İsmet Berkan

İmam hatip okullarına daha yakından bakalım

10 Temmuz 2015
BUGÜNLER, TEOG sınavı puanları belli olan 1.5 milyona yakın öğrenci ve velisi için telaşlı tercih günleri.

Ortaokulu, yani sekizinci sınıfı yeni bitirmiş hem öğrenciler hem de onların velileri, alınan puana bakacak, bu puanla Türkiye çapında girilen yüzdelik dilimi göz önüne alacak ve ona göre bir lise tercih listesi oluşturacak. Zor karar günleri.
Bu yazının amacı öğrencilere veya velilerine rehberlik etmek, onlara tercihlerinde yardımcı olmak değil. Bu yazı, biraz da okuyucu talebi üzerine yazılıyor; her TEOG yerleştirme döneminde bir imam hatip okulları kavgasıdır başlıyor, çok sayıda okuyucu bu okulların konumu ve başarısı hakkında bilgilendirici bir yazı istedi, onu yazmaya çalışacağım.

İHL’ye 190 bin talep


Önce taa geçen yıldan kalma ama nedense göz ardı edilip üzerinde yeterince konuşulmamış bir bilgi. Geçen yıl TEOG yerleştirmelerinde ‘İstemeyenleri bile zorla imam hatibe kaydettiler’ cümlesiyle özetlenebilecek bir tartışma başlayınca Milli Eğitim Bakanlığı, TEOG sonrası 190 bin öğrencinin ve/veya velisinin imam hatip liselerini birinci tercih olarak yazdığını, bunlardan ancak 160 bin kadarının istedikleri okullara kaydedilebildiğini açıkladı. Yani bakanlık talebi karşılayamamıştı ki talep bile etmeyenleri bu okullara kaydetsin.
Bence bu yıl da, yerleştirmeler belli olduktan sonra aynı tartışmayı yaşayacağız; gerek TEOG puanlarının hesaplanmasında ve gerekse sınav sorularının hazırlanmasında yapılan devasa hatalara bakınca, yerleştirmenin de hatasız yapılmasını beklemiyorum.
Neyse, biz yazımıza dönelim.


Yazının Devamını Oku

‘Seçkin’ liselerimiz ne kadar seçkin?

8 Temmuz 2015

CUMARTESİ günü bu köşede çıkan yazının başlığı aynen şöyleydi: ‘Çöldeki çiçek bahçeleri: Türkiye’nin en seçkin liseleri...’Yazıda, üniversiteye girişin son basamağı olan LYS sonuçlarındaki başarıdan hareketle, her üç puan türünde en yüksek puanları alan lise türlerini sıralamıştım.
Her ne kadar kamuoyunda ‘en iyiler’ listeleri daha fazla ilgi çekiyorsa da, ben her zaman ‘en kötüler’e bakmanın bize daha fazla şey söylediğine inananlardanım.
Bugün itibarıyla Türkiye’de eğitim sisteminin bir tane büyük sorunu var; neredeyse bütün sorunların anası diyebileceğimiz bir sorun bu: Kalite.
Ve düşük kaliteli eğitim kendini devasa bir eşitsizlik olarak ortaya koyuyor. Yani, az sayıda öğrencimize ‘en iyi’ denen eğitimi verebiliyorken ezici bir çoğunluğa ‘vasat’ sayılabilecek bir eğitimi bile çok gören bir sistemimiz var.
LYS’den birkaç rakam aktarayım:
869 bin aday ‘Türkçe-Matematik’ puan türünden değerlendirilmek istedi ve ona göre sınava girdi. Bunlardan sadece 355 bini 200 puanın üzerinde puan alabildi; yani 500 binden fazla aday bu sınavda hayli kötü performans sergiledi.
Neredeyse 590 bin aday ‘Matematik-Fen’den değerlendirilmek istedi; bunlardan sadece 205 bini 200 puanın üzerinde puanlar alabildi. Yani bu puan türünü isteyen adayların yarıdan fazlası çok kötüydü.

Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin en seçkin liseleri

4 Temmuz 2015

BU köşeyi takip edenler biliyor; uzunca bir süreden beri Türkiye’de eğitimin kalite sorunlarıyla yakından ilgiliyim ve genel kalitesizliği sürekli sergiliyorum.
Benim görebildiğim en az üç araştırma ve OECD istatistiklerine yansıyan rakamlarla biliyoruz ki, Türkiye’deki sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin temeli okulda atılıyor. Yeterince iyi eğitim alamayan çocuk, kendi anne-babasından daha iyi bir hayata kavuşamıyor. Yani biz fakirliği ve sosyal eşitsizliği eğitim yoluyla sürekli yeniden üretiyoruz. Dezavantajlı ailelerden gelenler genellikle dezavantajlı bir hayata mahkûm kalıyorlar.
Bu bir kötümser bakış açısı sorunu değil; maalesef veriler böyle. Yani olgusal bir gerçeklikten söz ediyoruz. Bu gerçeği değiştirmenin yolu, eğitimin kalitesini arttırırken herkese aynı kaliteli eğitimi sunabilmek. Ancak ülkemizde kaliteli eğitimin herkese eşit sunulması konusu tartışma gündeminde bile değil. İmam hatip konuşmaya, eleştirmeye veya savunmaya harcadığımız enerjinin yarısını eşitlik konusunu gündemde tutmaya harcamış olsaydık, bugün zaten imam hatip konuşmuyor olacaktık.

Fakat bütün bu eşitsizlikler ve düşük kaliteli eğitim çölünde bir de açan çiçekler var; en iyi örnekler, Türkiye’nin en iyi liseleri bunlar. Bugün bu iyi örnekleri, LYS sonuçlarına bakarak yazmak istiyorum.
LYS’ye giren adaylar temelde üç ayrı puan türünde sonuçlar üreten bir dizi sınavı alıyorlar. Bunlar ‘MF’ kısaltmasıyla anılan ‘Matematik-Fen’; ‘TM’ kısaltmasıyla anılan ‘Türkçe-Matematik’ ve ‘TS’ kısaltmasıyla anılan ‘Türkçe-Sosyal’ türleri.
Eğer üniversiteye giriş sınavını ölçüt kabul edecek olursak, ben kendimi bildim bileli bir gerçek değişmiyor: Fen liseleri Türkiye’nin en seçkin okulları. Bu okullardan mezun olan öğrencilerin bu yıl da LYS’de elde ettikleri puanların ortalaması hem MF hem de TM’de en yüksek puan. Adının ‘fen lisesi’ olması sizi şaşırtmasın, bu liseler TS türünde de Türkiye ikinciliği elde etti bu yıl.

Yazının Devamını Oku

Türkçeyi okuyup yazamayan nesiller yetiştirmek

3 Temmuz 2015

BU yılki Lisans Yerleştirme Sınavı, yani LYS sonuçları açıklandı. Sınava giren 900 binin üzerinde öğrenci heyecanla bu sonucu bekliyordu.
Tabii sınavın tek tek bu öğrencileri ve aileleri ilgilendiren boyutu var; ben onunla çok ilgili değilim, daha çok bu sınavın Türk milli eğitim sistemini ve Milli Eğitim Bakanlığı’nı ilgilendiren boyutuyla meşgulüm. Çünkü biz çocuklarımızı anasınıfından itibaren en az 13 yıllığına bu bakanlığa ve onun politikalarına emanet ediyoruz; o 13 yılın sonucunu da bu sınav sayesinde bir ölçüde ölçebiliyoruz.
Önce bir hatırlatma yapayım. Üniversiteye giriş sınavı YGS ve LYS adıyla ikiye bölündüğünden beri bir düzen var. O düzen rakamlarda kendini belli ediyor. İlk aşamada YGS’de katılan adayların yarıdan fazlasını eliyoruz. Bu yıl YGS’ye 2 milyona yakın öğrenci katıldı ama bunların yarıdan fazlası elendi, LYS’ye 900 binden fazla aday girdi. LYS’ye girenlerin de yaklaşık yüzde 90’ı bir okula yerleşecek. Bu yıl neredeyse 900 bin öğrenci çeşitli ön lisans ve lisans programlarına yazılacaklar.
Liselerimiz bu yıl 856 bin kişiyi mezun etti; bunların yarısı meslek lisesi mezunu, yarısı genel lise. Bu rakam önümüzdeki iki yıl daha artmaya devam edecek ve yılda 1 milyonun biraz üzerinde mezun noktasında sabitlenecek.

