Evet, Rize’de daha derli toplu bir takım gibiydi Göztepe... Deplasman sertliğini ortaya koydu, oyuncular adeta tekmeye kafa uzattı, rakibi bozmayı başardı. Zaten ‘bozma oyunu’ konusunda çok sorunu yok Göztepe’nin. Sıkıntı üretimekte. İş üretime geldiğinde, ‘yetenek’ öne çıkması gerektiğinde herkes birbirine bakıyor.
Mossoro, beğendiğim oyun akıllarından. Tecrübeli, teknik, kaliteli. Bu tip deplasman maçlarında orta alanda kazanılan toplarda, kontra hücumları doğru yönlendirerek takıma katkı sağlayabileceğini düşünmüştüm. Ancak dün bu anlamda beklenenin gerisindeydi. Yine de Mossoro, ligin devamında, özellikle de iç sahada katkı vermeye aday.
Napoleoni ise ‘kalite anlamında’ pek bir şey sunamadı izleyenlere. Görüntü var, ses yok misali.
Sahaya çıkan 11’de değinilmesi gereken asıl nokta başka. Sezon başı sol bek transfer ediyorsun, geçtiğimiz yıl mecburiyetten oynattığın ‘yedek’ Berkan 11’de. Stoperler alıyorsun, geçtiğimiz yıl son haftalarda mecburiyetten o bölgede kullandığın Alpaslan 11’de!
“Bir transfer nasıl yapılmaz” sorusunun net yanıtı gibi sanki!
Evet, Alpaslan’ın bu takımda her zaman yeri var bana göre. Aynı şekilde Berkan da Leo’dan iyi seçim. Ancak madem Alpaslan bu takımın stoperi olacaktı, o zaman Göztepe neden bu kadar stoper transferi yaptı? Leo, Sanneh, Veli ve Atınç tercihlerinde kimin kararı belirleyici oldu?
Kimse yanlış anlamasın, alınan beraberliği beğenmiyor değilim. Aksine ortaya koyulan mücadele ve 1 puan takımı birbirine kenetleme ve özgüven adına çok değerli. Poko’nun ortaya koyduğu emeğe, Alpaslan’ın çabasına, Titi ve Beto’nun hırsına, genç Batuhan ve Ege’nin enerjisine kimse laf edemez.
O kadar ki, insan kendini sorguluyor, “Acaba ben mi çok karamsarım” diye.
Ancak işte futbolda düşler ile gerçeklerin birbirinden ayrıldığı bir yer var.
Oyun alanına çıktığında gerçekler bir tokat gibi patlıyor yüzünde.
Evet, istikrar iyi bir şey...
Ancak ‘iyi giden şeyleri’ sürdürmek içinse eğer.
Yoksa ‘kötüde istikrar aramak’ saçmalıktan öte değil.
Eğer sen, geçen yıl mucize ötesi bir şekilde ligde kalmışsan...
Finalinde de daha yataktan kalkarken başladı stres. Gergindik, hem de yay gibi. O gerginlikle tuttuk Bornova Stadı’nın yolunu.
Evet, Göztepe avantajı eline geçirmişti... Evet, alınacak bir galibiyet ‘kurtuluş’ demekti. Ama o galibiyetin geleceğinden emin olamıyordu kimse.
Sadece bir şeyden emindik, bu yolun sonunda gözyaşı vardı.
Ağlayacaktık...
Ya çılgınca sevinirken boşalacaktı gözyaşlarımız... Ya da kahrolurken...
Kader işte... Ya da ne bileyim, futbolun adaleti!
Son haftalarda toparlanan, yeniden ‘takım’ gibi oynamaya başlayan, doğru 11 ve dizilişini bulan Göztepe’nin Bursa’dan en azından beraberlikle döneceğinden emindim.
Ancak Bursa’da galibiyetin bu denli avuçlarımızın içinden kaçacağını...
Bursaspor’un Göztepe karşısında böyle çaresiz kalacağını...
Alınan 1 puana, sanki maçı kaybetmiş gibi üzüleceğimizi düşünemezdim.
İnsanın canı yanıyor. Kader maçında iki gol bulacaksın, iptal edilecek... Penaltı kazanacaksın, gole dönüşmeyecek... İnanılır gibi değil. Dün sahada yer alan tüm oyuncuları ve teknik ekibi bu mücadeleden ötürü kutlamak gerek. Öyle bir 90 dakikaydı Göztepe adına, yalnız gol eksikti.
