Paylaş
SİYASİ liderler, biz onları sevelim sevmeyelim, bu dünyada çok istisnai yerler işgal eden insanlar.
O yüzden siyasi lider, genellikle geçmişin veya bugünün öteki liderlerinin davranışlarına bakar, o davranışlardan, o tarihten kendince dersler çıkarıp kendine bir davranış tarzı belirler.
Türkiye’de açık açık itiraf edilmese de, bütün siyasi liderler, ki buna Recep Tayyip Erdoğan da dahil, Atatürk’ü ya başarılarıyla geride bırakmaları gereken bir rakip ya da kendi davranışlarını meşru kılacak bir rehber gibi görürler zaman zaman.
Falih Rıfkı Atay’ın ‘Çankaya’sında Atatürk’ün zaman zaman kurmaylarına çok sinirlenip ‘Hadi seçime gidelim öyleyse, halk sizi mi seçecek, beni mi’ dediği anlatılır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu pasajdaki Atatürk’ten çok etkilendiğini, kendi siyasi popülaritesine çok güvendiğini ve etrafına da ‘Sizi ben seçtirdim, benim sayemde oradasınız’ı sık sık hatırlattığını çok sayıda özel sohbetten biliyoruz; bunlar yazıldı çizildi. (‘Beni Atatürk gibi Çankaya Köşkü’ne hapsedemezsiniz’ cümlesini Erdoğan’ın ağzından hiç duymadık ama bugünlerde Erdoğan’ı canıyürekten savunan pek çok kalem bu cümleyi yazıyor, tesadüf değil.)
Demirel’in trajedisi
BUGÜN toprağa vereceğimiz Süleyman Demirel bu ülkenin çıkardığı çok önemli siyasi liderlerden biriydi; her bakımdan istisnai bir yer işgal etti.
Demirel, aynen bugün Erdoğan ve AK Parti’nin de savunduğu gibi, sandıktan çıkan meşruiyetin diğer bütün meşruiyetlerin üstünde olması gerektiğini düşünen, savunan biriydi. (Bu görüşün demokrasi için ‘gerek şart’ olduğu ama ‘yeter şart’ olmadığı tartışması bu yazının konusu değil.)
Her durumda sandığın üstünlüğünü ve yönetimlerin seçmen oyuyla değiştirilmesini savunduğu için Demirel bir ‘demokrasi mücadelesi’ insanıydı. Sadece 12 Eylül sonrasında değil, Demirel’in en çok eleştirilen 70’li yıllarında da bu mücadele hep vardır.
Demirel’in meşhur laflarından biri ‘Laf sahibinden yayılır’dır. Sahibi olarak bu sözü o kadar çok kez tekrar etti ki, aslında Türkiye’nin demokratikleşmesine ve toplumun askeri darbelere karşı sadece pasif değil artık aktif tutum da geliştirmesine ciddi katkı sağladı.
Fakat aynı Demirel, 28 Şubat döneminde bir büyük değerlendirme hatası yaptı; askerin Refah Partisi’nin iktidarda olmasını parlamentoyu kapatacak bir darbe yapmasına bahane olacağını düşündü. Görevi başındayken üçüncü kez darbeye muhatap/sebep olmaktan mı çekindi, başka düşünceleri mi vardı bilmiyorum ama askerin çıkışı üzerine önceliğini parlamentoyu korumaya verdi, o parlamentonun içinden çıkan çoğunluk hükümetine değil.
Bu değerlendirme hatası onu, kendi laf ve davranışıyla değişimine katkı sağladığı toplumun gerisine düşürdü. Toplum, evet belki Refah Partisi’ne âşık değildi ama seçme hakkının elinden alınıp askerlerin eline verilmesini hiç istemiyordu. Bütün ömrü boyunca haklarını hukuklarını savunduğu, kalkındırmaya çalıştığı ‘Türkiye’nin zencileri’nin gözünde Demirel pozisyonunu bir anda kaybetti.
Ya Recep Tayyip Erdoğan?
7 Haziran seçiminin en önemli sonucu AK Parti’nin artık tek başına iktidar olamayacak olması.
Bu partinin lideri, Recep Tayyip Erdoğan bugün cumhurbaşkanı ama onun cumhurbaşkanı olması, en fazla değer verdiği şey olan seçmen oyundaki düşüşteki sorumluluğunu görmesine engel değil.
Oylar neden düştü? Burada Demirel’in hikâyesinden alınacak dersler var.
Bence bir önemli ders, AK Parti’nin ve Erdoğan’ın demokratik ve ekonomik anlamda değişip dönüşmesine öncülük ettikleri toplumun gerisinde kalması. Demirel devlete yaslanarak geride kaldı, AK Parti toplumdan uzaklaşıp devlet partisi olarak.
Gezi Parkı’nda kendiliğinden sokağa çıkan yüz binler daha fazla özgürlük isterken o koca grubun içindeki daracık bir kesime ‘Çapulcular’ dediğinde; yine Gezi’de toplumsal barışı aramak yerine nefreti arttırmayı (veya dengelemeyi) tercih ettiğinde; ‘sessizlerin sesi’ olmak yerine Soma’da maden işletmecisini savunduğunda; Kürtleri kardeşi ve soydaşı görmek dururken onları ‘öteki’ olarak gördüğünü açıkça belli ettiğinde gerisine düştü toplumun ve taleplerin.
AK Parti ve Erdoğan bir süreden beri toplumdan bir talep yükseldiğinde onu yerine getirmek için yol arayan değil, o taleplerin neden zamansız ve yerine getirilmesi imkânsız (yersiz) talepler olduğunu anlatan neredeyse ‘statükocu’ bir parti.
Demirel’in gerisine düştüğü toplumun yeniden önüne geçmesi artık maalesef mümkün değil ama AK Parti ve Erdoğan için hâlâ fırsat var.
Paylaş