Sadece okullaşmanın artması yetmez

Bizim üniversite çağı nüfusu için net okullaşma oranımız yüzde 40 civarında; yani o yaştaki 10 gencimizden 6’sı üniversitede değil. Eğer bu okullaşma oranını yükseltemezsek, en azından yüzde 70’lerin üzerine çıkaramazsak geleceği, yani 21. yüzyılı kazanma imkânımız olmayacak; bu birinci şart.

Yazının Devamını Oku

‘Böcek’ davası bitti, ‘Paralel’e atıf bile yok

1 Temmuz 2015
TÜRKİYE, 17 Aralık 2013 sabahı güne müthiş sansasyonel gözaltı kararları ve uygulamalarıyla başladı. Ve biz o günden itibaren ‘Paralel yapı’ adı da verilen bir gizli güçle tanıştık.

Fethullah Gülen’in çevresinde örgütlenen ‘Gülen cemaati’ adı da verilen oluşum, devlete sızmak, özellikle polis ve adliye teşkilatında güç kazanıp bu gücü kendi özel gündemleri için kullanmakla suçlanıyordu.
Suçlamalar hafife alınacak gibi değildi; suçlamayı yöneltenler de öyle. Bu bağlamda gündeme gelen ilk suçlamalardan biri, Başbakanlığı döneminde Recep Tayyip Erdoğan’ın özel evindeki ve resmi Başbakanlık Konutu’ndaki iki ayrı çalışma odasında çıkan dinleme cihazlarıyla ilgiliydi. Bu cihazları ‘Paralel yapı’nın koyduğu öne sürülüyordu.
Kasım 2014’te nihayet bu ‘böcek soruşturması’ tamamlandı ve Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Durak Çetin iddianamesini mahkemeye teslim etti. Hatırlayanlar çıkacaktır, bu köşede Savcı Çetin’in iddianamesini 5 yazı boyunca özetlemeye çalıştım. (26, 27, 28, 29 Kasım ve 3 Aralık 2014’te.)
Bu iddianameden öğrendik ki, ‘böcek’ler aslında 2011 yılının aralık ayının son günlerinde bulunmuştur ama Başbakanlık nedense uzunca bir süre konuyu savcılığa intikal ettirmemiş, onun yerine önce hiçbir adli yetkisi olmayan MİT tarafından konu ‘soruşturulmuş’, ardından da böceklerin bulunmasının üzerinden bir yılı aşkın süre geçtikten sonra nihayet adli soruşturma yetkisi de olan bir kurum olan Başbakanlık Teftiş Kurulu görevlendirilmiş, savcılığın resmen soruşturmaya başlayabilmesi için 2014 yılına kadar beklenmişti. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın odasında dinleme cihazı bulunması gibi ciddi bir konunun adli soruşturmasının bu kadar geç yapılması anlaşılır değil.
Savcı, 2014 Kasım’ında iddianamesini tamamladı, ‘casusluk’la suçlanan sanıkların yargılaması hızla yapıldı ve geçen hafta, davanın sekizinci duruşmasında da karar verildi; savcı başta 13 kişiye çok ağır cezalar istemişti ama sonuçta iki polis 7 yıl 6 ay hapisle cezalandırıldılar. Casusluk suçlaması düştü. Şimdi konu Yargıtay’a gidecek, bakalım oradan karar ne zaman ve nasıl çıkacak...
Bu davanın en ilginç tarafı şuydu: Gerek hazırlık soruşturması aşamasında ve gerekse yargılama devam ederken siyasiler ve bazı gazeteciler bu davanın ‘Paralel yapı’ davası olduğunu söyleyegeldiler. Ancak davanın iddianamesinde şimdi beraat eden bir sanıkla ilgili olanlar hariç ‘Paralel yapı’ya hiçbir atıf yoktu; ne ‘darbe teşebbüsü’nden söz ediliyordu ne de bir örgütlü yapıdan.

Kanaat sahibi olmakla kanıtlamak aynı şey değil


Yazının Devamını Oku

Tek endişem gezegenimin dünyaya çarpması

28 Haziran 2015

Güneş Parlakgül ve Ekin Güney, Çapa Tıp’tan yeni mezun iki pırıl pırıl bilim insanı. Parlakgül’ün NASA’dan onaylı gezegeni bile var. Şimdi dünyaca ünlü Harvardlı Prof. Gökhan Hotamışlıgil liderliğinde, obeziteye çare arıyorlar




Enfes bir İstanbul akşamüzeri, Boğaz kıyısındaki otelin bahçesinde oturmuş sohbet ediyoruz. Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil ile şahsen tanışıklığım birkaç yıl önce ama onu yıllardır tanıyor gibiyim.