Futbol tanrılarının önceki gün Altınordu’ya, dün Göztepe’ye yaşattıkları, emin olun yalnızca İzmir takımlarının başına gelebilirdi!
Akhisar’ın ardından Erzurumspor da Bornova’dan elini kolunu sallayarak 3 puan çıkarmış, Göztepe sahada yeterli mücadele bile etmeden teslim bayrağını çekmiş, ben de yazımı “Hasta ameliyat masasında son nefesini verdi gibi! Kalp masajı, suni teneffüs işe yarar mı? Çok ama çok zor!” diye bitirmiştim.
Başakşehir deplasmanı işte bu anlamda ‘tabutta röveşata’ydı kelimenin tam anlamıyla. Mücadelenin ve kavganın dirilişi, Göztepe’nin de dirilişi, umudun da dirilişiydi işte.
Evet Göztepe hayat belirtisini göstermişti göstermesine ama bir haftadır da aklımda şu soru dolaşıyordu: Başakşehir’e karşı ‘bozma oyunu’nu başaran Göztepe, Antalya karşısında ‘üretme oyunu’nda ne kadar iyi olabilecek?
Net bir yanıt buldum mu? Hayır...
Ama hedefe gidecek yol yine savaşımdan, yine mücadeleden, küsmeden, kırmadan, kırılmadan tribünle birlikte 12 kişilik oyundan geçiyordu.
Yani tutkudan, aşktan, emekten...
Yani önde baskıdan, top kazanmadan, rakibi sindirmekten.
Bazı maçlar vardır ki yürekle kazanılır... Tekniğin yetmeyebilir, sahada kavga edersin...
Kaliten eksik kalabilir, mücadelenle, sertliğinle rakibi sindirirsin.
Ama yüreğin yoksa kardeşim... İşte o zaman olmaz hiç bir şey...
Çünkü korkaklar zafer öyküleri yazamaz asla!
Devre arasına dönüyorum zihnimde, Jerome gibi bir oyuncuya güvenip santrfor transfer edilmeyişini anlamaya çalışıyorum... Cevap koskoca bir boşluk.
Aynı Jerome’un Tamer Tuna tarafından halen umut olarak görülmesini anlamaya çalışıyorum, cevap yine boşluk. Tıpkı Borges’i forvet arkasında kullanma uğruna takımın tek çilingiri Castro’nun savunmanın önüne çekilişi gibi!
Görüldü ki eldeki fikstür avantajı, umutla dolan tribünler, kanatlardan gelişen ataklar topu içeri atacak bir adamın olmayınca bir işe yaramıyor! Akhisar kalecisi Lukac’ın ördüğü duvarı kimse yıkamıyor.
Bursaspor, “Ben bu sene düşerim” dercesine oynadıkça, Göztepe bu ikramları geri çeviriyor.
İnsanın “Son sıraya demir atmış Akhisar’ı, sana ligin en formsuz takımı olarak gelen Kasımpaşa’yı yenemezsen kimi yeneceksin?” diye haykırası geliyor. Mehmet Sepil-Tamer Tuna ikilisine “Sezon başında yarattığınız kriz, ligi 6. bitiren takımın bu noktaya getirdi. Değer miydi bunlara” diye sorası geliyor!
Evet, hayal kırıklığı büyük... Öfke büyük, eleştiriler büyük. Ama her şeye rağmen gün karalar bağlama günü değil henüz. Ayağa kalkmak, yeniden nefes almak imkansız değil hala!
Yoksa... Çekilen onca acıya, yeniden diriliş öyküsüne, stat yatırımına siyah bir tül inecek bir anda.
Ne zafer pozlarının baş köşesinde ne şampiyonluk öykülerinin manşetlerinde göremezsiniz onları...
Ama biraz detaycıysanız, fotoğraflara biraz geniş açıdan bakabiliyorsanız kolaylaşır işiniz. İşte o zaman görürsünüz gizli kahramanların ayak izlerini...
Başarının geçtiği yolları takip etmeniz yeter de artar bile...
Gelin şöyle bir geriye gidelim... Türkiye’ye Avrupa’da en çok kupa kazandıran sporun, voleybolun Ege’ye yaşattığı heyecanları hatırlayalım...
İzmirspor’un 70’li yılların sonunda Türkiye’ye kafa tutan, gençlerde, yıldızlarda şampiyonluklara ambargo koyan voleybol takımının antrenörü kimdi biliyor musunuz?
Ardından Turgutlu Tukaş’la, Tekel’le 1.Lig’in eşiğinden dönen, Göztepe’ye voleybolda şampiyonluk tattıran antrenörü...