurması gerektiğine dair yüksek fikirler vardı.
Hükümet kurmak köşe yazarlarının işi değil; hükümet kurma makamında olanların köşe yazarlarını okuyup ‘Hah falancanın önerisini yerine getireyim bari’ diye düşüneceğini hiç sanmam.
Ama herhalde parti genel başkanları bugünlerde geçmişin koalisyonlarını, onları kuran ve yıkan şartları düşünüyorlardır. Geçmişten ders almayacaksak, geçmiş ne işe yarar, değil mi?
Ecevit’in de 13 eksiği vardı
ADALET ve Kalkınma Partisi kurmayları neredeyse seçim gecesinden beri toplantı halinde.
Önce bakanlar ve partinin MYK’sı birlikte toplandı. Sonra Başbakan ve Genel Başkan Ahmet Davutoğlu, MYK üyeleriyle teker teker baş başa görüşmeler yaptı. Ardından MYK ile bir kez daha toplanıldı; bu toplantıya artık AK Parti yönetiminde olmayan tecrübeli eski yöneticiler ve üç dönem kuralından ötürü milletvekili seçilemeyen kimi önde gelen isimler de katıldı. Son olarak dün il başkanlarıyla bir araya geldi Davutoğlu.
Bütün bu toplantılarda seçim sonuçları değerlendirildi ve parti için bir yol çizildi. Çizilen yol elbette partinin seçim sonuçlarını nasıl okuduğuyla da ilgili.
Benim edindiğim bilgi ve Başbakan Davutoğlu’nun dünkü konuşması aynı yönde: Parti, seçim sonucunu “Seçmen AK Parti’ye ‘Git’ demedi, onun yerine ‘Uzlaş’ dedi” şeklinde okuyor.
Böyle okudukları için de, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kendisine görev verdiğinde Davutoğlu, koalisyon kurmak için samimi bir çaba içine girecek. Bu yönde partinin en üst karar organı olan MYK ona yetkiyi oybirliğiyle verdi.
AK Parti kurmayları, ‘Koalisyon demek temel ilkelerimizden vazgeçeceğiz demek değil ama bunları olmazsa olmaz kırmızı çizgiler olarak söylemek de yanlış olur; bizim seçim öncesi açıkladığımız 10 maddemiz var, yeni anayasa ve çözüm süreci diye başlayan, bu ilkelerimizden vazgeçmeyiz’ diyorlar.
AK Partili bir koalisyon olabilirse ne âlâ, ama eğer olamıyorsa bu kez kenara çekilecek parti ve öteki üç partinin hükümet kurup kuramayacağına bakacak. Üçlü bir koalisyonun kurulabilse bile uzun ömürlü olmasını beklemiyor AK Parti ve erken seçime gidilme ihtimalini dışlamıyor, o yüzden parti teşkilatına da ‘teyakkuzda olması’ talimatı verilmiş.
HER seçim sonrası aynı lafı her yerde dinleriz: ‘Seçmen şu mesajı verdi...’Bu pazar yapılan seçimde oyları geçerli kabul edilen 46 milyon 131 bin 695 seçmenin toplamı tek bir kişi olmadığı gibi, o seçmenlerin hep bir ağızdan aynı cümleyi söylediğini varsaymak da saçma olur.
Kaldı ki, sahiden onca seçmen bir araya gelip tek bir cümleyi söylese bile, bu cümlenin muhatapları birden fazla siyasi parti olduğu için, onlar duyacakları cümleyi kendi istedikleri gibi duyarlar zaten.
Dolayısıyla genel bir cümleye indirgenecek bir ‘seçmen mesajı’ olamaz; olsa olsa seçimin sonucunun emrettiği bir siyasal aritmetik olur.
HDP BARAJI GEÇEMESEYDİ...