Yazının Devamını Oku

‘Bebeğinizi aşılatmayın’ diyenleri dinlemeyin...

27 Haziran 2015

BU hafta pazartesi günü Hürriyet’in sürmanşetini Oya Armutçu’nun bir haberi süslüyordu. Başlık, ‘Yargıtay aşılar yapılacak dedi’ şeklinde atılmıştı. Aynı haberin altında bir de Ordu’da ikiz bebeklerine aşı yaptırmayı reddettiği için İl Sağlık Müdürlüğü tarafından mahkemeye verilen Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Ayyayla’nın mahkemeye sunduğu savunma dilekçesi ayrıca haberleştirilmişti.
Oya Armutçu’nun haberinden öğrendik ki 2013 yılında Uşak’ta bir anne-baba 1 yaşındaki çocuklarına zorunlu aşıları yaptırmadıkları için Aile Mahkemesi’nde haklarında dava açılmış ama çift yerel mahkemede davalarını kazanmışlardı. Dava temyiz edilmiş, Yargıtay ise beraat kararını bozmuş, Aşılar yapılsın’ demişti. Kuşkusuz bu karar henüz kesinleşmiş değil ama biri Uşak’tan diğeri Ordu’dan gelen haberleri görünce, yeni doğmuş çocuklara aşı yaptırmama eğiliminin bizim sandığımızdan daha yaygın olduğu izlenimine kapıldım.

Amerika’da kızamıktan ölen çocuklar

Gerek adrese dayalı nüfus kayıt sistemi ve TC kimlik numarası, gerekse aile hekimliği sistemi sayesinde Sağlık Bakanlığı yeni doğan bebekleri çok yakından takip edebiliyor.
2010 yılında kızım doğduğunda mahallemizdeki sağlık ocağından evi aradılar ve bebeğimizin aşılarının yapılıp yapılmadığını sordular, yapıldığını söylediğim halde beyanıma yeterince güvenmediklerinden çocuk doktorumuzu buldular ve ondan aşıların yapıldığına dair belgeyi aldılar.

Yazının Devamını Oku

Hey gidi Cüneyt Abi...

26 Haziran 2015

EPEYDİR hastanede yatıyordu; kendimi habere hazırladım sanıyordum. Ama Cüneyt Arcayürek’in ölüm haberini aldığımda yine de yeterince hazır olmadığımı anladım. Gözümün önünde hatıralar uçuşup durdu gün boyu.
Ben Cüneyt Abi’yi ilk kitaplarıyla tanıdım. Onun ‘Cüneyt Arcayürek açıklıyor’ serisi, Türkiye’de çok partili siyasi hayatın tarihini yazmak veya öğrenmek isteyen herkes için maalesef az sayıda kaynaktan biridir.
Demokrat Parti’den çok da iyi söz edilmeyen bir evde ve tarih kitaplarının sadece devlet egemenleri tarafından yazıldığı bir ülkede büyümenin bedeli; bu dönemin aslında ne demek olduğunu bir gazeteciden öğrenmektir. (Aynen 1938 Dersim’in bir ‘isyan’dan çok bir ‘katliam’ olduğunu genç yaşta bir gazeteci kitabından öğrendiğim gibi.)
Kitaplarını okumaya başladığımda ben Cumhuriyet’te çalışan genç bir spor muhabiriydim; o ise Hürriyet’in Ankara temsilcisi, Ankara’nın en güçlü gazetecisi.
Sonra o Hürriyet’ten ayrıldı; Hasan Cemal onu ikna etti, gazete içindeki ‘abi’lerin sert direnişine (‘Bir Demirelcinin Cumhuriyet’te ne işi var’) rağmen Cumhuriyet’e geldi; ben o arada spor servisinden yazıişlerine geçmiştim ve birden kendimi Cüneyt Abi’nin haberlerini, yazılarını, dizilerini yayına hazırlayan editör olarak buldum. Önce telefonda, sonra yüz yüze tanıştık.



Yazının Devamını Oku