Paylaş
EPEYDİR hastanede yatıyordu; kendimi habere hazırladım sanıyordum. Ama Cüneyt Arcayürek’in ölüm haberini aldığımda yine de yeterince hazır olmadığımı anladım. Gözümün önünde hatıralar uçuşup durdu gün boyu.
Ben Cüneyt Abi’yi ilk kitaplarıyla tanıdım. Onun ‘Cüneyt Arcayürek açıklıyor’ serisi, Türkiye’de çok partili siyasi hayatın tarihini yazmak veya öğrenmek isteyen herkes için maalesef az sayıda kaynaktan biridir.
Demokrat Parti’den çok da iyi söz edilmeyen bir evde ve tarih kitaplarının sadece devlet egemenleri tarafından yazıldığı bir ülkede büyümenin bedeli; bu dönemin aslında ne demek olduğunu bir gazeteciden öğrenmektir. (Aynen 1938 Dersim’in bir ‘isyan’dan çok bir ‘katliam’ olduğunu genç yaşta bir gazeteci kitabından öğrendiğim gibi.)
Kitaplarını okumaya başladığımda ben Cumhuriyet’te çalışan genç bir spor muhabiriydim; o ise Hürriyet’in Ankara temsilcisi, Ankara’nın en güçlü gazetecisi.
Sonra o Hürriyet’ten ayrıldı; Hasan Cemal onu ikna etti, gazete içindeki ‘abi’lerin sert direnişine (‘Bir Demirelcinin Cumhuriyet’te ne işi var’) rağmen Cumhuriyet’e geldi; ben o arada spor servisinden yazıişlerine geçmiştim ve birden kendimi Cüneyt Abi’nin haberlerini, yazılarını, dizilerini yayına hazırlayan editör olarak buldum. Önce telefonda, sonra yüz yüze tanıştık.
Sabah telefonları
Hayatımda en çok telefon konuşması yaptığım insan herhalde Cüneyt Abi’dir. Bundan 7-8 yıl öncesine kadar her gün en az bir kez telefonda konuştum Cüneyt Abi’yle, 80’lerin ikinci yarısından itibaren.
Sabahları erken kalkar ve herkesten çok yol alırdı. Biz daha gazeteleri bile okumamışken o okumuş, üstüne sağa sola telefon etmiş ve o haberlerin bir değil on adım önüne geçmiş olurdu.
Bunu yazdı da: 1979’u 80’e bağlayan yılbaşına doğru Genelkurmay Başkanı Kenan Evren beraberindeki kuvvet komutanlarıyla Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ü ziyaret etmişti. Gazetede gördüğü minicik haber ilgisini çekmiş, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu’yu aramış ve sormuştu: ‘Kuzum niye çıktınız Köşk’e?’ O da ülkenin içinde olduğu zor ve kötü durumdan söz etmiş, Cumhurbaşkanı’na ülkenin siyasi liderlerine verilmek üzere bir mektup ilettiklerini söylemişti, öyle pat diye. Cüneyt Abi sanki sıradan bir şey istiyormuş gibi sormuştu: ‘Paşam acaba yanlış yapmamak için o mektubu edinebilir miyim?’ Elbette edinebilirdi, Ulusu hemen bir kopyasını hazırlatacaktı, birini yollayıp alabilirdi.
İşte meşhur ‘Komutanlar uyarı mektubu verdi’ haberini böyle almıştı; kimsenin merak etmediğini ederek, kimsenin altına bakmadığı taşı çevirip altına bakarak. Mektup Hürriyet’te yayınlandığında Başbakan Süleyman Demirel de haberi oradan öğrenmişti; çünkü Cumhurbaşkanı Korutürk, ‘Yılbaşı zehir olmasın’ diye mektubu kimseye vermeden elinde tutmuştu birkaç gün.
Kalbi her zaman iyiydi
Cüneyt Abi’nin her sabahı böyleydi işte; gazeteleri dikkatle okur; çoğu haberi zaten bir gün önceden biliyordur, telefonu eline alır ve siyasetçileri, bürokratları, haber kaynaklarını aramaya başlardı.
Onun gazetecilik hırsı ve disipliniyle yarışabilecek kimseyle tanışmadım bugüne kadar. İçinde bitmek bilmez bir öğrenme arzusu olan bir çocuk vardı Cüneyt Abi’nin. Marmaris’teki evinde tatildeyken bile sabah telefon mesaisi değişmezdi.
Huysuzlukları da vardı her insan gibi, kuruntuları da... Geçinilmesi kolay bir insan değildi. Ama en kavgalı anınızda bile bilirdiniz ki, Cüneyt Abi dünyanın en iyi kalpli insanıdır aynı zamanda.
Sevgili eşi Esin Hanım onun denge mekanizmasıydı; bir ömür boyu birbirlerini hep çok sevdiler, hep birbirlerine çok saygılı oldular.
Türkiye gazeteciliğinin tarihinde bir sayfa kapandı maalesef.
Paylaş